Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

TÜRKÇENİN SES BAYRAĞI DAĞLARCA'YI KAYBETTİK

Türk şiirinin en yaşlı çocuğu Fazıl Hüsnü Dağlarca 94 yaşında ömrünü tamamladı. Büyük şair, tedavi gördüğü Başkent Hastanesi İstanbul Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde dün akşam saatlerinde hayata veda etti

 

Şair, dün sabah kronik böbrek yetmezliği ve enfeksiyon nedeniyle yoğun bakıma alındı. Ancak uzun uğraşlara rağmen saat 16.30 sularında "bir yorgunluk çökünce yürün(ür)müş yeryüzünden" diyerek aramızdan ayrıldı. Süvari Yarbayı Hasan Hüsnü Bey'in oğlu Mehmet Fazıl, 1914 yılının 26 Ağustos'unda İstanbul'da başladı 94 yıllık 'çocuk' yolculuğuna. Babasının askerliği sebebiyle ilk ve ortaöğretimini Anadolu'nun çeşitli yerlerinde tamamladı. 1933'te Kuleli Askeri Lisesi'nden, 1935'te de Harp Okulu'ndan mezun oldu. 15 yıl görev yaptığı ordudan ön yüzbaşı rütbesiyle ayrıldı. 1952-60 yılları arasında Çalışma Bakanlığı'nda iş müfettişi olarak çalıştıktan sonra, 1960'ta Aksaray'da Kitap Kitabevi'ni açtı ve yayıncılığa başladı. 1960-64 yılları arasında 43 sayılık Türkçe dergisini çıkardı. İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılapçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili gibi birçok dergide şiirleri yayınlandı. Bugüne kadar pek çok ödül alan Dağlarca, 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En İyi Türk Şairi" seçilmişti. Aynı yıl çıkan "Açıl Susam Açıl" şiir kitabıyla başlayan "Çocuklarda" serisinden 20 kitap yayınladı. 1960'ta, Sözcü dergisinde ve 1961-1962 yıllarında Vatan dergisindeki özdeyiş niteliğinde kısa düzyazıları bir yana bırakılırsa, ömrü boyunca yalnız şiirle uğraşan Dağlarca'nın toplu eserlerinin yayınlanması için, Yapı Kredi Yayınları (YKY) geçtiğimiz yıl bir çalışma başlatmıştı. 2007-08'de daha önceden kitaplaşmamış şiirlerini içeren Orada Karanlık Olurum, Arkası Siz, Genç ve İçeri Sait Faik yayımlandı, Dağlarca'nın seçme şiirlerini içeren "Dört Kanatlı Kuş"un yeni basımı yapıldı, ayrıca "Dağlarca Çocuklarda" dizisinde şairin çocuklar için yazdığı kitapların 16'sı yayımlandı. YKY, Dağlarca'nın 3 ciltlik toplu eserlerinin ilk cildini bu sıralar yayınlamayı planlıyordu. "Türkçem benim ses bayrağım" demişti Dağlarca, o bayrağı şiirleri dalgalandıracak. Kendisinin de dediği gibi, gönüllere sığmaz olunca kavuşmak duygusu, arkasında "yerce gökçe değil, insan dolusu" bir çocuk sevgisiyle ördüğü şiirlerini bırakan çocuk, Allah'ına kavuştu. Dağlarca, pazartesi günü saat 11.00'de Süreyya Operası'nda düzenlenecek törenin ardından Sögütlüçeşme Camii'nde kılınacak cenaze namazından sonra toprağa verilecek.

 

 

Dağlarca öldü, dünya ıssız kaldı

Can Bahadır Yüce 


O yüz yaşına basınca yüz şairle beraber evinin bulunduğu Fazıl Hüsnü Dağlarca Sokak'a gitmeyi planlıyorduk. Yüz yaşında bir Türk şairi gazetelerin manşetinde, kitap eklerinin kapağında yer alacaktı. Ne yazık ki, hiçbiri olmayacak. Edebiyatımızın gerçek anlamda (hem yaş hem eser olarak) 'çınar'ı Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı dün kaybettik.

Onun Türk şiiri içindeki yerini düşününce akla ilk gelen elbette Doğan Hızlan'ın ünlü ve geçerli tanımlaması oluyor: "Tek başına bir okul". Dağlarca gerçekten öyleydi, çağdaş Türk şiirindeki bütün dönüşümlere tanıklık etmesine rağmen hep kendi çizgisinde durdu. Askerî okul öğrencisiyken yazdığı şiirleri 1933 yılında Peyami Safa'nın masasına bırakan genç Dağlarca'yla bugünün Dağlarca'sı arasında o bakımdan pek fark yoktu. İlk kitabı Havaya Çizilen Dünya, Necip Fazıl'dan ve Fransız şiirinden etkilenmiş dönemin öteki şairlerinden açık etkiler taşır. Büyük patlama ise ikinci kitabı Çocuk ve Allah ile gerçekleşir. Dağlarca'nın henüz 26 yaşında (çoğunu kışlada) yazdığı bu şiirler, 70 yıldır Türkçenin anıtlarından. Cahit Sıtkı'nın kelimeleriyle söylersek, "bütün hayatın tecelli ettiği" bu şiirlerde edebiyatımız için yepyeni bir söyleyiş ve duyarlık görülür. Aslında Dağlarca'nın yaptığı şey, bir anlamda, aynı yıllarda Avrupa'da fütüristlerin yaptığı şeyleri anımsatıyordu. Oysa Dağlarca yabancı dil bilmiyordu; "içimdeki şiir hayvanı" dediği o olağanüstü sezgisiyle geleceğin şiirine dair imgeleri "Toros'ların üstündeki bulutlar gibi" uzaktan uzağa görüp hissediyordu, her büyük şair gibi.

Dağlarca şiiri, 50'li yıllardan itibaren radikal bir kopuşla yön değiştirdi. Bu sürecin yaklaşık kırk yıl, Uzaklarla Giyinmek (1990) kitabına kadar sürdüğü söylenebilir. Sonrası, geçen yıl yayımlanan taptaze bir Türkçenin yer aldığı kitaplarına kadar olan süreç... 94 yılın dökümü: Dağlarca'nın tek bir bütün saydığı göz alıcı "yapıt".

"Büyük şair" olduğu konusunda, uzlaşmaz edebiyat dünyamızın uzlaştığı belki de tek ismi kaybettik. "Tek başına bir okul"du ama ondan hepimiz çok şey öğrendik. Artık Kadıköy'den iskeleye yürürken gözümüz evinin penceresinde onu aramayacak. Dağlarca'sız hayata alışmaya çalışacağız.

 

Şair ölür, şiiri kalır dağ gibi...

Musa Güner 


Adı Dağlarca'ydı ya, şiirlerinde de dağlar, ovalar, güneşler, aylar, çocuklar ve kuşlar vardı. 100'ü aşan kitabı ve binlerce şiiriyle bir şiir kainatıydı. Bundan on yıl öncesi... 94 kitabı vardı o zaman. Üzerine tez yapılacak yaşayan bir şair için ne çok kitaptı bu. Bu şiirlerin hepsini, özüne nüfuz ederek okumak ilginç bir iş olacaktı. 94 kitaptan epeycesini elde etmiştim, birkaçı eksik kalmıştı. Kitapları bulamayınca şairi aramaya başladım. Buldum da, Kadıköy'de bir kahvehanenin yeşil çuhalı masasında otururken... Önce yayıncısına uğramıştım, onun el yazısıyla yazdığı şiir defterlerini göstermişti, 'çok kıymetli bunlar çoook' demişti. 'Huysuz ihtiyarın tekidir, seninle de görüşmez zaten' diye de eklemişti. Ancak ben ne huysuz bir ihtiyar gördüm ne de kırıcı bir yüz. Uzun uzun anlattım, o dinledi. Şiirlerindeki edebi sanatları araştırdığımı söyledim. 'Keşke şiirlerimdeki Anadolu motiflerini inceleseydin.' dedi. Ona göre kelimelerdeki sanat onların içindeki ruh kadar önemli değildi. Sanatları bulmak yerine şiirine sinmiş Anadolu'nun fark edilmesini istiyordu. O Anadolu toprağından kelimeler süzen, şiir damıtan bir şairdi. Kitabının sayısı yaşından fazla olan şair görüşmemek bir yana, kendisiyle ilgili çalışmalara katkıda bulunuyordu. O gün bulamadığım bir iki kitabını verdi, kendisiyle ilgili yapılan çalışmalardan, yazılan kitaplardan söz etmişti. Bugün 138 kitabın şairi, yaşından fazla kitaba sahip şair öldü. Başka bir şairin dediği gibi 'Her ölüm erken ölümdür.' Yaşasaydı, 100 yaşını görseydi bu toprağın şairi, bu toprağın çocukları sevinçle el çırpacaklardı karşısında. Öldü, bugün bize hatırası ve dağ gibi şiiri kaldı.

[EDEBİYAT DÜNYASININ ACISI BÜYÜK]

Ahmet Soysal: Son güne kadar neredeyse her gün onun yanındaydım. Son günlerde durumu iyice kötüleşmişti. Türk şiiri tarihinin en büyük şairlerinden birini kaybetti. Bütün sevenlerinin ve okurlarının başı sağ olsun.

Enis Batur: O benim gözümde yalnız 20. yüzyıl Türk şiirinin değil 20. yüzyıl dünya şiirinin önde gelen bir iki isminden birisiydi. Umarım yapıtları kaybolmaz. 33 yıllık dostumdu çok üzgünüm.

Haydar Ergülen: Frankfurt'ta Dağlarca ile ilgili bir panel yapılacaktı. Oradaki üç konuşmacıdan biri de bendim. Son büyük şairimizi kaybettik. O benim için 'bir ve çok' şairdir. Dışarıdan büyük bir gövdesi var; fakat içine girince birçok farklı şeye rastlıyoruz. hiçbir şair ve yazarın onun kadar Türkçeyi zenginleştirdiğini düşünmüyorum. Yepyeni sözcüklerin dışında yepyeni anlamlar kazandırdı şiire. Yaşaması da şiir olan şairlerdendi.

Bejan Matur: Türkçe'nin en büyük şairiydi. Şiirinde yansıttığı kozmik şiirsel algı, Türkçe şiire yapılmış en büyük katkıydı. Geçen yıl ziyaretine gittiğimde daha yazacağım 12 kitap var demişti

Şiirinin sayısının bile farkındaydı. O kadar zihni berraktı. Dördünü yazabildi, sekiz kitabı eksik kaldı. Ama sadece sekiz kitabın değil Türkçe şiirin çok eksik kalacağını düşünüyorum Dağlarca'nın kaybıyla.

Doğan Hızlan: Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türk şiirinin büyük bir adı. Benim birçok şiirini ezberimde tuttuğum bir şair. Dağlarca gibi şairler ne yazarlarsa yazsınlar şiir olur. Seyrek yazdığı düzyazılar vardır, ama bence o bile şiirdir. Her iyi şair gibi artık şiirlerde ve benim için yakından tanıyanların anılarında yaşayacaktır.

İhsan Deniz: Fazıl Hüsnü Dağlarca Türk şiirinin yetiştirdiği son büyük ustalardan biriydi. Şiirine hakim olan mistik unsurlar dikkatimi çekmişti en çok. Bunlardan 'Çocuk ve Allah' ve 'Asu'yu sayabilirim. Son dönemde bazı kitaplarının yeni baskılarının yapılması da yeni kuşaklar için bir şanstı. Bir insan ne kadar yaşarsa yaşasın, ömrüne Dağlarca kadar şiir sığdırabilmesi oldukça zor.

Beşir Ayvazoğlu: Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1935'te Havaya Çizilen Dünya ile başlayan ve o nefis Çocuk ve Allah'la devam eden büyük başlangıcın hakkını vermiş, gelip geçici modalara pek iltifat etmeyen, sonuna kadar kendi şiirine sadık, ama bu şiiri sürekli bir biçimde kendi içinde yenileyip çeşitlendirerek bugüne kadar 'canlı' kalabilmiş velut bir şairdi. Şiiriyle hayatımızı zenginleştirdi ve zenginleştirmeye devam edecek.

Enver Ercan: Şiirimizin topluma mal olmuş büyük ustasıydı. Uzun yıllar boyunca her kuşağın ilgisini çekti, usta olduğunu hissettirdi. Gözleri görmediği son yıllarda okuyarak yazdırıyordu. Bu halini gördüğümde onu Homeros'a benzetmiştim. Cumhuriyet şiirinin kurucularındandı.

Metin Celal: Türkiye'nin yaşayan en büyük şairiydi. Onun verimliliğinde bir şair Türk edebiyatına bir daha gelmez.

 

Eserlerinden bazıları

Dağlarca'nın 138 eserinden bazıları şöyle: Havaya Çizilen Dünya (1935), Çocuk ve Allah (1940), Daha (1943), Çakırın Destanı (1945), Taş Devri (1945), Üç Şehitler Destanı (1949), Toprak Ana (1950), İstanbul Fetih Destanı (1953), Asu (1955), Delice Böcek (1957), Özgürlük Alanı (1960) Cezayir Türküsü (1961), Çanakkale Destanı (1965) Haydi (1968) 19 Mayıs Destanı (1969) Hiroşima (1970) Malazgirt Ululaması: 26 Ağustos 1071-1971 (1971), Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973) Horoz (1977), Çukurova Koçaklaması (1979) Yunus Emre'de Olmak (1981) Dildeki Bilgisayar (1992), İçimdeki Şiir Hayvanı, (2007) Orada Karanlık Olurum (2007) İçeri Sait Faik (2008)

TENHA


Ben öleceğim, kimse seyretmesin, 
Güneş ve düşünceler içinde. 
Soyunacağım elbiselerden ve hatıralardan, 
Bir semalar sessizliğinde.


Asude ve mahzun ellerimle, 
Nasibimi bir kenara bırakıp. 
Eski şarkılar söylerken, 
Dağlarda ateşler yakıp.


Kimse seyretmesin, aşk ve sonsuzluk, 
Garip mezarlıklar -arasından gideceğim.- 
Kokulu sularla yıkanarak 
Karanlıklarda zevk edeceğim.

SON EKLENENLER

Üye Girişi