Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Houston, 21.5.1981

Canım Babacığım,

Sizlere biraz geç cevap yazabildiğim için üzgünüm. Fakat çalış­malarım o kadar yoğun ki, anlatamam. Sizi merakta bıraktıysam, bağış­layın beni.

Bu sizlere Amerika'dan, Texas'tan ilk mektup yazışım. Buraya ge­leli hemen iki hafta oluyor. Bilseniz neler, ne heyecanlar yaşadım şu kı­sacık zamanda.

Roma'dan Newyork’a uçakla gelirken, heyecandan-içim içime sığ­mıyordu. Yıllarca hayaliyle yaşadığım Amerika'da ihtisas yapma im­kânına kavuştuğuma hâlâ inanamıyordum. Havaalanında Türk arkadaş­lar karşıladı beni. Onlar da, Newyork'taki üniversitelerde ihtisas yapı­yorlardı. Sizlere yazdığım kartı havaalanından attım.

Newyork'ta ancak bir gün kalabildim. Ertesi gün sabah erkenden beni Houston'a götürecek uçağa bindim. Houston Havaalanında beni karşılayacak kimse yoktu. O anda ne kadar korktuğumu size anlata­mam. Senin, annemin sevimli yüzleriniz gözümün önüne geldi. Az İngi­lizce biliyordum; üstelik büyük ve bilmediğim bir şehirde yapayalnızdım. Neyse ki, elimde adres vardı. Bir taksiye bindim, kalacağım pansiyona gittim. Oradaki arkadaşlar beni hayretle karşıladılar. Geleceğimden ha­berleri yoktu. Sonradan aklım başıma geldi. Newyork'tan telgraf çek­memiştim onlara!

Burada küçük bir odam var. İçinde minicik bir masa, bir yatak, bir dolap. İşte eşyam bu kadar. Ama gece lâmbasını unutmamalıyım Okul dışındaki zamanımın hemen hemen tamamı bu odada geçiyor. Çalışmalarımın yoğunluğundan zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyorum

Anneciğim, ayrılırken yüzün çok sarıydı, şimdi nasılsın? Babacığım dilerim, beni gittikten sonra tansiyonun çıkmamıştır. Her an gözümün önündesiniz. Sizleri, evimizi, kısacası Türkiye’yi o kadar, özledim ki.

Burada yemekler çok değişik. Bir türlü alışamadım. Ama meraklan mayın, sağlığım çok iyi. Arkadaşlarla da iyi anlaşıyoruz.

Anneciğim, babacığım hepinize sonsuz sevgilerimi ve büyük özlemi ml yolluyorum. Hoşça kalın.

      2007 - Houston Rd.                                                                                                                                                                Oğlunuz Mehmet

      Anchoroge K. Y. 40223                                                                                                                                                                             İmza

     U.S.A

 

***

SALİH BOZOK’A

Ayn-ı Mensur Karargâhından, 

25-28 Nisan 1323 (1912) gece saat 6.

Mektuplarınızda, gazetelerde bize ait hislerinizi tasvir eden sa­tırları okuduğum zamanlar kalbimin pek derin hislerle çarptığını du­yuyorum. Birkaç kardeşinizin Akdeniz'i aşarak, çöllerde uzun me­safeler alarak, donanmasına dayanan düşmanın karşısına çıkması ve buradaki vatandaşla kucaklayarak düşmanı sahile hapsetmesi şüphesiz sizi memnun eder. Fakat biz vatana borçlu olduğumuz fe­dakârlık derecesini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek küçük buluyoruz.

Bilirsin ben, askerliğin her şeyden ziyade sanatkârlığını severim. Burada sanatın bütün icraatını tatbik edecek kadar zamana ve bu zamanın doğuracağı vesait ve vesilelere malik olunursa işte o za­man milletin arzusuna uygun bir hizmet yapmış olacağız.

Ah Salih, Allah' bilir, hayatımın bugününe kadar orduya fayda­lı bir uzuv olabilmekten başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın muhafazası, milletin saadeti için her şeyden evvel ordumu­zun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan kani idim. Bu kanaate ait emellerimin şiddeti ihtimal beni pek ziyade ifratperver göstermişti. Fakat zaman, sâf ve nezih di­mağlardan doğan fikrî hakikatleri —kabulünden çekinilse dahi— tat­bik ettirir.

Bu gece Derne kuvvetlerimizin bütün kumandanları ve zabitleriy­le bir müsamere yapmıştık. Bu satırları çadırıma dönüşümde yazıyo­rum.' Bu güzel kalpli, kahraman bakışlı arkadaşlarımın, bu küçük rütbeli fakat düşmanı titreten büyük kumandanların samimî nazar­larında vatan için ölmek iştiyakını okuyorum.

Bu okuyuş, dimağımda sizin, bütün Makedonya muhitinde tanı­dığım arkadaşların, bütün ordumuzun kahraman evlâtlarının hâtıra­sını canlandırdı. Kalbimde büyük bir sevinç ve gurur hâsıl oldu: Ar­kadaşlarıma dedim ki: «Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mut­laka mesut olacaktır.» Çünkü kendi selâmetini, kendi saadetini mem­leketin ve milletin saadet ve selâmeti için feda edebilen vatan ev­lâtları çoktur.

Cümlenize selâm ederim, kardeşim.

Derne Osmanlı Kuvvetleri Kumandanı

M. Kemal (Atatürk)

(TDK Mektup Özel Sayısı, s. 2)

 

 

 ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR’A

Varşova, 13 Teşrinievvel 1926 

Muazzez Abdülhak Şinasi,

Adresinizi bugün öğrendim ve hemen yazıyorum; birkaç ay ön­ce öğrenmiş olsaydım ne kadar iyi olurdu. Korkarım ki bu muha­bere bahsinde yine beni haksızlıkla itham edeceksiniz. Siz benim ad­resimi biliyordunuz, niçin iki satırlık bir şey yazmadınız, dersem ser­zenişimin haklı olduğunu kabul eder misiniz?

Her ne ise... Bildiğiniz gibi, dört aydan beri Varşova’dayım. Çok sükûnlu bir hayat geçiriyorum. Sây haricinde muttasıl okuyo­rum, edebiyatın sağlam ve sahih nev'i olarak nazarımda tarih kal­dı. Şiir edebiyattan sayılmadığı için onu nâdir ve müstakil bir cev­her olarak bir tarafa bırakıyorum. Dediğim gibi, bir hayli eski tarih okudum. Şimdi, bu yaşımda, daha iyi anlıyorum. Diyebilirim ki vatanda millî teşekkülümüzü ilk defa iyi anladım. Etrafımda İstan­bul kütüphaneleri bulunmadığına yanıyorum. İstanbul’da iken vak­timi beyhude geçirdiğimi, az okumuş olduğumu İdrak ediyorum.

Okumakta olduğu gibi, yazıda da edebiyat heveskârlığından uzağım. Theophile Gautier ölürken sobre (yalın, özentisiz) bir eser vücuda getiremediğini meharetle hissetmiş. Ben şiirdeki birkaç parçamdan memnunum; fakat okunacak şeyleri okumakta gecikti­ğime nadimim. Henüz vakit var mı diyeceksiniz? Onu pek zannet­miyorum. Girdiğimiz yaştan iniş aşağı bakmağa başladım, bizim nesil ihtiyarladı ve ihtiyarlığının pek farkında değildir; ben farkına vardım.

Varşova’dan ikinci bir mektubumda bahsedeceğim. Bu ilk mek­tubum bir medhal olsun. Tahassür ve muhabbetle ellerinizi sıkarım aziz ve nâdir muhibbim, efendim.'

Yahya Kemal

(Abdülhak Şinasi Hisar: Yahya Kemal'e Veda, s. 41-42)

 

LUDWIG von BEETHOVEN'dan GOETHE’ye

Viyana, 12 Nisan 1811

Ekselans,

—Tıpkı benim gibi— size büyük hayranlık besleyen bir arkada­şın, hemen yola çıkmak üzere olması, size uzun yılların birikimi olan şükranlarımı (sizi çocukluğumdan beri tanırım!) sunmam için bana ancak bir kaç dakikalık zaman bırakıyor. Bunca çoğa karşı, bu ne Tut bir karşılık! —Bettine Brentano, ziyaretimi iyi, hatta memnunluk­la karşılayacağınızdan söz etti— yoksa, size 6n derin saygılarından, yaratmış olduğunuz harikulâde eserlere içinde duyduğu sonsuz hay­ranlıktan başka sunacak şeyi olmayan ben, huzurunuza çıkmayı nasıl düşünebilirdim?

Leipzig'den Breitkopf ve Hertel size pek yakında «Egmont»un müziğini iletecekler. O harikulâde «Egmont»u. okur okumaz, İçimi saran ateşle ele aldım ve sizinle düşünüp, sizinle duyarak müziğe aktardım. —Onu nasıl bulacağınızı çok merak ediyorum.— Tenkit­lerinizi de, gerek şahsım, gerek sanatım için faydalı olacakları ci­hetle en büyük iltifat gibi karşılayacağım.

Ekselanslarının büyük hayranı

Ludwig van Beethovven

 

 LUDWIG van BEETHOVEN’e

Karlsbad, 25 Haziran 1811

Bay Oliva aracılığı ile yolladığınız nazik mektubunuz sayın ba­yım, beni son derece sevindirdi. Bana karşı beslediğiniz güzel duy­dular için size teşekkür ederken, mektubunuzda değindiğiniz İste­ğe bütün kalbimle katıldığımı belirtmek isterim. Eserlerinizin usta sanatçılar, ya da hevesli kişiler tarafından icra edilişini dinlerken içimde hep, sizin kendinizi piyanonun başında görmek ve olağanüs­tü yeteneğinizin hayranlığı ile coşmak isteğini duymuştum. Bettine Brentano, kendisine gösterdiğiniz ilgiye lâyık bir insandır. Sizden her zaman büyük bir coşku ve hayranlıkla söz eder. Ve yanınızda geçirdiği saatlerin, hayatının en mutlu saatleri olduğunu söyler.

Benim için hazırladığınız Egmont müziğini, eve döndüğüm za­man bulacağımı sanıyorum. Şimdiden teşekkür ederim. Dinlemiş olanların ağzından onun çok övüldüğünü işittim. Önümüzdeki kış, ti­yatromuzda, adı geçen parça oynanırken, müziği de beraberinde ver­meyi düşünüyorum. Böylelikle yalnız kendime değil, yöremizdeki sa­yısız hayranlarınıza da büyük bir şölen sunmuş olacağım. Bay Oliva'yı eğer doğru anladımsa, yapacağınız gezilerden birinde Weimar'a uğramanız ihtimali de varmış. Böyle bir ziyaretin saray halkının ve tüm müzikseverlerin dağınık olmadığı bir zamana rastlamasını ister­dim. Onurunuza yakışır şekilde karşılanacağınızdan hiç şüpheniz ol­masın. Bunu sağlamak isteyenlerin en başında geldiğimi bildirir, iyiliklerinize bütün kalbimle teşekkür ederken, sağlıcakla kalmanızı di­ler, saygılarımı sunarım.

Goethe

(Goethe'den. Seçme Mektuplar III, s. 8-12) 

 

Mektup Örneği
Lady Montegu'den


(Lady Montegu, İngiliz elçisi olan kocası Montegu ile birlikte Türkiye'ye gel¬miş Edirne ve İstanbul'da (1717-1718) bir yıl oturmuştur. Bize dair görüşlerini mektuplar hâlinde İngiliz dostlarına yazmış, tarafsız bir sanatçıdır. O sıra 27ya¬şındadır. Gelirken Belgrad ve Edirne'de bulunmuştur. Aşağıdaki parçada Edir¬ne'de (daha İstanbul'a gelmeden ) gördüğü kadın giyimlerini ve Türk hanımları¬nı anlatmaktadır.)
Kontes ye, Edirne,                                                                                                                                                                                                       1 Nisan 1717


Size Edirne'nin gayet mufassal fakat hakiki yeniliklerinden bahsedeceğim. Şimdi beni Türk elbisesiyle görseniz, ne kadar hayret edersiniz. Mamafih, benim gibi sizin de, bu kıyafetin bana yaraştığını teslim edeceğinizi zannederim. Size resmimi göndermeyi düşünüyorum. Fakat şimdilik kıyafetimi tarif edeyim.


Önce çok geniş bir şalvarım var. Bu şalvar gayet ince, gül pembesi, kenarı sırmalı damiskadan yapılmış. Terliklerim beyaz deriden ve sırma işlemeli. Şalvarın üstüne, beyaz ipekten etrafı işlemeli bir tül gömlek sarkıyor. Gömleğin yenleri geniş ve kolumun yarısına kadar. Yakası elmas bir düğme ile ilikli. Gömlekten göğsün renk ve şekli tamamen görünüyor. Entari, sanki vücuda göre biçilmiş bir ceket. Fakat benimkinin kenarı gayet kalın, sırma işlemeli beyaz Şam kumaşından. Bunun öyle uzun kolları var ki... Kenarı da pek kalın sırma işlenmiş, Düğmeleri ya elmas ya inci. Kolları arkaya doğru sarkıyor. Mintanım da şalvarımla aynı kumaştan, Uzunluğu ayaklarıma kadar. Üzerine dört parmak eninde bir kemer bağlanıyor. Zengin hanımların kemerleri hep elmas veya başka kıymetli taşlarla süslü. Fazla masraf etmek istemeyenler; işlemeli satenden yapıyorlar. Kemerler önden, elmaslı toka ile bağlanıyor.


Kürk, Türk kadınlarının bazan giydikleri bazan çıkardıkları bir ev libası. Kürkler ağır dibadan, içleri kakum ve samur kaplı, kolları omuzlarından aşağı iniyor. Benimki yeşil ve kenarı sırmalı. Başa "kalpak" denilen bir başlık giyiliyor. Kışın inci ve elmasla işlenmiş kadifeden bir tarafına konuluyor, biraz da yana doğru yıkılıyor. Üzerine ya elmaslı bir gül veya gayet kibar işlenmiş bir mendille beraber bir altın iğne takılıyor. Başın öbür tarafına da saçlar toplanıyor. Üzerine nasıl bir süs takıştırılırsa, meselâ çiçek, sorguç konuluyor.


En mükemmel moda, türlü taşlardan yapılmış büyük bir demet takmak. İncilerden çiçek goncaları, muhtelif renkte yakutlardan güller. Elmaslardan yaseminler, yakutlardan fulyalar vücuda getiriliyor, Bütün bu şeyler o kadar sanatkârca yapılıyor ki, bu neviden bu derecece güzel bir şey tasavvur etmek bile imkânsızdır.


Saçlar, olanca uzunluğu ile arkaya dökülüyor. İnciler ve kordelâlarla süslenerek, birçok Örgülere ayrılıyor. Ömrümde buradaki kadar güzel, bu derece gür saçlı kadınlara tesadüf etmedim. Yalnız bir kadında yüz on örgü saydım; hem de hiç takma saç yok. Türkiye'de güzeller İngiltere'dekilerden daha çok ve hepsi türlü türlü. Burada hiçbir genç kadına rastlanamaz ki güzel olmasın. Hemen hepsi de kara gözlü, tenleri dünyanın en güzel renginde. Bence İngiliz Kral Sarayı, bütün Hristiyanlık âleminde en güzel kadınların bulunduğu bir yer ise de, orada bile, bunlar kadar güzelleri bulunamaz.


Zengin Türk kadınları, kocalarından pek o kadar korkmuyorlar. Çünkü gelirleri kendi ellerindedir. Divan bile kadınlara hürmet eder. Bir paşa katlolunsa bile, padişah " haremin" yani kadınlar dairesinin şeref ve haysiyetine asla dokunmaz. Dul bir kadın, hiç bir tecavüze uğramadan emin yaşayabilir.


Gerçi Türklerde "şeriat" dörde kadar izin veriyor, fakat kibar erkekler bu izinden istifade etmiyorlar. Bundan başka bir kadın, buna asla tahammül edemez.
Bütün kibarlar arasında tanıdıklarımdan yalnız defterdarın birkaç cariyesi var, Bu cariyeler selâmlığın bir bölümünde oturuyorlar... Fakat bu dediğim defterdara herkes çapkın nazariyle bakıyor ve hiç saygı göstermiyorlar. Zevcesi hep ha¬remde oturuyor kocasını görmek bile istemiyor.


Görüyorsunuz ya sevgili kardeşim, o seyahat uydurmacılarının bizi aldatmağa kalkıştıkları gibi, erkeklerin ahlâkları arasında pek o kadar fark yok. Sizi şaşırtacak şeyler uydursaydım, ihtimal ki daha çok eğlenirdiniz. Fakat sanırım ki, dünyada hakikatten daha lâtif ve size ondan daha lâyık hiçbir şey olamaz.


(Lady Montegu, Şark Mektupları, Çeviren: Ahmet Refik)

 

İLGİLİ İÇERİK

MEKTUP - SAİT FAİK ABASIYANIK

MEKTUP NEDİR?

MEKTUP TÜRLERİ

ÖZEL MEKTUP NASIL YAZILMALI?

İŞ MEKTUPLARI NASIL YAZILMALIDIR?

SON EKLENENLER

Üye Girişi