ŞAİR BİYOGRAFİLERİ TEZKİRELER
TANINMIŞ kişilerin hayat hikâyelerinden bahseden bir tür olan biyografi, başlangıçta tarih içinde yer alırken, zamanla bağımsız bir bilim dalı hâlinde gelişmiştir. Bilindiği gibi tarihin konusu insanların yaşadıkları olaylar ve onların kahramanlarıdır. Olaylar kadar, o olaylarda etkili olmuş kişi ya da kişilerin hayat hikâyeleri bizzat hadisenin kendisi kadar önemlidir. Hadiseleri meydana getirenler insanlar olduğuna göre, onların hayat hikâyelerini tespit etmek de biyografinin konusudur. Bu yüzden Doğulu ve Batılı tarihçilerin büyük çoğunluğu, tarih içinde biyografiye büyük önem vermişlerdir (Adıvar 195?).
Bu anlamda biyografi, İslam dünyasında başlangıçta tarih içinde önem verilen bilim dallarından biridir. Çünkü İslam tarihçiliği, Peygamber’in hayat ve faaliyetlerinin incelenmesiyle yani biyografi ile başlamıştır. Daha sonra hadislerin toplanması bu alana ivme kazandırmıştır (Gibb 1991; Robinson 1964). Çünkü bir hadisin nakledilişi üzerine zikredilen biyografik veriler onun doğruluğunun da senedi sayılmıştır. Ayrıca başta Peygamber olmak üzere İslam tarihinin önemli kişilerinin topluma örnek şahsiyetler olarak takdimi, Arap geleneğindeki soy sopla övünme alışkanlığı da biyografiyi öne çıkarmıştır. Bu yüzden biyografi İslam tarihçiliği içinde hep çok önemli görülmüş, hatta zaman içinde tarihin ilgilendiği diğer alanlara göre daha baskın bir konum elde etmiştir (Rosenthal 1952)- İslam tarihinin ilerleyen dönemlerinde bilgin ve muhaddislerin siyasi tarih alanındaki yerini resmî görevliler almaya başlayınca, biyografi alanı serbest tarihçilere kalır. Onlar, dünyevi siyasi yapı yerine peygamberin vârisleri olan ulemanın hayatlarını anlatmayı gerçek tarihçilik olarak algılarlar (bk. Gibb 1991). Bu niyetle daha çok bir gurubun ya da bir sınıfın mensuplarını bir araya getiren eserler yazılmaya başlanır. Ebu Nuaym-i Isfahânî’nin (ö. 1038) Hilyetul-Evliya sı ve Hatîb-i Bağdâdî’nin (ö. I071) tek bir bölgeyle ilgili hacimli eseri bunların ilk örnekleridir. Giderek bu çalışmalar, dil bilimci, şair, hekim ve diğer meslek mensuplarını da kapsamaya başlar. Bu tarz meslek mensuplarıyla ilgili ilk eserler mutasavvıflarla ilgili olarak kaleme alınır. Daha sonra görüleceği gibi Türk biyografi tarihinde de mutasavvıf biyografileri ilk örnekleri oluşturur. Şiir alanında bunların elde bulunan ilk örneği, Muhammed b. Sallam el-Cumâhî’nin (ö. 865) Tabakâtü'ş-Şuarâ adlı eseridir. İbn Kuteyhe'nın Kitâbuş-Şi’r ve'ş-Şuara sı ise bu alanda yazılmış ikinci eserdir. Ebu’l- Ferec el-Isfahânî’nin (ö. 967) Kitâbü’l-Agâni adlı çalışması, bu alanda bir başka örnektir. El-Merzubânî’nin (ö. 990) Mu'cemu'ş-Şuarâ adlı eseri ise metot bakımından önemli bir eserdir. Bu eserle birlikte şairler alfabetik olarak sıralanmaya başlamıştır. Bunlara Sâlibî’nin (ö. lo38) bahsedilen kişileri ülkelerine göre tasnif eden Yetîmü’d-Dehr’ini ve Baharzî’nin (ö. I076) buna zeyil olarak yazılan Dumyetü'l-Kasr mı eklemek gerekir. Hâzirî, (ö. 1172) Zînetü’d-Dehr, Beyhâkî (ö. 1170), Vişâhü’d-Dümye, İmâdeddîn el-Isfahânî (ö. I201) ise Haridetü’l-Kasr adıyla zeyli devam ettirirler. XII. yüzyıldan itibaren yıl usulüne dayalı tarihçilik de kendini geliştirir. Biyografi bu eserlerin içinde yer almaya devam eder. Birzâlî (ö. I339), biyografileri yüzyıllara göre tanzim fikrini getirirken İbni Hâcer el-Askalânî (ö. I449), ölüm tarihi esasına dayalı yeni tertip şeklini uygulamaya koyar.
XII. yüzyıl sonlarına kadar Arapça olarak devam eden bu gelenek, müteakip yüzyıldan itibaren yerini Farsça örneklere bırakmaya başlar. Farsçada türün ilk örneğini Lübâbul-Elbâb (yt. 1221) adıyla Muhammed el-Avfi (ö. 1232) verir. İzlediği yöntem daha önceki Arapça yazılan biyografiler gibidir. Bunu Molla Câmî (ö. 1493) izler. Onun, sekiz bölümden meydana gelen Bahâristân (1985) adlı eserinin yedinci bölümü, şair biyografilerine ayrılmıştır.
Fakat bu edebiyatta asıl dikkate değer örnek, Devletşah b. Alâüddevle (ö. 1486) tarafından kaleme alman Devletşah Tezkiresidir (yt. I487). Ali Şir Nevayi’ye sunulan bu eser, mukaddime, yedi bölüm ve bir hatimeden oluşmaktadır (Lugal 1977)- Tezkirede yer alan toplam şair sayısı da 149’dur. Bu hâliyle tezkire, daha sonra yazılacak Fars ve Türk tezkirelerine modellik etmiş ve o güne dek yazılan benzer örneklerden daha çok biyografi ihtiva etmiştir.
Baharistan ve Devletşah Tezkiresinden sonra yine bu çevrede yazılan bir başka tezkire ise Türkçedeki pek çok ilk çalışmanın sahibi olan Ali Şir Nevayi’ye (1441-150I) aittir. Mecalisun-Nefa’is (yt. 1491) adını taşıyan bu eser mukaddime ve yazarın meclis adını verdiği sekiz bölümden meydana gelir. Mecalisun- Nefa’is, Câmî ve Devletşah’ın eserlerinin benzeridir. Tezkirede şairler her mecliste kronolojik olarak sıralanmıştır. Mecalisun-Nefa’is'te Herat, Horasan ve Azerbaycan’da yaşayan ve çoğu Farsça yazan 455 şaire yer verilmiştir. Bunlardan 43’ü Türk veya Türkçe yazan isimlerdir. Nevayi, bu şairler hakkında uzun uzun bilgiler vermemiş, çoğuna ancak bir iki satır yer ayırmıştır. Her şairin bir, büyük şairlerin iki, üç beytini de örnek olarak verir. Mecâlisun-Nefais (Ganiyeva 1961; Eraslan 2001), Çağatay edebiyatı, özellikle de İran edebiyatı için çok mühim bir kaynaktır. Fakat asıl önemli yanı Anadolu’da meydana gelen tezkirelere modellik etmiş olmasıdır (İsen 2002).
Sözü edilen bu üç eser, Herat’ta yazıldıkları için Herat ekolu tezkireleri olarak adlandırılırlar. Bu ekolün başlıca temsilcileri olan Câmî, Devletşah ve Nevayi, ortaya koydukları bu eserlerle hem daha sonra Osmanlı ülkesinde ortaya çıkacak tezkire türünü derinden etkilemişler, hem de edebî biyografiye ivme kazandırmışlardır.
Sözü edilen bu biyografiler, konularına ve bakış açılarına göre küçük farklılıklar göstermekle birlikte ortak bir uygarlığın ürünü oldukları için belli ortak noktalara da sahiptir. Biyografisi yazılan kişi hemen daima belli bir yaşa geldikten sonra böyle bir değerlendirilmeye hak kazandığı için bu eserlerde doğum tarihleri pek yer almaz. Buna karşılık kişilerin adları, kronolojik unsurlar, özellikle de ölüm tarihleri titizlikle tespit edilmeye çalışılmıştır. Biyografisi yazılan kişinin hayatında geçen belli başlı olaylar kısaca anlatılır. Bilim adamlarının eğitimleri, başlıca hocaları ve eserleri önemlidir. Şairlerin şiirlerinden ise örnekler verilir, onların edebî kişilikleri ortaya konmaya gayret edilir. Bu hâliyle gelenek, biyografik künye yazıcılığını esas aldığı için bütünüyle insan unsuruna yöneliktir. Çizilen portre canlı, fakat verilen bilgilerin belgelendirilmesi her zaman mümkün değildir.
Türkçe şair biyografisi yazma geleneği, Doğu Türkçesinde başlamış olmakla birlikte bu yazı dilinde gelişimini sürdürememiş, Nevayi’den sonra ancak on altıncı yüzyılda Sadıki ile ikinci bir örnek verebilmiştir. Türün bu coğrafya yerine Osmanlı Devleti içinde hayatını devam ettirebilmiş olmasının sebebi, uzun ve istikrarlı bir devletin varlığı ile mümkün olabilmiş, Orta Asya’da tersine bir yapı söz konusu olduğu için, başka kültür ve sanat faaliyetleri gibi, XVI. yüzyıldan sonra yeni örnek üretilememiştir.
Çağatay edebiyatında Nevayi ile başlayan gelenek kısa bir süre sonra Osmanlılara geçer. Batı Türkçesi geleneğinde de biyografi önce umumi tarihlerin içinde yer alır. Bu anlamda ilk dönem tarihlerinin hemen hepsinde biyografiye rastlamak mümkündür (bk. İsen 1995)- Umumi tarihler dışında bizde müstakil biyografi kitabı olarak kaleme alman ilk örnek, Lamii’nin Nefahatü’l-Üns'ün tercüme ve zeylini ihtiva eden Fütuhu'l-Mücahidin li Tervihi Kulubü'l-Müşahidin (yt. 1520) adını taşıyan eseridir. Bilindiği gibi bu eser, çeviri olmakla birlikte, Anadolu sufilerini de içine alarak telif, tercüme niteliğinde bir çalışmadır. Şairler tezkiresi olarak ilk örnek ise Sehi Bey tarafından Heşt- Behişt (Kut 1978) adıyla kaleme alınmıştır. Sehi Bey ve onu izleyen ilk dönem biyografi yazarları, kendilerine Câmî’nin (ö. 1492) Baharistan mı (yt. 1487), Devletşah’ın (ö. 1495) Tezkiretü'ş-Şuarâ'sını (yt. 1487) ve Nevayi’nin Mecalisun-Nefa'is'ini örnek almışlarsa da XVI. yüzyıla kadar gelişen edebî birikim ve onların yaratıcılarını bir araya getirme arzusu, zamansız bir özenti değil bir ihtiyacın cevabıdır. Sehi Bey’den sonra özellikle Latifi (Canım 2000) ve Âşık Çelebi (Kılıç 1994) şair biyografilerinin çok başarılı örneklerini verirler.
Latifî bizde türle ilgili olarak ilk kez tezkire adını kullanan yazardır. Onu izleyerek daha sonra bu alanda eser veren on üç yazar da eserine tezkire adını vermiştir. Arapça "zikr” kökünden türetilmiş bir kelime olan tezkire, "hatırlamaya vesile olan şey” anlamına gelir. Kelime, dilimizde çeşitli manalarda kullanılmıştır: "Bir şeyi hatırlatmaya ya da bir haberi bildirmeye yarayan kısa pusula; herhangi bir iş için izin verildiğini bildirmek üzere hükümetten alınan kâğıt; askerin terhis olduğunu gösteren belge; aynı şehirdeki resmî daireler arasında gidip gelen yazışma” bunların başlıcalarıdır. Fakat bütün bunların ötesinde tezkire, edebiyat terminolojisi olarak, Osmanlı toplumunun her meslekten yaratıcı kişisinin biyografisini veren bir tür anlamı kazanmış ve belirli bir meslekte tanınmış kişilerin, mesela evliyaların, hattatların, mimar ve musiki üstatlarının, hatta usta bir çiçek yetiştiricisinin hayat ve sanatından söz eden edebî geleneğin adı olmuştur. Sözü edilen çalışmalar, anlattıkları çevrenin veya mesleğin adıyla anılırlar. Şairleri anlatanlara tezkire-i şuam veya tezkiretü’ş-şuara, erenleri anlatanlara tezkiretü'l-evliya, hattatları anlatanlara da tezkiretü’l-hattatirı denir. Bu geniş kullanım alanına rağmen tezkire denince daha çok şairlerin hayatlarıyla şiirlerinden söz eden kitaplar akla gelir. Bu çalışmaların önemli bir bölümü tezkire kelimesini özel bir ad olarak taşıdıkları gibi, ayrı bir isim taşıyanlar da çoğu kez tezkire adıyla anılmaktadırlar. Biyografi geleneğinin giderek bu isimle yaygınlık kazanmasında XII. yüzyılın tanınmış İranlı şair ve düşünürü Ferîdüddîn Attâr’ın Tezkiretü’l- Evliyâ adıyla bir eser yazıp bunun İslam dünyasında çok tutulmasının büyük rolü olmuştur (Tolasa 1983).
İslam tarihinde olduğu gibi, Osmanlı biyografi geleneğinde de şair tezkirelerinin yanında, özellikle bilgin ve mutasavvıfların hayatları içinde çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunların en önde geleni, Şakaik te’lif, tercüme ve zeyilleridir. Taşköprülüzade Ebu’l-Hayr İsamüttin Ahmet Efendi (1495-1561) tarafından Osmanlı bilgin ve sufilerinin hayat hikâyelerini bir araya toplayan eser olan Eş-Şakâiku’n-Numaâniye fi Ulemâ’i’d-Devleti’l-Osmâniyye, yazıldığı dönemden itibaren büyük bir ilgi görmüş ve zeyilleri 20. yüzyıl başlarına kadar devam eden bir geleneğin ilk halkasını oluşturmuştur. 1558 yılında Arapça olarak kaleme alman Şakâyıku’n-Numâniye, Osman Gazi döneminden başlanarak, Kanuni Sultan Süleyman devri sonuna kadar 521 bilgin ve mutasavvıfın biyografilerini içerir. Yazılışını takiben büyük ilgiyle karşılanan Şakâyıku'n-Numâniye daha yazarının sağlığında Türkçeye çevrilmiş, kendisinden sonra da hem Türkçe çevirileri, hem de zeyilleri kaleme alınmıştır. Bunların en tanınmışları, Hada’iku'ş-Şakaik adıyla Mecdi’nin (ö. 1591) çevirisi ve Nevizade Atayi’nin zeylidir. Şakaik telif, tercüme ve zeyillerinde yer alan biyografiler, Osmanlı biyografi geleneğinin 16. yüzyıldaki karakteristik özelliklerini taşırlar.
Türk edebiyatında şair tezkiresi olarak kaleme alınmış 35 eser vardır. Bunları kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz
Ali Şir Nevayi |
Mecalisü'n-Nefais, |
1501 |
— |
Sehi Bey |
Heşt-Behişt |
1548 |
1400-1538 |
Latifî |
Tezkire-i Şuara |
1582 |
1400-1546 |
Âşık Çelebi |
Meşairü’ş-Şuara |
1571 |
1400-1569 |
Kınalızade Hasan Çelebi |
Tezkiretü ’ş-Şuara |
1604 |
1400-1585 |
Ahdî |
Gülşen-i Şuara |
1593 |
1520-1563 |
Beyani |
Tezkire-i Şuara |
1597 |
1400-1585 |
Âlî |
Künhü’l-Ahbar'ın Tezkire Kısmı |
1600 |
_1599 |
Sadıki |
Mecmaü ’l-Havas |
1577 |
- |
Riyazi |
Riyazu 'ş-Şuara |
1644 |
1400-1609 |
Kafzade Faizî |
Zübdetul-Eş’ar |
1622 |
1400-1621 |
Rıza |
Tezkire-i Şuara |
1671 |
1591-1640 |
Yümnî |
Tezkire-i Şuara. |
1662 |
1600-1662 |
Seyrekzade Asım |
Zeyl-i Zübdetü'l-Eş'ar |
1675 |
-1675 |
Güftî |
Teşrifatü 'ş-Şu 'ara |
1726 |
1600-1669 |
Mucip |
Tezkire-i Şuara. |
- |
1609-1710 |
Safayi |
Tezkire-i Şu’ara |
1725 |
1640-1719 |
Salim |
Tezkire-i Şu’ara |
1743
|
1687-1720 |
İsmail Beliğ |
Nuhbetü’l-Asar li Zeyli Zübdeti 'l-Eş ’ar |
1729 |
1620-1726 |
Safvet |
Nuhbetul-Asarfi Fevaidi'l-Eş’ar |
1640 |
- |
Ramiz |
Adab-ı Zurefa |
1786 |
1721-1784 |
Silahdarzade Mehmet Emin |
Tezkire-i Şu'ara |
İ751 |
1751-1790 |
Esrar Dede |
Tezkire-i Şu’ara-yı Mevleviyye |
1796 |
1400-1790 |
Enderunlu Akif |
Mir’at-i Şi'r |
1779 |
- |
Şefkat |
Tezkire-i Şu’ara |
1826 |
1730-1813 |
Esat Efendi |
Bağçe - i Safa - enduz |
1848 |
1722-1835 |
Arif Hikmet |
Tezkire-i Şu’ara |
1859 |
1589-1836 |
Fatin |
Hatimetü ’l-Eş'ar |
1867 |
1722-1852 |
Tevfik |
Mecmua-i Teracim |
1859 |
1595-1860 |
Mehmet Tevfik |
Kafile-i Şu’ara. |
1892 |
- |
Faik Reşat |
Eslaf |
- |
- |
Mehmet Siracettin |
Mecma-ı Şu’ara ve Tezkire-i Üdebâ |
1924 |
1852-1907 |
Ali Emirî |
Tezkire-i Şu’ara-yı Amid |
1924 |
- |
M. Kemal İnal |
Son Asır Türk Şairleri |
1957 |
1852-1930 |
Nail Tuman |
Tuhfe-i Nailî |
1958 |
|
Osmanlı biyografisi daha önce var olan bir geleneğin izleyicisi olduğu için bu eserler öncelikle bir ön sözle (mukaddime) başlarlar. Bu bölümde yazar Tanrıya hamt, peygambere dua ettikten (hamdele ve salvele) sonra kitabını niçin yazdığını anlatır. Bu kısımda Tanrı’nın insanlara verdiği en değerli nesnenin konuşma ve yazma yetisi olduğu belirtilir. Bu yüzdendir ki şiirin tarihi insanla yaşıttır ve ilk şiir Hz. Âdem tarafından söylenmiştir. Kuranda şiir aleyhindeki hükümlerin nasıl yorumlanması gerektiği ve bu hükümlerin aslında belli tarzdaki şiirleri kapsadığı vurgulanır. Mukaddimede bazen tezkireci, eserini hangi yöntemleri kullanarak yazdığını ve eserine girecek isimleri nasıl seçtiğini de anlatır. Bu yüzdendir ki tezkirelerin bir bölümünün mukaddimesi, orijinal birer poetika denemesidir.
Daha sonra biyografilere geçilir. Bu bölüm de kendi arasında birkaç kısma ayrılabilir. Tezkirecilerin çoğu, yine kendilerinden önceki örneklere bakarak hanedan mensuplarını ayrı bir bölümde ele almışlardır. Tezkirenin çatısını meydana getiren asıl şairler bölümünde Osmanlı ülkesinde yetişmiş ve Türkçe şiirleriyle tanınmış şairler yer alır. Burada yer alan şairlerin doğum yeri, adı, lakabı, öğrenim durumu, meslek veya makamı, başlıca hocaları, hayatlarındaki önemli değişiklikler, ölümü, varsa ölüm tarihi, mezarının yeri, bazen şairle ilgili bir ya da birkaç anekdot, edebî durumuyla ilgili değerlendirmeler, eserleri ve eserlerinden örnekler yer alır. Bu muhteva Herat tezkirelerinden girmiş, tezkirecilik tarihi boyunca da benzer ölçüler içinde devam etmiştir. Sadece son tezkirecilerden sayılan Fatin, seçtiği örnek şiirleri biyografinin önüne geçirerek anlamsız bir yenilik yapmıştır.
Biyografiye yönelik bu bilgiler tezkire yazarının imkânlarına, şaire zaman ve çevre olarak yakınlığı ya da uzaklığına, ayrıca yazarın bakış açısına bağlı olarak kısalıp uzamaktadır. Âşık Çelebi’de son derece ayrıntılı ve uzun biyografi tarzı, Faizî’de sadece şairin adı, işi ve ölüm tarihinden ibaret bir şekle dönüşür. Güfti ise manzum tezkire yazan tek isimdir.
Tezkirelerin sonunda da hatime adı verilen bir sonuç bölümü yer alır. Bu kısımda da tezkireci, eserini yazarken karşılaştığı sıkıntıları anlatır, eserini başarılı kılması için Tanrıya yakarır, okuyandan ve yazandan beklentilerini sıralar.
XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar devam eden tezkire türü, geniş zaman dilimi içinde farklı şeklî görünümlerle karşımıza çıkar: Bu eserler Herat ekolü tezkirelerini kendilerine örnek almakla birlikte, başta tertip tarzı olmak üzere birçok değişikliğe de uğramışlardır. Nasıl Osmanlı mimarisi, mirası üzerine oturduğu Orta Asya ve Selçuklu geleneğini geliştirmişse, benzer bir gelişim faaliyeti de biyografide gerçekleşmiştir. Herat tezkireleri tasniflerini tabaka üzerine kurarken, Anadolu’da bu yöntemi Latifî çok pratik bir şekle dönüştürmüş ve şairleri alfabetik olarak sıralamaya başlamıştır. Latifî’den sonra bu çağdaş usul, küçük istisnaları dışında Türk tezkireciliğinin vazgeçilmez tertip tarzı olmuştur. Her ne kadar bu yöntem fikri Âşık Çelebiye aitse ve kendisinden önce başka Müslüman biyografi yazarlarınca kullanılmışsa da
Türk tezkirecilik tarihinde bu usulün ilk uygulayıcısı Latifî olmuştur. Latifi sadece tertip tarzıyla değil, biyografiye kazandırdığı ivme ile artık klasik biyografinin sınırlarını çizmiş, Âşık Çelebi ve antoloji tipi tezkireler hariç kenefinden sonraki biyografi yazarları büyük ölçüde onu izlemişlerdir. Başka bir ekol olan Âşık Çelebi, tertip tarzının kullanışsızlığına rağmen ortaya koyduğu ayrıntılı biyografi örnekleri ile farklı bir çizginin temsilcisi olmuştur. Fakat onun tarzı, izlenmesi zor bir yol olduğu için kendisinden sonra pek takipçi bulamamıştır. Sehi ve Ahdî (Solmaz 1994) dışındaki XVI. yüzyıl tezkirecileri, şairlerin kendilerine has bir sınıf olduklarına, meslek ve diğer sosyal ölçülerine bakılmaksızın bir bütün olarak ele alınmaları gerektiğine inanırlar. Bu kanaat XVIII. yüzyıla kadar benzer şekilde devam eder. Fakat ortaya çıkan birikim bu yüzyılda Esrar Dede (Genç 2000) ve Akif’i kendi çevrelerinin şairlerini bir tezkirede toplamaya götürür. Böylece Esrar, sadece Mevlevi şairlerden, Akif de Enderun’da yetişenlerden ibaret zümre tezkirelerini kaleme alırlar. Bunu daha sonra Ali Emirî Efendi, Tezkire-i Şu’ara-yı Amid'de ve İşkodra Şairleri'nde (Karateke 1995) sadece aynı şehirde doğan biyografilerden ibaret tezkire hâline dönüştürür.
XIX. yüzyılda Türk aydını yeni bir uygarlık arayışına yönelince pek çok başka alan gibi değişen ve yenileşen insan, edebî sahada da bir beklenti içine girer. Toplumda derinden hissedilen ikilem biyografiye de yansır. Esat Efendi, Arif Hikmet ve Fatin, klasik geleneği sürdürürken; Tevfik ve Mehmet Tevfik mevcut birikimi değerlendirip bütün Osmanlı şairlerini tek bir eserde toplamaya çalışırlar. Fakat bunda başarılı olamazlar. Öte yandan Esami ve Osmanlı Şairleri ile Naci, Eslaf ve birkaç eseriyle Faik Reşat, Osmanlı Müellifleri ve başka örnekleriyle Mehmet Tahir, Sicill-i Osmanî ile Mehmet Süreyya bu yeni arayışın ürünleri olan çalışmalarını verirler.
XVI. yüzyıl tezkirelerinin bir özelliği, ele aldıkları şairlerin büyük bölümünün kendi dönemlerinden önce yaşamış olmalarıdır. Bu yüzden biyografiler, toplanan bütün bilgileri ihtiva ettiklerinden, uzundurlar. Buna karşılık örnek şiirler ortalama biyografinin üçte biri kadar bir bölüm kapsar. XVII. yüzyıl tezkirecileri ise daha çok kendi çağdaşlarını kaleme almışlardır. Bu yüzden söylenen şeyler, bilineni tekrarlamak anlamına gelecek bilgiler olduğu için biyografiler kısalmış, buna karşılık örnek verilen şiirler artmıştır. Riyazi Tezkiresi (Açıkgöz 1986), bu iki yüzyıl arasında bir geçiş dönemi eseridir. Şekilde meydana gelen bu değişiklikler, giderek antolojik tezkireler diyebileceğimiz bir tarzın doğmasına sebep olmuştur. Bu tarz tezkirelerde, birkaç kelimelik biyografik bilgi ve uzun şiirler yer almaktadır. Mesela Faizî’de örneklerin sayısı 300 beyte kadar çıkar. Faizi ile başlayan bu antoloji tipi tezkirecilerinin diğer temsilcileri, Yümni, Seyrekzade Asım, Beliğ, Silahdarzade Mehmet Emin ve Şefkat’tir (İsen 1989).
XVIII. yüzyıl ise kendinden önceki döneme bir tepki ve XVI. yüzyılın mükemmel örneklerine bir özentidir. Bu yüzdendir ki sözü edilen yüzyılda biyografiler tekrar XVI. yüzyıldaki gibi uzamış, buna karşılık örnek şiirlerde azalmaya gidilmiştir. Safayi, Salim ve Ramiz’in eserleri bu tarz tezkirelerdir. Küçük hacmi ile Mucip’i bir ara örnek olarak değerlendirmek mümkündür.
Tezkireler, çeşitli sanatlar ve secilerle işlenerek kaleme alındıkları için kendileri de birer edebî eserdir. Fakat burada standart bir tezkire yazıcılığından söz etmek mümkün değildir. İlk örnek olan Sehi Tezkiresi, üslup ve terminoloji açısından da acemilikler gösterir. Bu konuda da Latifî Tezkiresi daha sonraki yazarlara modellik etmiştir. Latifî, eserini kendi çağının yazı dili ile fakat bu eserin bilgi vermeyi hedefleyen bir çalışma olduğunu da unutmadan kaleme almıştır. Kendisinden sonra tezkire yazan Hasan Çelebi, Salim ve Ramiz süslü ve gösterişli bir anlatımı tercih etmişlerdir. Aralarında bu manada üslup farkı bulunmasına rağmen tezkireler, aynı sanat ve kültür telakkisinin ürünleri oldukları için biçim ve muhteva yanında üslup, dil ve terminoloji bakımından da benzerlik gösterirler.
Tezkirecilik biyografik künye yazıcılığını esas aldığı için, yazan ortaya koyduğu eserden daha önde tutup sanatın kaynağındaki insan unsuruna yönelir. Bu yüzdendir ki tezkirelerde sanata ilişkin değerlendirme unsurları büyük ölçüde şaire odaklanır. Bu özelliğiyle adı geçen eleştiri sistemi, eseri esas alan modern eleştiriden ayrılır. Ama bu ifade, tezkirelerin sadece biyografik çerçevede kaldıkları anlamına gelmemelidir. Tezkirelerde, özellikle verilen örneklerden önce şairin sanatına yönelik önemli değerlendirme unsurlarına da rastlanır. "Pesend ü ısgâya kâbil şiir”; "hoş-âyende nazm”; "rengîn inşâ”; "âşıkâne gazel ve muhayyel eş’âr” gibi bütün tezkirelerde karşımıza çıkan terminoloji bunun kanıtıdır (bk. Tolasa 1983? Kılıç 1998).
Tarih ve onun özellikle İslam dünyasında en önemli alt dallarından biri olarak biyografi, sözü edilen uygarlığın dikkate değer armağanlarından biridir. Meseleye Türk biyografi geleneği açısından bakıldığında da Arap ve Fars edebiyatları öncülüğünde gelişmiş olmasına rağmen özellikle şuara tezkiresi türü, Türkçede güzel ve başarılı örnekler vermiştir. Üstelik tür, Türkçede XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar aksamadan sürüp gitmiştir. II. Murat devrinden itibaren kalburüstü hiçbir Türk şairi yoktur ki onunla ilgili yazılı bir biyografik bilgiye rastlanmasın. Kuşkusuz verilen bu bilgiler bugünkü biyografi ölçülerine göre eksiktir. Ama o çağdaki Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında bu anlayış kendi çağının önündedir. Bu önemli özelliklerine rağmen tezkire birikimi, başka benzer birikimler gibi çağdaş bir organizasyona dönüşmemiş ve çağdaş biyografi Batılı örnekler model alınarak oluşmuştur.
Edebiyat Tarihi, Kültür Bakanlığı
İLGİLİ İÇERİK
LATÎFÎ TEZKİRESİ'NİN ÖZELLİKLERİ