Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

ARİF NİHAT’IN ŞİİRİNDE VATAN VE BAYRAK SEVGİSİ

 Vatan, millet olarak kendimizi gerçekleştirdiğimiz yerdir. Bir takım manevi değerlere sahiptir. Kendi içerisinde, gizemli ve suskun bir kimlik arz eder. bünyesinde bir nevi hüzün de barındırır aslında. Çünkü birçok savaşlara, çatışmalara, düşmanların hain saldırılarına maruz alkış ve bu olaylara bizzat şahit olmuştur. Şehitlerimizin kutsal sineleri, vatanı var etmek uğruna, oklara, kılıçlara hedef olmuş ve onu bu şerefli kanlarıyla sulamışlardır. Mücadele yıllarında, vatan üzerinde, nice kadınlar yiğidini kaybetmiş, çocuklar öksüz ve yetim kalmış, kimi aileler de evini barkını yitirmiştir. Tüm bu acı hadiseler yaşayan vatan, duygu ve düşüncelerini dile getirebilseydi. Kim bilir neler söylerdi.

Vatan ile memleket kavramları genellikle birlikte zikredilir. Oysa her ikisi de farklı manalara gelir. Memleket, karnımızın doyduğu topraktır. Bu yüzden de maddi değerler ya da menfaatler taşır. Burada “ferdilik” karşımıza çıkar. Vatanda, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, manevî değerler ve birliktelik söz konusudur. Vatanı değerlendirirken bu farkları göz önünde bulundurmak gerekir.

Türk edebiyatına, Tanzimat’la birlikte “vatan, millet, kanun, adalet, hürriyet” gibi kavramlar girmiş ve edebiyat bir yönüyle sosyal bir yapıya bürünmüştür. Tanzimat dönemi sanatkârlarından Namık Kemal’in eserlerinde, “hürriyet” ve “vatan” temleri üzerinde geniş olarak durulur. Mesela N. Kemal’in “Hürriyet Kasidesi”nin iç yapısını; tarih duygusu, sosyal idealler, kahramanlık ve hürriyet aşkı teşkil eder. şair, vatan, millet, hürriyet uğrunda çektiği ıstıraplardan zevk duyar. Kendisini bir nevî milletin sözcüsü olarak gören N. Kemal, özellikle Osmanlı Tarihinden bahsederken “biz” şeklinde ifadeler kullanır:

“Biz ol nesl-î kerim-i düde-i Osmâniyanız kim
Muhammerdir serâpâ mayemiz hûn-i şehâdetten”
 
Zihinlerde Tanzimat’la birlikte teşekkül etmeye başlayan vatan temi, Cumhuriyet dönemi Türk şiirine kadar gelişerek daha farklı bir yapı arz edecektir. Millî edebiyatla birlikte, kendi öz değerlerimize dönülmüş yani “eski Türk tarihine, efsaneye ve geleneklere bağlamak” anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu grubun öncüleri arasında; Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Mehmet Akif gibi önemli isimleri sayabiliriz. Bu dönemde tarihimize, kültürümüze ve geleneklerimize verilen önem neticesinde “vatan” daha ön plâna çıkmıştır.
Milli Mücadele’den sonra, Anadolu coğrafyası; insanı, tarihi kültürü, yaşama biçimiyle yeniden ele alınır. çocukluğundan itibaren Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı; aynı zamanda eski medeniyeti kökten etkileyen Cumhuriyet’in kuruluş heyecanını yaşayan memleketçi edebiyat sanatkârlarının, batıya karşı tavır alması, millî değerlerine, Anadolu coğrafyasına ve halkına dönmesi yadırganmamalıdır.

Cumhuriyet’ten önce de Anadolu’ya karşı bir yöneliş vardı. mesela Mehmet Emin’in, Türkçe Şiirler kitabında bulunan “Biz Nasıl şiir İsteriz?” manzumesi sosyal bir fikre dayanan şiir konusundaki görüşlerini ortaya koyar:
“Biz o şi’ri isteriz ki çifte giden babalar,
Ekin biçen genç kızlarla, odun kesen analar,
Yanık sesin dinlerlerken gözyaşların silsinler.
Başlarını açık, beyaz sinesine koysunlar;
Yüreğinin özleriçün çarpındığını duysunlar;
Bu çarpıntı, bu ses nedir? Neler diyor? Bilsinler”
 
II. Meşrutiyet yıllarında daima halka gitme prensibiyle hareket eden Ziya Gökalp, Çoban ile Bülbül manzumesiyle önemli bir eser vermiş olur.
Denilebilir ki, millî edebiyat sanatkârlarının şiirleri, memleketi ifade eden şiirler değil, büyük ölçüde şairlerin duygu ve düşüncelerini esas alan, fikre dayanan denemelerdi. Memleket edebiyatına mensup sanatkârlar ise Anadolu coğrafyasını, insanını ve yaşayışını; aynı zamanda önemli tarihî hadiseleri bizzat yakından gördükleri için “memleket”i esas alan realist eserler dikkatlere sunmuşlardır.

Arif Nihat’a gelinceye kadar “vatan” bu seyir üzerinde zikredilmiş ve Millî Mücadeleyle, mahiyeti ve anlamı adetâ yeniden keşfedilmiştir. Şair, vatanın unsurlarından olan kültür ve geleneklerimize olan bağlılığı ile Yahya Kemal’e benzer. “Kubbe-i Harda merhalesinde Mevlânâ’nın ruhu ile de tanışan Arif Nihat, biraz daha derinlik ve sonsuzluk özleyişine geçtiği görülüyor. Yurdun insanına, diline, Kur’ân’ına, nakışına, kilimine, mimarî eserlerine Yahya Kemal’in bakışlarıyla eğilmiş, bu değerleri yıkmak isteyen ters ideoloji sahiplerine, cahillere ve politikacılara karşı davacı ve yergisi de olmuştur:

“Kutsal konuları inananlara bırak
Onlar senin maskaran değil
Memleketin imanı senin yaygaran değil
Kitabımı yırtmışsın
Kitabım senin paçavran değil
 
Şehitlerden söz etme
Onlar senin kadavran değil
Temiz eller kurmuştur bu memleketi
Senin zembereğini kuran değil”
 
Yahya Kemal, “Kendi Gök Kubbemiz” adlı eserinde, tüm dikkatini üzerinde yaşanan topraklara “vatan”a çevirmiştir. Yaşadığı süreçte, tarihin önemli safhalarına tanık olan şair, bunu şiirlerinde de terennüm etmiştir.

Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri
Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?”
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”
(İstanbul Fethini Gören Üsküdar)
 
Arif Nihat da “vatan” etrafındaki, millî his ve duygularını, gençlere nasihat niteliğindeki “Fetih Marşı”nda şöyle dile getirir:
 
“Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çekdiriler, kalyonlar çekilecek…
Kelpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü: hâla ne diye oyunda, oynaştasın?
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
 
Yahya Kemal’e göre vatan, kendine has hususiyetleriyle bir bütündür. Vatan, ona göre “kolektif ruh”un oluştuğu mekandır. Şair, bu orijinaliteyi, halkın, toprak ile uyuşmasında ve insanın benliğini toprağa nakşetmesinde bulur. Ondaki kolektif ruhun oluşmasında, tanık olduğu önemli tarihî hadiselerin ve özellikle de bir kültür ve medeniyet şehri olan İstanbul’un payı oldukça fazladır. Hatta öyle ki şair, İstanbullu bir kadının konuşmasında, Türklüğün oluşum macerasını hissedecek bir hassasiyete sahiptir. Böylece vatan sevgisi, bir kadına hitapta ifade imkânı bulur:

Irkın seni iklîmine benzer yaratırken
Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış.
Tarihini aksettirebilsin diye çehren
Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış
(Bir Tepeden)

Arif Nihat’ın “vatan” konusunda, Yahya Kemal’den ayrılan tarafı budur. Yani Arif Nihat, bir kadın güzelliğinde vatanı algılayıp, bütün fetihlerin sebebini ona maletmez. Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram sabahı” adlı şiirinde olduğu gibi, bir mabed içerisinde ibadet ederken, ruhunda Türklüğün oluşum sürecini hissetmez. O, millî hislerini ve kahramanlık duygularını, heyecanlı ve hamisî bir şekilde ifade eder:

“Gök mavi, başak sarışın…
Tadı, ne güzel barışın!
Fakat senin on savaşa
Değer, ey yurt, bir karışın!”
(Marş)

Bu sebepten dolayı, onun şiirlerini “kolektif ruh” örgüsünde inceleyemeyiz. Arif Nihat, pek çok sahnesine şahit olduğu vatanın, kendisinde uyandırdığı anlamı terennüm etmiştir. Ancak onun Türk tarihi ile sıkı münasebeti olan şiirlerine “saf şiir” nazarıyla bakılamaz. Çünkü saf şiir, sadece estetik güzelliğe dayanır. Onun bu tarzdaki şiirleri bir nevi “hayat şiiri”dir. “Hayat şiiri, onu yazarın bütün hayatı, dehası ve cemiyetin hayatı ile yakından ilgilidir.”

Duygularını, sanat endişesi ve zevkiyle hissettirmeyi değil, bir hatip edası ve tavrıyla haykırmayı tercih eden Behçet Kemal Çağlar da bu yönüyle Arif Nihat ile mukayese edilebilir. Aynı şekilde Yenileşme Dönemi Türk edebiyatının en hamisi ve lirik şairlerinden biri sayılan Orhan Şaik Gökyay, bir yönüyle, Arif Nihat ile benzerlik gösterir. Orhan Şaik’in “Bu Vatan Kimin?” manzumesini buna örnek verebiliriz:

Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
 
Arif Nihat’ın kitabında Orhan Şaik’e hitaben yazılmış “Onlar” isimli manzumesi vardır:
“Yurda, baş dedikleri bir
Ağır odakla geldiler
Ve şu bayraksız dünyaya
Bayrakla geldiler.
 
Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar…
Yurt dediler gölgesine
Ayaklarını bastılar.”
 
Arif Nihat’ın şiirlerinde, tutku derecesindeki vatanseverliğin ve millî değerlere bağlılığın yanı sıra, millî hakimiyetin sembolü olan bayrak, genişçe yer tutar. Onda, bayrak sevgisi doruktadır. Ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklâl Marşı’ndaki bayrağa yaklaşımı ile Arif Nihat’ın görüşleri benzerlik arz eder. şair “Bayrak” ve “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiirlerinde bunu açık bir şekilde ifade etmiştir.

Türk milletinin vasıfları; vatanseverlik, kahramanlık, hürriyetseverlik ve imanlılık; temel değerleri ise bayrak, hürriyet ve dindir. Milletimizin temel değerlerinden biri olan bayrak, bağımsızlığın ve hürriyetin göstergesidir. İnsan, bayrağın gölgesinde, kendini emniyette ve huzurda hisseder. Bu durum, diğer milletler için de söz konusudur. Ancak, Türk bayrağının, bu değerleri yanında, rengi de önem taşır. Bayrağın, rengini, şehitlerin kanından aldığına, inanılmaktadır. Bunun yanında kırmızı “savaş” ortamını da çağrıştırır. Mehmet Akif, İstiklâl Marşı’nda, Türk milletine seslendiği ilk dörtlükte, bayrağın rengine değinmiştir:

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
 
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Arif Nihat’ta, bayrak sevgisi en üst noktadadır. Onun “Bayrak” şiiri, millî sembolümüz olan bayrağı, yücelten bir şiirdir. Bayrağa olan duygularını, en iyi şekilde bu şiirle ifade eder:

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
Kızkardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım”
 
Bu şiirde dikkati çeken bir diğer husus da, bayrağa “sen” diye hitap edilmesidir. Şair, bayrak ile arasında olan derin bağlılıktan ve samimiyetten dolayı böyle bir ifade tarzı seçmiştir.

Arif Nihat’a göre bayrak, bir sığınaktır. İnsanı zor anlarında korur, gözetir; üşüdüğü zaman onu ısıtır. Bayrak şaire, insana güven duygusu verir:
 
“Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver!
 
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün
Gölgene sığındık”
 
Destan havası içerisinde kaleme alınan bu şiirde, yiğitlik duygusu ve hakimiyet sezeriz. Şair; bayrağı, herkesin, kendi bakış açısıyla algılamasını ister. Kendi duygularını, âdeta başkalarına da empoze eder. şayet bunun tam tersi olursa, şairde bir meydan okuma duygusu belirir:
 
“Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım”
 
Şair, manzumenin sonunda fikirlerini ve duygularını şöyle pekiştirir:
…..
“Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen
Nereye dikilmek istersen
Söyle, seni oraya dikeyim!”
 
Arif Nihat, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” adlı manzumesinde ise bayrağı kişileştirmiş ve onu bir “kahraman” ilân etmiştir. Bunun akabinde de şehitleri, kahramanları ve vatanı yüceltmiştir. Şair, bu şiirde, millî duygularını bayrakla bütünleştirmiş, hamisi ve heyecanlı bir şekilde ifade etmiştir. “Bir bayrak Rüzgâr Bekliyor kitabının birinci bölümünde bu tem, Türk tarihi içinde ele alınmıştır. Türk tarihinin hâkim vasıflarından biri, kahramanlık duygusu ile cihangirlik fikrinin ön plânda gelmesidir.”

Bu şiirde bayrağı “bekçi” olarak niteleyen şair, duygularını şöyle ifade eder:

“Şehitler tepesi boş değil,
Biri var, bekliyor…
Ve bir göğüs nefes almak için
Rüzgâr bekliyor”
 
Yurdumuzun üzerinde her daim dalgalanmasını istediği bayrağın rüzgârının kesilmemesini diler:

“Rüzgârını kesmesin gövdeler…
Sesinden yüksek çıkmasın
Nutuklar, kasideler!”

Netice olarak diyebiliriz ki, tarihin çeşitli olaylarına tanık olan Arif Nihat, millî kültür ve medeniyetimizin sözcüsü olmuş, eserlerini estetik gayeden ziyade daha somut bir şekilde dile getirmiştir. Şair bu çizgide; Mehmet Akif, Behçet Kemal, Orhan Şaik Gökyay gibi isimlerle benzerlik gösterir. Millî kültür ve ananelerimize sahip çıkması bakımından da Yahya Kemal’le bütünleşir.

Arif Nihat’ın şiirlerindeki temalar çeşitlilik arz eder. Mevlânâ, Fuzulî, Şeyh Galip gibi bazı önemli simalar da şiirlerine girer. Ancak biz onu asıl olarak “vatan” ve “bayrak” ifadeleriyle tanırız. Bu kavramlar şiirlerinde oldukça geniş yer kaplar. Bunları ifade ederken derin ve ince hayaller kurmakta; millî sanatın zengin ürünlerinden olan destan, kıssa ve halk hikâyelerinden de mümkün olduğu kadar istifade etmektedir.

Kendi dönemi içerisinde, Cahit Sıtkı ve Faruk Nafiz, bilhassa Yahya Kemal kadar çığır açamamış, şiire farklı bir boyut kazandıramamış olsa da, Türk edebiyatında önemli bir yer edinmiştir. Şair; milli kültür, Türk tarihi, bayrak gibi konuları, kendine has bir tarzla işlemiş ve bu kavramları ince hayalleri ve duygularıyla süslemiştir. Özellikle millî değerlerimizden olan “bayrak” onun şiirlerinde ifade imkânı bulmuştur.
 

SON EKLENENLER

Üye Girişi