Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

GEYİK ÇOCUK

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde bir ülkede yaşlı' bir oduncu varmış. Bu oduncunun kendi gibi iyi kalpli bir karısı, bir kızı ile bir de oğlu varmış.

Oduncu yoksul bir insanmış. Geçimlerini sağlamak için dağdan odunları keser, şehre götürür, satarmış. Ordan aldığı parayla da ailesinin geçimini sağlarmış.

Gün gelmiş oduncunun karısı hastalanmış. Günlerce yattıktan sonra kurtulamayıp ölmüş. Oduncu ve çocukları günlerce ağlamışlar. Üzüntü ve perişanlıktan yemek bile yemiyorlarmış.

Oduncu baba bakmış ki çocukları çok perişanlık çekiyor. Ne kendisi yemek yapmayı biliyor ne de çocukları. "Bu böyle olmaz, bunlara bir anne bulayım” diye düşünmüş.

Günlerce aramış. Gezmediği köy kalmamış. Sonunda iki çocuklu bir kadın bulup onunla evlenmiş. Evlenmiş ya bu kadın iyi birisi değilmiş. Kötü huylu bir kadınmış. Kendi çocuklarıyla oduncunun çocuklarını birbirinden ayırıyor, onlara hiç rahat yüzü vermiyormuş. Bu da yetmezmiş gibi o çocukları babalarının gözünden düşürmek için onlara iftira bile atmaya başlamış. Öksüz çocuklar artık mutluluk yüzü bile göremez olmuşlar.

Üvey anneleri onları evden uzaklaştırmak için çeşitli hilelere başvurmaya başlamış. Kadın her sabah erkenden kalkıp çocukların altlarına tuzlu su serpmeye başlamış. Sabah olunca da babalarına:

"Çocukların yine altlarına kaçırmışlar. Nasıl çocuk bunlar, ben böyle çocukları istemiyorum.” diyormuş.

Babaları da:

"Hanım, hiç böyle yapmazlardı, bir daha olmaz, "diyormuş.

Üvey anneleri oduncuyu tehdit etmeye başlamış:

"Ya onlar ya ben. Ya bunları azıtırsın, ya da ben bu evden giderim,” demiş.

Oduncunun yapacağı bir şey yokmuş. Çocukları azıtmak için karısına söz vermiş. Üzüntüden de kendi kendini yiyormuş.

O gün oduncu, çocuklarına:

"Çocuklar yarın sabah odun kesmeye dağa gideceğiz akşamdan azıklarınızı hazırlayın,” demiş.

Çocuklar babasının kendilerini dağa götüreceğine çok sevinmişler. Çünkü üvey anne geldikten sonra babalan kendileriyle hiç ilgilenmiyormuş. Sabahı zor etmişler. Akşamdan hazırladıkları azıkları alıp babalarından önce eşeği hazırlamışlar.

Babaları da uyanmış. Bakmış ki çocuklar hazırlanmış kendisini bekliyor. Onların bu sevinci gözlerinin yaşarmasına sebep olmuş, fakat bunu çocuklara hissettirmemiş. Hep birlikte dağın yolunu tutmuşlar.

Saatlerce yol almışlar. Çocukların hiç gitmediği bir yere götürmüş babası onları. Her tarafı ormanla kaplı bir yerde konaklamışlar. Oduncu, çocukları bir yere oturtmuş. Sonra:

"Siz burada oturun. Ben karşı tarafa geçip orada odun keseceğim. Baltamın sesini duyarsınız. Sonra ben gelip sizi alırım.” demiş.

İki kardeş orda oyuna dalmışlar. O kadar güzel vakit geçiriyorlarmış ki akşamın olduğunun bile farkım varamamışlar.

Kız kardeş:

"Kardeşim artık babamın yanına gidelim mi?” demiş, Erkek kardeş:

“Baltanın sesi hala geliyor, demek ki daha babamın işi bitmemiş,” demiş.

Biraz daha bekledikten sonra hava kararmaya başlamış. İki kardeş elele tutuşup balta sesinin geldiği yere doğru gitmeye başlamışlar. Sesin geldiği yere varmışlar ki kimseler yok. Dalda boş bir kabak var. Rüzgâr estikçe sallanıyor ve "tak tak” ses çıkarıyor. Çocukların balta sesi sandıkları şey buymuş.

İki kardeş babalarının kendilerini azıttığım anlamışlar.

Kız kardeş:

"Dıngıl dıngıl kabakcığım,

Bizi azıtan babacığım” diye ağlamaya başlamış.

İki kardeş ağlayıp sızlamışlar, bakmışlar ki ne gelen var, ne giden. Sonra el ele tutuşup dağlarda dolaşmaya başlamışlar. Günlerce dağlarda dolaşmışlar, ellerindeki azıkları da bitmiş. Aç ve susuz kalmışlar.

Artık geceleri de dağlarda konaklıyorlarmış. Köylerinin yolunu da bulamamışlar. Açlıktan ve susuzluktan iki kardeş bitkin bir haldeymiş.

Küçük kardeş daha çok susamış. Ablasına yalvarmış:

"Abla ne olur su bulalım, dayanamıyorum,” demiş.

Gide gide büyülü bir çeşmenin başına varmışlar. Küçük kardeş hemen su içmek için kendini çeşmenin üzerine atmış. Ablası onu zor yakalamış.

"Aman kardeşim. Bu sudan içersen ayı olursun, beni de yersin ne olur başka sudan iç.” demiş.

Biraz daha yol almışlar. Erkek kardeş yine bir çeşme görmüş. İçmek için eğildiğinde kız kardeşi:

"Aman kardeşim, bu sudan içersen kurt olur dağlara çıkarsın.” demiş,

Çocuk da sil içmemiş. Biraz daha yol almışlar. Artık gidecek hali de kalmamış. Açlık bir yandan, susuzluk yandan canına tak etmiş. Orada önlerine yine bir çeşme çıkmış dayanamamış, kendini suya atmış.

Kız kardeşi:

"Ne olur kardeşim bu sudan içme. Bu sudan içen geyik olur,” demiş.

Küçük kardeşi onu dinlememiş. Kanasıya su içmiş. Hemencecik bir geyik olmuş. Ablası onun bu haline Çok üzülmüş.

"Artık nasıl seninle dolaşırız? İnsafsız bir avcı çıkarsa seni vurur,” demiş.

Kardeşi:

"Üzülme abla, sen yoldan gidersin ben ormandan. Ben seni öyle takip ederim, demiş.

Artık biri ormandan, biri de yolda yolculuk ediyormuş. Kimselerin olmadığı zaman bir araya gelip oturup dertleşiyorlarmış. Yine iki kardeş gide gide bir çeşmenin başına varmışlar. Orada dertleştikten sonra uykuya dalmışlar.

Kız rüyasında ak sakallı, nur yüzlü birisiyle karşılaşmış. Bu ak sakallı ihtiyar kızın haline acımış ve demiş ki:

"Kızım, kardeşinin büyüsünün bozulabilmesi için bir prensesin onu kırk gün yıkaması gerek,” demiş. Sonra da gözden kaybolmuş.

Kız birden sıçrayıp kendine gelmiş. Kardeşini de uyandırmış. Ona rüyasını anlatmış.

Kardeşi:

"Ablacığım, benim kaderim bu herhalde. Olacak şey mi bu dediklerin?” demiş.

Çeşmeden doyasıya şu içmişler. Yola düşecekleri an uzaktan at kişnemeleri duyulmuş. Kız kardeş:

"Kardeşim sen ormana gir. Ben de şu kavağın tepesine çıkayım. Gelenler seni öldürebilir,” demiş.

Geyik hemen ormana saklanmış. Kız da çeşmenin başındaki kavağın tepesine çıkmış. Gelenleri beklemeye başlamış. 

Padişahın oğlu her gün ikindi zamanı atları bu çeşmeye sulamaya getiriyormuş. O gün de gelen oymuş. Atlar çeşmenin başına gelmişler fakat ne o? Çeşmeye yaklaşan at ürküp kaçıyor.

Padişahın oğlu buna bir anlam verememiş.

"Her halde çeşmenin içinde bir şey var,” diye düşünmüş.

Çeşmenin yanına varmış bakmış ki suda bir insan şavkı var. Başını kaldırıp bakmış kavağın dalına çıkmış güzel bir kız var. Ay gibi güzelmiş. Prens kıza seslenmiş:

"Sen in misin, cin misin?”

"Ne inim, ne cinim. Seni beni yaratanın kuluyum.” demiş.

Prens:

"Peki ne işin var orada?”

Kız:

"Kimim kimsem yok. Babam bizi dağa azıttı. Üvey annemiz bizi evden kovdurdu. Biz de dağda yolumuzu kaybettik. Günlerce aç susuz gezdik. Burada oturuyorduk ki gürültü duyup korkup buraya çıktım,” demiş.

Prens:

"Yanında kim vardı?” Kız:

"Erkek kardeşim vardı,” demiş.

Prens:

"O nerede?” Kız:

"Kardeşim büyülü çeşmeden su içti ve geyik oldu İnsanlardan korktuğu için şimdi ormanda saklanıyor,” demiş.

Prens, kızı çok beğenmiş. Hem de onun bahtsızlığına acımış. Oracıkta ona âşık olmuş. İçine düşen ateş büyükmüş. Kıza duygularını ve niyetini söylemek gereğini duymuş.

Prens:

"Benimle evlenir misin?” demiş.

"Sen kimsin, necisin? Ben seni tanımıyorum ki,” demiş.

Prens:

"Ben bu ülkenin padişahının oğluyum. Benimle evlenirsen ülkenin prensesi olacaksın,” demiş.

Kız, prensin söylediklerini düşünmüş. Sonra kardeşi aklına gelmiş. İçinden onun büyüden kurtulacağı için çok sevinmiş. Yine de prense evlenmesi için bir şart koşmuş.

Kız:

"Çıktığım kavağı kesip beni aşağı indirirsen seninle evlenirim,” demiş.

Prens hemen saraya dönmüş. Yaşlı babasına durumu anlatmış. Babası oğlunun sonunda evlenmeye karar verdiğini duyunca o da çok sevinmiş. Kavağı kesmeleri için adamlarına emir vermiş.

Prens ve adamları çeşmenin başına gelmişler. Dev gibi bir kavağı kesmeye başlamışlar. Akşam karanlık basana kadar kavağı kesememişler. Adamlar da yorgunluktan balta kaldıracak güç kalmamış. Bunun üzerine:

Prens:

"Bugün bitirmediniz. Bırakın yarın erkenden gelip devam ederiz. ' demiş.

Hep beraber saraya dönmüşler. Onların ordan ayrıldığını gören geyik hemen ormandan çıkıp kardeşinin yanına gelmiş. Kavağın kesilen yerini yalamaya başlamış. Biraz sonra kavağın kesilen yeri eski haline gelmiş. Kardeşiyle yine dertleşmişler. Sabah olunca da ormana saklanmış.

Sabah olunca prens ve adamları çeşmenin başına geldiklerinde kavağı görünce şaşkınlıklarından dudaklarını Işımışlar. Hayretler içinde kalmışlar. İçlerinden biri:

"Biz bu kavağı kesmiştik, nasıl oldu da eski haline geldi?” demiş.

O gün tekrar kesmeye başlamışlar. Akşama kadar kesmişler. Fakat kavağı uçuramamışlar. Bitiremeyeceklerine inanıp o gün de bırakıp saraya dönmüşler.

Ertesi gün geldiklerinde bakmışlar ki kavak yine eski haline gelmiş. Prens bunda büyülü bir şeylerin olduğunu düşünmüş. Sonra adamlarına:

"Bugün kavağın hepsini kesmeden gitmek yok.” demiş.

Prensin adamları o gece yarısına kadar çalışmışlar. Kavağın devrilmesine az kalmış. O anda kız aşağıya inmiş ve adamlar da kavağı devirmişler.

Prens kızın elinden tutup ata bindirmek istemiş.

Kız:

"Benim geyik olan kardeşimi yanımıza almazsak gelmem.” demiş.

Prens:

“Tamam onu da yanımıza alalım.” demiş.

Kız oracıkta gelmesi için kardeşine bağırmış. Az sonra geyik ormandan çıkmış ve hoplayarak yanlarına gelmiş. Hep birlikte sarayın yolunu tutmuşlar.

Prensin de keyfi yerindeymiş. İstediği gibi birini bulduğu için çok sevinçliymiş. Şimdiye kadar beklemenin mükâfatını gördüğünü hissetmiş.

Padişah, oğlunun düğünü için yedi düvele haber vermiş. Ulakları bir bir oralara salmış. Herkesi oğlunun düğününe davet etmiş. Bu arada padişah da oğlunun düğün hazırlıklarım yaptırmış.

Düğüne gelenler prenses adayının güzelliğine büyülenmişler. Kısa zamanda bu güzellik dillere destan olmuş. Bütün genç kızlar onu kıskanmaya başlamışlar.

En çok kıskanan da prensin cariyelerinden birisiymiş. Bu cariye prensese o kadar çok benziyormuş ki ilk gören bunları birbirleriyle karıştırıyormuş. Yalnız bu cariye çok kötü huylu birisiymiş. Prensde gözü olduğu için prensese içinden beddualar ediyormuş. Bunun kötü huylu biri olduğunu bilen prens buna pek yüz vermiyormuş.

Dügün kırk gün kırk gece sürmüş. Düğüne gelen herkes bu sürede mutlu olmuş. Açların karnı doyurulmuş, yoksullar giydirilmiş. Ordan ayrılanlar dualarını bunlardan eksik etmemişler.

Prens ile prenses murat alıp murat vermişler. Prenses çektiği o kadar acıdan sonra mutluluğu yakaladığı için her gün dualar ediyormuş. Hatta bu yaşadıklarına inanamıyormuş bile•

Prenses her gün kardeşini yıkamaya başlamış. Sabırsızlıkla onun büyüsünün bozulacağı günü bekliyormuş. Kardeşini de hiç yanından ayırmıyormuş. Başkalarının bir kötülük edeceğinden korktuğu için onu yatağının ayak ucunda yatırıyormuş.

Geyik de akşam eniştesi ve ablası yatınca onların ayaklarını sever, yalamış. Her akşam:

"Bu iyice eniştemin ayağı, bu tatlı bacımın ayağı,' diyormuş.

Prensese benzeyen cariye her gün kötülükler düşünüyormuş. Bir yolunu bulup prensesi öldürmeyi planlıyormuş. Prenses yalnızken onun yanma varmış:

"Prensesim, siz her gün kardeşinizi yıkıyorsunuz, bugün de ben sizi yıkayayım,” demiş.

Prenses alçak gönüllü bir olduğu için onu kınamamış. Onun isteğini kabul etmiş. Cariye prensesi sarayın özel bir yerinde olan kör kuyunun yanına götürmüş. Prenses gelmeden önce de kuyunun üzerini kapatmış. Prenses burayı ilk kez gördüğünden şaşırmış ve:

"Burası nedir?” diye sormuş.

Cariye:

"Burası sadece kraliçelere aittir. Siz de ilerde kraliçe olacağınıza göre burada yıkanmanızda bir sakınca yok, " demiş.

Prenses onun sözlerine inanmış. Elbiselerini soyunup yunak taşına oturmuş. Cariye prensesi yıkarken başım iyice sabunlamış. Artık köpükten gözleri bir yeri görmez olmuş prensesin. İşte o anda cariye kör kuyunun kapağım açıp prensesi kuyuya yitmiş. Kuyu o kadar derinmiş ki içine düşenin bir daha oradan çıkması mümkün değilmiş. İçinde su olmadığı için bu kuyuya kör kuyu diyorlarmış.

Cariye orada prensesin üzerinden çıkan elbiseleri giymiş, onun takılarını takınmış biraz da boya sürünmüş ve olmuş bir prenses. Gören onu prenses sanıyormuş. Hemen gidip prensesin Odasına yatmış. Prens bile onun karısı olmadığını anlayamamış.

Gece olmuş ve yatmışlar. Onların ayak ucunda yatan geyik yine onların ayaklarını okşamaya başlamış. Bu kez homurdanarak:

"Bu iyice eniştemin ayağı ama bu tatlı bacımın ayağı değil.” diyormuş.

Bir kaç kez aynı şeyleri homurdanmış. Geyiğin dilinden sadece kardeşi anladığından prens onun homurdanmasına bir anlam verememiş. Merak edip sözde eşine sormuş: "Bu neden böyle garip davranıyor bugün?” Cariye:

"Burada yatmaktan sıkılmıştır. Artık bunu ahıra götürüp orda yatıralım,” demiş.

Prens:

"O senin kardeşin onu nasıl ahırda yatırırsın?” Cariye:

"Ne de olsa bir hayvan, ne olacak sanki.”

Cariye o gün fazla ısrar etmemiş. Prensin şüphelenmesinden korkmuş. Ertesi gün geyik erkenden kalkıp gözden kaybolmuş. Prens yine buna bir anlam verememiş. Akşam olunca yine yatağına gelmiş. Bu bir kaç gün böyle devam etmiş.

Prens bir gün geyiği gizlice izlemeye başlamış. Geyik mutfaktan ağzına aldığı ekmekleri hiç kimsenin kullanmadığı sarayın yunak evine götürüyormuş. Geyik ağzında ekmek kuyunun başına varınca ekmekleri kuyunun içine atmış. Sonra acı acı melemeye başlamış. Prens şaşkınlığından ne yapacağın bilememiş. Kuyunun başına varmış. Kuyunun içinden gelen sesleri duymuş. Eğilip kuyunun içine doğru bağırmış.

"Kim var orada?”

Prenses:

'Beni kurtarın, kuyunun içindeyim,” demiş.

Prens hemen bir ip bulmuş. İpi kuyuya salmış. Biraz bekledikten sonra ipi çekmeye başlamış. İpi bin bir zahmetle çekiyormuş. Kan ter içinde kalmış, kuyudan da kızı çıkarmış. Bakmış ki kendi eşine çok benziyor.

Prens:

"Kimsin sen?” demiş.

Prenses:

"Tanımadın mı, ben eşinim.” demiş.

Prens:

"Peki öbürü kim?”

Prenses:

"Kim olacak cariyen.”

Prens:

"Peki nasıl düştün kuyuya?”

Prenses:

"Cariyen beni yıkamak için buraya getirdi. Burada kraliçeler yıkanır diye beni de yıkamaya başladı. Başımı sabunlayınca bu kuyuya yitti,” demiş.

Prens eşini giydirmiş. Onun bu haline çok üzülmüş. Onu alıp sarayın özel odasına götürmüş. Adamlarına da cariyeyi getirmelerini emretmiş. Az sonra cariye içeri girmiş. Bakmış ki eşi yalnız oturuyor. Ona naz yapmaya başlamış.

Prens iki elini birbirine vurunca prenses kapıdan girmiş. Cariye onu görünce korkudan dili tutulmuş. Bir daha hiç konuşamamış. Prens eşine dönerek:

"Buna nasıl bir ceza verelim?” demiş.

Prenses de:

''O cezasını buldu, saraydan kov yeter,” demiş.

Bu olayın üzerine prens bir eğlence düzenlemiş. Herkes yiyip içmiş. Yoksullar giydirilmiş. Prenses de kardeşini kırk gün yıkadıktan sonra büyüden kurtulup tığ gibi bir delikanlı olmuş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

ANADOLU MASALLARI, MEB YAYINLARI

SON EKLENENLER

Üye Girişi