Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

Metin 1

Atatürkçü Düşüncede Dayanışmanın, Millî Birliğin Sağlanmasındaki Önemi

Gerçekten millet olmak için en başta arzu edilen husus, toplumun fertleri arasında sevgi ve saygı hislerini canlı tutan en gerekli anlarda karşılık beklemeksizin dayanışmayı sağlayan duygu ortaklığının mevcudiyeti olmalıdır. Bu ortak duygu ancak, ortak bir kültür hayatı yaşayan toplumlarda ortaya çıkabilir. O halde milli kültür millet olmanın sosyal dokusunu meydana getirmektedir. Bir toplulukta fertler aynı kültür, aynı terbiye ve aynı duygularla birleşiyorsa orada millet gerçeği vardır denilebilir. Kültürde birlik, sosyal yapının güçlenmesini sağlar. Çünkü fertler arasındaki ortak duygu ortak şuuru yaratır. Bu bakımdan milli şuur veya milli duygu kültür hayatının dışa bir yansımasıdır. Ancak ortak kültür değerleri fertler arasında birleştirici rol oynayabilirler. Bu da sosyal yapının güçlenmesini sağlar. O halde milli kültürün en önemli görevi millet olma sürecini pekiştirmiş olmasıdır. Şüphe yok ki, Millet bir gönül birliği, bir ruh anlaşması ve bunun hukuki ifadesi olan birlikte yaşama arzu ve iradesidir. Bu birlik ve anlaşmanın doğması için elverişli bir zemin lazımdır. Bu zemin yukarıda saydığımız ortak ülke, ortak dil, ortak soy, ortak din ve ortak tarih gibi objektif faktörlerdir. Ancak sübjektif veya kültürel faktörler bu zemin üzerinde yükselebilir. Demek ki bir milletin var olabilmesi için objektif ve sübjektif faktörlerin birbirini tamamlamaları ve takviye etmeleri gerekmektedir. Ayrıca bir insan grubunun bir gönül birliği halini alarak bir millet meydana getirmesinde siyasi kuvvet ve teşkilatın da önemli bir rolü vardır.

Atatürk Milli Mücadele'nin başlangıcından itibaren milli güç, milli birlik ve bütünlük konusuna son derece önem vermiş, bu mücadeleyi Türk milletinin maddi ve manevi gücünü birleştirmesiyle başarmıştır. Milli Mücadele, milli sınırların kurtarılması olduğu kadar, millet birliğinin sağlanmasına da yönelik olmuştur. "Milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir" diyen Atatürk, Türk milletinin birliğini kuvvetlendirecek manevi harcı kültür milliyetçiliğinde bulmuştur. Atatürk'ün Milliyetçilik anlayışının önemli bir özelliği de sınıf mücadelesini reddetmesi ve sosyal dayanışmayı esas almasıdır. Atatürk; Türk toplumunu teşkil eden köylü, çiftçi, işçi, esnaf, sanatkâr, sanayici, tüccar, serbest meslek sahibi ve memur gibi her çeşit meslek ve zümrelerin, aynı milli toplumun birer unsuru olarak, sosyal adalete uygun esaslar içinde, ahenkli bir tarzda işbirliği yapmalarını; bunlar arasında çıkabilecek anlaşmazlıkların millet yararını her şeyin üstünde tutarak uzlaştırılmasını ve bağdaştırılmasını öngören temel bir görüşe sahiptir. Atatürk'ün gerek Milliyetçilik anlayışı, gerekse Halkçılık anlayışı sosyal adalete, sosyal güvenliğe toplumun ekonomik bakımdan zayıf kesimlerinin korunmasına ve güçlendirilmesine, adaletli gelir dağılımına büyük önem vermekle beraber, sınıf mücadelesini reddeder. Atatürk'e göre Türk toplumu, menfaatleri birbiriyle çatışan ve aralarında zorunlu olarak bir mücadele olması gereken sınıflardan değil, birbirine muhtaç olan ve aralarında uyum bulunan çeşitli çalışma gruplarından oluşmuştur. Bu anlamda Atatürk'ün Halkçılık ilkesi ile üçüncü Fransız Cumhuriyeti'nin hâkim ideolojisi olan "dayanışmacılık" (solidarisme) arasında yakın benzerlikler görmek mümkündür. Yukarıda aktarılanlardan anlaşılmaktadır ki, halkçılık fikri temel esprisi itibarıyla meşruiyetin kaynağını halkta gören ve demokratik milliyetçi akımın kullandığı anlamda dil, vatan ve kültür beraberliğine dayanan bir millet meydana getirmeyi amaçlayan bir fikirdir. Osmanlı toplum yapısının esasını oluşturan avam-havas ayrılıklarına son vermek ve aydınlarla halk arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmak, halkın yönetime katılmasını sağlamak, halkın birbirine rakip zümrelerden oluşmadığını, yani sınıf çatışmaları yerine "tesanüd (dayanışma)" fikrini yerleştirmek gibi mühim yapı farklılaşmaları halkçılık fikrinin ana eksenini oluşturmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk'teki halkçılık fikrinin ilk belirtilerini henüz 1920'lerin başında bizzat hazırladığı "Halkçılık Programı”nda görüyoruz. Sonradan 1924 Anayasası'na esas teşkil edecek olan bu program bir bakıma dayanışma felsefesi için köklü tedbirleri ihtiva etmektedir. O'na göre halkçılık sadece siyasi ve hukuki bir kavram değildir. Aynı zamanda sosyo-ekonomik bir düşünce sistemidir...

Atatürk'ün fikir sistematiği içinde önemli olan diğer bir husus da "...Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil fakat ferdi ve sosyal hayat için işbölümü itibarıyla muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir topluluk telakki etmek"tir. Burada ifade edilmek istenen sınıfsızlıktır. Mustafa Kemal, Türk toplumunu ayrı ayrı sınıflara bölmeye karşıdır. Ancak iş bölümü sonucu halkın çeşitli meslek sahalarına ayrılmış olması yeterlidir. İş bölümü sonucu meydana gelen tabakalaşma şöyledir: 1) Çiftçiler, 2) Küçük sanat sahibi ve esnaf, 3) İşçi, 4) Serbest Meslek sahibi, 5) Sanayici, 6) Tüccar, 7) Memur. O'na göre "...Bunların her birinin çalışması umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu prensipleri istihdaf ettiği (Karşısına koyduğu) gaye sınıf mücadeleleri yerine içtimai nizam ve dayanışma temin etmek ve birbirini çürütmeyecek surette menfaatlerde ahenk temin etmektir. 

Metin 2

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye lâyık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için. 

SHAKESPEARE

 

Yukarıdaki metinde insanların korkma nedenleri açıklanmıştır. Dolayısıyla bu metinin yazılış amacı açıklamaktır. Metinde kelimeler ilk anlamlarıyla kullanıldığı için her okuyucu bu metinden aynı anlamı çıkarmaktadır.

 

Metin 3

Tabiat ile hayat, insanoğlunun şekil vererek güzel ve faydalı eserler vücuda getirebileceği muazzam bir malzeme deposudur. Resim mi yapmak istiyorsunuz? Dünyada renkten ve boyadan çok ne var? Hakiki bir ressam konu bakımından da bir sıkıntı çekmez. Bütün tabiat ve hayat işlenecek konu ile doludur. Mühim olan, herhangi bir konu etrafında bir renk kompozisyonu vücuda getirmektir. 

Mehmet Kaplan'a ait olan ikinci metin okuyucuyu aydınlatmak amacıyla yazılmıştır.

 

Metin 4

Yalınlık:

Yalınlık; sadelik, gösterişsizlik, bir düşünceyi herkesin anlayabileceği bir açıklıkla anlatma; süssüz ve kısa, anlamı kuvvetli ve kesin sözdür. Hiçbir özentiye yer vermeyen cümle; gereksiz süslerden, eskimiş, anlamı iyi bilinmeyen kelimeleri kullanmaktan çekinme yalınlık için gereklidir.

Yukarıdaki metin, yalınlık hakkında bilgi vermek amacıyla yazılmıştır. Yine bu metinde kelimeler öz anlamlarında kullanıldığı için her okuyucu metinden aynı anlamı çıkaracaktır.

 

Metin 5

Orhun Kitabeleri

Göktürk imparatorluğunun ünlü hükümdarı Bilge Kağan dönemine ait 6 adet yazılı ve dikili anıtlardır. Bu önemli eserlerden 3 tanesi çok önemlidir. Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk. Bu eserler Türk dili, edebiyatı, tarihi ve sanatı konusunda birçok bilgiyi bizlere sunmaktadır. Türkçe adı ilk kez bu eserlerde yer almış ve bu anlamda da tarih açısından önemli değerler arasına girmeyi başarmıştır.

Tonyukuk 716, Kültigin 732, Bilge Kağan eserleri 735 yılında dikilmiştir. Kül Tigin yazıtı Bilge Kağanın ağzından yazılmıştır. Bilge Kağan’ın kardeşi olan Kül Tigin adına yazılan bu eser günümüzde hala önemini kaybetmemiştir. Tonyukuk ise; Bilge Kağan’ın veziridir.

Anıtların olduğu alanlarda yapılan çalışmalar sonucu yalnızca bu eserler değil, heykeller, taşlar, balbal, harabeler ve su kanalları da bulunmuştur. 1889 yılında Rus tarihçi Yardintsev tarafından bulunan abideler. 1893 yılında Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen tarafından çözülmüş ve okunmuştur.38 harflik alfabe ile.

Metin 6

Çay bitkisi...

Çay, Asya’nın güneydoğu bölgelerinde kendiliğinden yetişen ve doğal haline bırakıldığında küçük bir ağaç kadar boylanan bir bitkidir. “Camellia Sinensis” ya da “Thea Sinensis” olarak bilinen bu bitkinin yapraklarından içecek olarak yararlanmak yaklaşık 17. yüzyıldan sonra yaygınlaşmış ve bugün dünyanın hemen hemen her yerinde çay tarımı yapılır hale gelmiştir.

Çay fideleri tohumdan ya da genç sürgünlerden kesilen parçalardan fideliklerde üretilmekte, sonra asıl yetişecekleri yerlere aktarılmaktalar. Çay hasadı adı verilen yaprak toplamaya ise üçüncü yılda başlanıyor. Hassatta genellikle, dalların tepe tomurcuğu ile onun altındaki iki genç yaprak koparılırken, tam yetişkin bir çay bitkisinden 70gr kadar kuru çay elde edilmektedir. İyi bakıldığında çay bitkisinin üretkenliği ise 40 yıl kadar sürebiliyor.

En üstün nitelikle çaylar yüksekçe yerlerdeki çay bahçelerinden elde ediliyor. Buralarda hava daha serin olduğundan körpe yaprakların gelişmesi daha yavaş olduğundan alçak kesimlerdeki sıcak bahçelerde olduğu gibi yapraklar kartlaşıp sertleşmiyor. Sri Lanka’nın önemli çay bahçeleri ülkenin orta kesimindeki tepelerde, Hindistan’dakiler ise Himalaya Dağları eteklerinde bulunan dağlık Darciling’de bulunuyor. Gene de Hindistan’ın çay üretiminin en büyük bölümü hem tepelerde hem de vadilerde çay yetiştirilen, kuzeydoğudaki Assam bölgesinde gerçekleştiriliyor. Yükseklik kadar hava ve toprak koşulları da çayın niteliğini etkiliyor. Bitkinin veriminin istenen nitelikte olması için toprağın asitli, iklimin de nemli ve yağışlı olması önemli bir yer tutuyor.

Türkiye’de çay...

Dünyanın önemli çay üreticileri arasında yer alan Türkiye’de, toprak ve iklim koşullarının çay tarımına uygun olduğu tek yöre Karadeniz Bölgesi’nin doğu bölümüdür. İlk kez 19. yüzyıl sonlarında Japonya’dan getirilen tohumlarla Bursa’da başlayan çay tarımı başarısız olmuş. Ancak 1918’de Batum’da yapılan çalışmalarda ise ilk başarılı sonuç elde edilmiş. Cumhuriyet’ten sonra çay tarımını düzenleyen ilk yasa 1924’te çıkarılmış; ardından aynı yıl Rize’de “Çay Araştırma Enstitüsü” kurulmuş. 1930’ların sonundan başlayarak çay tarımı gelişme göstererek, 1985’e kadar devlet tekelinde olan çay alımı, işlenmesi ve satımı o yıl yerli ve yabancı firmalara açılmış.

Çay 1940 yılına kadar küçük atölyelerde elle işleniyormuş. 1941 ve 1942 yıllarında, yerli yapım yaprak kıvırma makineleriyle üretim yapılan iki atölye kurulmuş. 1947’de ise ilk çay fabrikası Rize’de üretime geçmiş. 1930’ların sonunda 150 hektar olan çay tarım alanı 1987 yılında 80 bin hektarı aşmıştır. Aynı yıl 661 bin ton yaş çay yaprağından elde edilen kuru çay 138 bin tonun üzerine çıkmıştır. Yaş çay üretiminde ilk sırayı alan Rize’yi Trabzon, Artvin, Giresun ve Ordu illeri izlemektedir.

Çayın ilkleri

İlk çay üstadı: 8. yüzyılda yaşayan Lu Tung, inzivaya çekilerek ömrünü çay hazırlama yöntemlerine adamış.

İlk demleme çay: Çay demleme yöntemi ilk kez, 1368 yılında Çin’de kurulan Ming Hanedanı döneminde geliştirilmiş.

Çay Avrupa’da: Avrupa’ya ilk parti çay, Hollandalıların kurduğu Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından 1606 yılında Çin’den getirilmiş.

İlk çay ilanı: İngiltere’de yayınlanan haftalık Mercurius Politicus adlı gazetenin 23 Eylül 1658 tarihli sayısında Sultaness Head adlı şirket tarafından verilen çay ilanı yer almış.

İlk çay casusu: 19. yüzyılda Robert Fortune adlı bir İngiliz, Avrupalıların girmesi yasak olan Çin şehirlerini kılık değiştirerek gezmiş ve o güne dek, sadece Çinlilerin bildiği çaya ilişkin bütün sırları öğrenmiş.

Buzlu çayın keşfi: 1904 yılında ABD’de düzenlenen bir fuarda İngiliz işadamı Richard blechynden, sıcaktan terleyen müşterilere çay satmak için bir bardağın içine birkaç parça buz koymuş ve üstüne sıcak çay dökmüş. İngiliz işadamının bu keşfi çok kısa sürede bütün dünyaya yayılmış.

Poşet çayın keşfi: Thomas Sullivan adlı bir çay tüccarı, müşterilerine çay numunelerini, masrafları azaltmak için, teneke kutu yerine ipek poşetlerin içine koyarak göndermiş. Müşterileri de Sullivan’ın gönderdiği bu numuneleri demliğe koyarak demlemişler. Ve böylece 1920’li yıllarda poşet çay üretimine geçilmiş.

Türkiye’de ilk çay tarımı: İktisat Vekâleti (Bakanlığı) temsilcisi Zihni Derin 1923 yılında Rize’nin Müftü Mahallesi’ndeki bir bahçede ilk kez çay yetiştirdi.

Türkiye’de ilk çay üretimi: Zihni Derin, 1937 yılında, basit bir imalathanede çayı üretmiş. Daha sonraları kendi ismi verilen ilk çay fabrikası 1947’de üretime geçmiş.

Çay türleri: Çay türlerini belirleyen kıstas fermantasyondur. Bu kıstasa göre, tüm dünyada üç tür çay vardır. Siyah Çay (fermante edilmiş), Yeşil Çay (fermante edilmemiş) ve Oolong (yarı fermante). Türkiye’de de olduğu gibi, dünyada en çok üretilen ve içilen çay türü Siyah Çaydır.

Türkiye’de de uygulanan siyah çay üretiminde taze yapraklar yağışsız günde toplanır ve kurumadan solmaları için raf biçiminde düzenlenmiş tavalara serilir. Sonra ezme makinelerinden geçirilip kıvrılarak parçalanır ve parlak bakır kırmızısı bir renk alıncaya kadar mayalanmaya bırakılır; mayanlanmış çay yaprakları sıcak hava ile kurutulur. Bu işlemlerden sonra bildiğimiz siyah çay paketlenmeye hazır duruma gelir.

Çen ve Japonya’da üretilen yeşil çay mayalanma evresinden geçirilmeden hazırlanır. Güney Çin ve Tayland’da hazırlanan yarı mayalanmış çaya, bazen de siyah çaya özel bir tat ve koku vermek için yasemin, bergamot gibi kokulu bitkilerin katıldığı da olur.

Nuwara Eliya Op; Seylan çaylarının şampanyası diye adlandırılır. Hafif, berrak ve rafinedir. Seylan’ın (Sri Lanka) en yüksek bölgesinde yetişir. İdeal bir akşamüstü çayıdır.

Hojicha; Eşsiz bir lezzet vermek üzere kavrulmuş, sürprizler ile dolu bir çay. Doğal olarak düşük taneli. Geniş yapraklı olan “hojicha” Japonya’da yetişiyor. Hazmı kolaylaştırıcı olması sebebiyle yemeklerin yanında ya da yemeklerden hemen sonra içilmesi tavsiye ediliyor.

Sanırım çaylarınız bitmiş olmalı öyleyse birer tane daha söyleyin bu çaylarda bizden olsun. Keyifli içimler dileğiyle...

Metin 7

TÜRKİYE

Türkiye yüksek bir ülkedir. Türkiye’nin ortalama yüksekliği, Avrupa ve Asya kıtalarınınkinden daha fazladır. Ortalama yükseklik, Avrupa’da 330 m, Asya’da 1.050 m iken, Türkiye’de 1.131 m.’dir. Türkiye topraklarının yükselti basamaklarına dağılış oranlan yandaki çizelgede gösterilmiştir:

Doğu Avrupa ülkelerinin tersine deniz düzeyi ile 250 m arasındaki alçak alanlar yurdumuzun ancak yüzde 10’unu kaplarken, 1.000 m’den yüksek alanlar ülke yüzeyinin yüzde 55.5’ini kaplar. 2.000 m’den yüksek alanlar ise, Türkiye’nin toplam yüzölçümünün sadece yüzde 10’u kadardır.

Yükselti farklılığının, Türkiye’de yaşam koşullarını önemli ölçüde etkilediği görülür. Topraklarımızın 1.000 m’nin üzerinde olan kesimlerinde, kışlar genellikle sert ve uzun, yazlar ise kısa geçer. Bundan dolayı birçok nazik bitki alçak kıyı bölgelerinde yetiştirilebilir. Tarımdaki çeşitlilikle ancak 500 m’den daha alçak kesimlerde karşılaşılır. Bu kesimler Türkiye yüzölçümünün yalnızca yüzde 17.5’ini oluşturur.

Eğimli alanların da geniş yer tuttuğu göz önüne alındığında, ekim alanlarının oldukça dar olduğu anlaşılır.

Türkiye, yüzey şekilleri bakımından çeşitlilik gösteren bir ülkedir. Başlıca dağ sıraları olan kuzeydeki Kuzey Anadolu Dağları ile güneydeki Toroslar, geniş yaylar çizerlerse de genel olarak batı-doğu doğrultusunda uzanırlar. Bu iki dağ sırası arasında iç Anadolu’nun geniş ve yüksek düzlükleri yer alır. Kuzey Anadolu Dağları İle Toroslar, ülkenin doğusuna doğru birbirine yaklaşır. Bunun sonucu olarak, Doğu Anadolu Bölgesi, daha yüksek ve daha dağlıktır. Kuzey ve güneydeki dağlar doğuda olduğu gibi batıda da birbirine yaklaşır. İçbatı Anadolu eşiği adı verilen kesimde adı geçen dağlar nisbeten birbirine yaklaşır, fakat burada Doğu Anadolu’daki yüksekliklere erişilmez. Bu eşiğin ötesinde kıyıya paralel dağ sıralan görülmez. Buna karşılık doğu-batı doğrultulu dağ sıraları ile buraları birbirinden ayıran aynı doğrultudaki tektonik çukurlar Ege kıyılarına dik olarak sıralanır.

Türkiye’de belli sıralar halinde uzanan dağlar dışında, tek başına yükselen ya da düz bir çizgi boyunca sıralanan volkanik dağlar, çeşitli yükseltideki platolar çoğu akarsu ağızlarında ve vadilerin genişleme alanlarında görülen ovalar, ülkenin yüzey şekillerine çeşitlilik katarlar.

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi