Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

KÜLTÜR VE DİL

-Sadeleştirilmiştir.-

Ziya Gökalp, dili kültürün temel öğesi sayar. O, bu görüşünde haklıdır. Çünkü dil, duygu ve düşüncenin adeta kabıdır. Bir ulusun bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya ka­lıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, kuşaktan kuşağa aktarılır. Yazı, dilin sesini kay­deden bir araç olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, söz ile de bir ulus arasına yayılır.

Dil kültürün temeli olduğuna göre, bir ulusun dil ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kül­tür kavramına girer. Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, çarşıda, iş yerinde konuşan halk, far­kında olmadan dil tarlasını eker, biçer. Dilin duygu ve düşünce ile dolmasının nedeni, günlük yaşama çok yakın olmasıdır.

Aslında dili yaratan yaşam, daha doğrusu toplumsal yaşamdır. Anne çocuğuna bir oyun­cak verir: "Bak sana otomobil getirdim." der. Böylece çocuk, oyuncak otomobil ile beraber "otomobil" sözcüğünü öğrenir.

Dil deyince, konuşulan yazılan bütün sözcük ve cümleleri anlamak gerekir. Halk günlük yaşamında sözcükleri köklerine göre ayırmaz. Onu ilgilendiren, sözcüklerin anlamı, işe yaramasıdır. Bir bakkal dükkânında on dakika oturup halkı dinleyerek hangi sözcükleri kullandığı­nı saptayabilirsiniz.

İlle öztürkçe yazılmamış, "normal", "tabii" yazılı bir üründe, bir gazete veya kitapta da bu işi yapabilirsiniz. "Normal" ve "tabii" konuşan halk gibi, "normal" ve "tabii" yazan bir yazar da sözcüklerin kökenine değil, anlamına, ayırtısına ve işe yararlılığına önem verir.

Her ulus dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu esnada o, akan bir nehir gibi, içinden geçtiği her topraktan bazı öğeler alır. Her uygar ulusun konuşma ve yazı dili, karşılaş­tığı uygarlıklardan alınan sözcük ve deyimlerle doludur. Bu bakımdan her ulusun dili, o ulusun çağlar boyunca yaşadığı tarihin sanki bir özetidir. Dile bu gözle bakılırsa anlam kazanır. 

Batılı dil bilginleri, filologlar yazılı veya sözlü kültür eserlerini incelerken, bir arkeolog gibi hareket ederler. Bir çeşit "dil arkeolojisi" yaparlar. İlkin inceledikleri metnin tarihini sap­tamaya çalışırlar. Çünkü her metin dil tarihinin bir kesitini verir. O kesitte, yerli, yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, anlamı dikkatle saptanır. Çünkü en küçük bir işaret, bir ses değiş­mesi, o sözcük hatta bütün metnin anlamını değiştirebilir. Eğer Sümerce bir metinde Tanrı ve at sözcükleri Türkçe Tanrı ve at anlamlarına geliyorsa, bu, bütün insanlık tarihine yeni bir göz­le bakmayı gerektirir. Bundan dolayı dil bilginleri, filologlar eski metinleri incelerken kılı kırk yararlar. Sözcüklerin kökenleri onları dil ve kültür tarihi bakımından ilgilendirir. Göktürk harf­leriyle yazılmış bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir sözcük, dil ve kültür tarihi bakımın­dan önemli bir anlam taşır. Türklere ait eski metinlerde sade Türkçe sözcüklere önem vererek, yabancıları bir kenara atmak hem kültür kavramına, hem de ilmî düşünceye aykırıdır. Dili bir ulusun uygarlık tarihinin aynası olarak inceleyenler, onda pek çok şey görürler. 

Dil ile tarih ve kültür arasındaki ilgiyi bilen bir kimse dili tek başına almaz. Çünkü dilde her sözcüğün yazılış, ses, biçim ve anlamını tayin eden, tarih ve kültürdür. Yunus Emre'nin şi­irlerinin dilini, yazıldığı dönem ve çevreden ayrı ele alamazsınız. Çünkü o ağacın kökleri gele­nek ile beraber, yetiştiği topraklara sımsıkı bağlıdır. Bu da gösterir ki filolog sadece dilci değil, geniş kültürlü, kafası dil gibi yaşamın bütün olanaklarına açık bir insan olmalıdır.

Mehmet KAPLAN (Kültür ve Dil)

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

11.SINIF MAKALE SLAYTI

MAKALE ÖZELLİKLERİ

MAKALE ORNEKLERİ

MAKALE-TÜRK DİLİ ZENGİN BİR DİL MİDİR?

11.SINIF SERVET-İ FUNUN ŞİİRİ SLAYTI

SON EKLENENLER

Üye Girişi