RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN'IN BİRİNCİ TÜRK DİL KURULTAYI KAPANIRKEN VERDİĞİ SÖYLEV
Büyük önder, aziz dinleyiciler!
İlk Dil Kurultayı bugün sonuna eriyor. Böyle büyük ve tarihî bir vazifeyi gören kurultayı saygı ile selamlarım. Güzel İstanbul’a ne mutlu ki harf inkılâbı ilkin onda hazırlanmıştı. Dil inkılâbının ilk hızı da şimdi ondan başlıyor.
Arkadaşlar!
On gün, her biri saatlerce süren celselerde vekil bey, âlimler, edipler, şairler, münekkitler, dilciler, gramerciler, ıstılahçılar söz aldılar, derin düşüncelerini söylediler. Özlü bilgilerini anlattılar. Bunları bu salondakiler dinlediği gibi havaları aşarak yurdun dört bucağına seslerinizi duyuran demir ağızlar önüne toplanmış bütün yurttaşlar da dinlediler. O yurttaşlar ki kurultayınızı kutlamak için yolladıkları binlerce telyazıları, göreceğiniz işi alkışlayan bir millet sesi idi.
Önümüzde daha zaman olsaydı kadın, erkek nice hatibin birbirinden değerli sözlerini dinleyecektik. Onların söylenmemiş olması, söylemek istedikleri şeyin duyulmayacağı demek değildir.
Umumi kâtiplik, elindeki yazdan umumi merkez heyetine verecektir. Bunlar ileride bastırılıp yayılacaktır. Böylece kurultaya yurdun dört bucağından getirilmiş olan hiçbir armağan sayılmadan unutulmuş, sunulmadan saklanmış olmayacaktır.
Arkadaşlar!
Bütün hatiplerin sözleri kurultay programının yedi maddesi üzerinde toplandı. Bu program, Türk dilini üç zaman içinde düşündürüyordu. Dilimizin dünü, bugünü, yarını. Onun için diyebilirim ki bu program, tarihî ve coğrafyası olan bir programdır. Çünkü Türk dilini zaman ve mekân içinde göz önüne koyuyordu. Gördük ki Türk dili genişlikten yana Asya'nın göbeğinden, Büyük ve Atlas Oseanların kıyılarına, Hint Oseanı'nın kıyılarından Finlandiya Körfezi kıyılarına kadar yayılmış bir ummandır. Derinlikten yana ise insan zekâsının en ıraklardaki belirtisine kadar gider uçsuz bucaksız bir yoldur.
Gördük ki dilimiz tarihin en ilk izlerinin de ötesine varabilen devirlerdeki büyük muhaceretlerin dili olmuştur. En ilk ve eski kültürün dili olmuştur. En büyük zaferlerin dili olmuştur. Bugünkü lengüistiğin kök diye baktığı Sanskritçe, Yunanca, Latince gibi dillerin de daha kökünde duran bir dil... Sümerce, Etice gibi ilk Ön Asya medeniyetlerinin de dili olsa gerek...
Bu kadar uzak benliği olan dilimiz, Fatihlerin orduları ile medeni alışveriş yolu ile eski yeni dünyaları kaç boy dolaşmış, kendi varlığından nice izler bırakmış... O, pek yakın bir geçmişte bile Afrika'nın Cezayir'inde, Sudan'ında, Avrupa'nın Nemçe sınırlarında konuşuluyordu.
Bugün bile onun coğrafyası her dilin çizemeyeceği çizgileri çok ötelere aşmaktadır O hâlâ Balkanlardan Hint sınırlarına, Çin içerilerine, buzlu istep derinliklerine kadar her yerde konuşuluyor. Onun her bir lehçesi bir diyarı tutmuş, bir iklimi benimsemiş, orada kendinden olmayan dillere göğüs geriyor.
Birçok yerde mektepsiz, bakımsız kalsa da halkın bağrında bir ruh zırhına bürünmüş olarak diri duruyor. Türkçe: buyrukların dili; yurt, yapı kuranların dili, ülkeler gibi denizleri de şanla aşmışların dili, toprağı işleyenlerin dili, beyinleri uyandıranların dili, sevgilerin dili; sızıların dili...
Türkçe: analarımızın dili, ana dili, diller güzeli... Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, bürümcükten ince, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe...
Coşkunların hızını, dertlilerin iç sızısını, delikanlıların sevgisini, inanını, güler yüzlü kızların kıvraklığını, babaların öğütlerini, anaların yumuşak yürekliliğini, kızgınların öfkesini, kırgınların iniltisini, şenlerin şakasını, göklerin ıraklığını, suların canlılığım, ay ışıklarının oynaklığım, güneş parıltısının keskinliğini iç yaşayışlarımızı da dış yaşayışımız gibi her dilden duygulu anlatan Türkçe! Bize hayatı anlatan, hayatı kendisi ile anladığımız Türkçe...
Bizi birbirimizle anlaştıran, dünya milletleri içinde bize de şanlı ve belli bir varlık veren Türkçe...
İşte bu kurultayda on gündür onun başından geçenleri, onun uğradığı bakımsızlıkları, onun kendisinde gizli kalan zenginliğini, onun ileride alacağı gürbüzlüğü düşündük.
Onu ilk defadır ki bu kadar toplu, bu kadar sürekli, bu kadar candan düşünüyoruz. Yarına bir abide yüceliğinde geçecek bir vesika, bir kitap bıraktık. Yeni bir Turfan Abide'si.
Tarih en büyük düşünce hareketlerinin belirti noktalan diye Perikles Devrinden, Augustos Devrinden, Rönesans'tan, on dördüncü Louis Devrinden, büyük Frederik Devrinden bahseder. Bunlar çok beğenilecek şeylerdir. Bunlara adını verenlerin bunlarla ne kadar uğraştıkları ise çok belli değildir. Fakat bu devirlere eş bir devir de biz yaşıyoruz. Mustafa Kemal devrinin düşünce hamleleri bizim için onlardan çok uyarıcı ve başarıcıdır.
...Bu program Mustafa Kemal'in bir meseleyi nasıl düşündüğünün grafiğinden başka nedir? Bir davayı bütün gerçekliği ile göz önüne getirmek, onu zaman ve mekân içindeki yerine, sırasına koymak; beyin laboratuarında inceden inceye elenip dokunmuş bir işin nasıl bir iş olduğunu görmek, göstermek, düşünceleri o iş etrafında bir araya toplamak, o işten çıkan neticeleri ilerisi için hedef edinmek: İşte Mustafa Kemalce düşünüş bu demektir.
Bu kurultayın programı da bu cemiyetin kurulması gibi o biçim bir düşünüşün bir örneğidir. Mustafa Kemalce düşünmek demek: Tahlil ve terkip etmek, şuurlaştırmak, nizamlandırmak, sistem hâline koymak demektir. Bu usul Çanakkale'den Dil Kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir.
Yaptığı işlerin hiçbiri kolay değildi. Onun ve hepimizin bu sarayda oturması için önce onun yıkılmış Türkiye'ye, verilmiş İstanbul'u kurtarması gerekti. Onun da bizim de İstanbul'da oturabilmemiz için yeni Türkiye'nin kurulması gerekti! Her biri tarihte bir büyüğe sonsuz şan olacak bu dev işlerinin her birinden sonra o: "Artık yeter!" deyip dinlenseydi hangimiz ona: "Yoruldu!" diyecektik! Fakat o, bizi kamaştıran her büyük işi kendinin bir gün işi gibi görüyor. Vazifesini bitmiş saymıyor. Bu dünyada hangi işi görmeye geldiğini yalnız o biliyor. Onun için bir ömrün çizgileri içine bir milletin asırlarını sığdırıyor! Çağlayan akıyor. Ondan bütün tarlalarımıza bolluk, bütün karanlıklarımıza ışık, bütün makinelerimize hareket almak bizim borcumuzdur. Bizim yurdumuzda onun gibi bir kuvvetimiz bulunması, bizim bahtımızdır.
Bugüne kadar dağınık dilekler, geçici özleyişler, büyük emeller şuradan buradan beliren birer sızıntı idi. O, işi eline aldığı günden beri ise umumi bir şuur oldu, bir nizam bir sistem oldu; milletleşti, devletleşti, yeni ve engin bir hız aldı!
Ey bizden daha genç olanlar! Bu emekler, bu dilekler sizler içindir! Bu dille sizler, ne mutlu, bizlerden çok ve güzel konuşacaksınız!-. Hele anaların kucağında ilk sözleri öğrenen Türk çocukları! Ah sizin konuşacağınız, sizin yazacağınız Türkçeyi duysaydım! Sizin ve sizin çocuklarınızın ağzında Türkçe kim bilir ne güzel ne duru bir varlık olacaktır! Onu yarınki dâhi sanatkârlar kim bilir daha ne imrenilecek yeniliğe ve güzelliğe yükseltecektir. Onlar da unutmasınlar ki bu yolu onlara ilkin Mustafa Kemal açtı.
Böyle bir yolun başında bulunmuş olduğunuz için bahtlısınız arkadaşlar, hem de Mustafa Kemali görerek, reylerinizle açtığınız yolun güzelliğini görerek...
Ruşen Eşref Ünaydın
İLGİLİ İÇERİK