Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 TEKKE EDEBİYATI - İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

Türkler'in İslâmiyet'i kabulünden sonra tasavvufun etkisiyle birçok eser kaleme alınmıştır. Türk edebiyatının divan ve halk edebiyatıyla birlikte üç ana kolundan biri olan tekke edebiyatına teşekkülünden gü­nümüze kadar tasavvufun yanında dinî bilgiler de içerdiğinden "dinî-tasavvufî ede­biyat", tasavvuf ana konuyu oluşturduğun­dan "tasavvuf edebiyatı", eserler tekke çev­resinde yazıldığından "tekke edebiyatı", halk diline yakın bir üslûp kullanıldığından "tasavvufì halk edebiyatı", mutasavvıf Türk şairleri tarafından meydana getirildiğin­den son yıllarda "Türk tasavvuf edebiyatı" gibi adlar verilmiştir. Esas kaynağını İslâm tasavvufunun teşkil ettiği tekke edebiyatı halk edebiyatı ile divan edebiyatı arasında yer alır. Bu edebiyatı halk tasavvuf edebi­yatı Ve klasik tasavvuf edebiyatı diye iki kola ayıranlar da olmuştur. M. Fuad Köp­rülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Nihad Sami Banarlı ve Şükrü Elçin gibi araştırmacılar tek­ke edebiyatı ürünlerini Türk halk edebiya­tı geleneğine bağlarken Pertev Naili Boratav ye Umay Günay bu edebiyata halk ede­biyatı içinde yer vermemiştir. Agâh Sırrı Lèvetid, Vasfi Mahir Kocatürk ve Abdurrahman Güzel mutasavvıf şairlerin hem halk hem divan edebiyatından etkilendi­ği için tekke edebiyatının Türk edebiya­tında müstakil bir disiplin olarak ele alın­ması gerektiği görüşündedir. Osmanlı dö­neminde tekke edebiyatı ürünlerine este­tik bir değer verilmese de bir tür kutsiyet izafe edildiği anlaşılmaktadır.

Tasavvufta ele alınan konulardan biri varlıktır. Mutasavvıf şairler varlığın esası­nın "zât-ı mutlak, vücûd-ı mutlak, hüsn-i mutlak" diye nitelendirilen Allah olduğuna inanmışlardır. Diğer bütün varlıklar geçi­ci suretlerdir ve O'nun bir yansıması ya da gölgesidir. Seyrü sülük ile manevî açıdan gelişen insan kendi varlığındaki ilâhî sırrı keşfedip nefsini eğiterek ölmeden önce ölüp Allah'a ulaşmayı hedeflemelidir. Gü­zel ameller işleyen, ibadet ve zikirle meş­gul olan kişinin gönlünde ilâhî tecelliler zu­hur etmeye başlar. Bütün bu duyuş, dü­şünüş ve haller tekke edebiyatının konu­sunu meydana getirir. Tasavvuf düşünce­sinde vahdet-i vücûd anlayışı tasavvuf? ma­hiyette olmayan şiirleri de etkilemiştir. Çe­şitli fikir cereyanlarının hiçbiri İslâmî ede­biyatlarda tasavvuf kadar sanata nüfuz etmemiştir. Bu cereyanın doğuşu ve ge­lişmesi Arap edebiyatında başlar, buradan Fars edebiyatına geçer. Mecazi aşk ile ha­kiki aşk arasında kuvvetli bağlar kuran, or­tak mazmunların bulunduğu bir şiir çizgi­sinde gelişimini sürdüren tasavvuf edebi­yatı Anadolu'da Nesîmî, Kadı Burhâneddin, Şeyhî gibi şairler vasıtasıyla divan şi­irinin doğuşuna zemin hazırlamıştır. İslâ­miyet'ten önce mistik görev yüklenen Türk şairleri Tanrı'ya ilâhiler söylüyor ve yaka­rışta bulunuyordu. İslâmiyet'in kabulün­den sonra Karahanlılar döneminde yazılan Kutadgu Bilig'de dört alegorik şahsi­yetten biri olan Odgurmış zâhid bir sûfîyi temsil eder. İslâmlaşma sürecinde bölgeye gelen ilk zâhidler Odgurmış'ın kişiliğinde yansıtılmıştır (Şeker, s. 348-353). Eserin son bölümünde Türk tasavvufunun derin bilgi, inanış ve düşünüş unsurlarının dile getirilmesi önemlidir.

Tekke edebiyatının ilk örnekleri Ahmed Yesevî'nin hikmetleriyle ortaya çıkmıştır. Ahmed Yesevî bu şiirleriyle Taşkent ve Siriderya çevresinde büyük bir nüfuz kazan­mış, İslâmiyet'i halkın anlayacağı bir dille anlatmış, gönüllere hitap ederek İslâmi­yet'i büyük kitlelere sunmuştur. Yesevî hem medrese hem tasavvuf kültürüne sahip olduğu için hikmetlerinde tasavvufî söylemin yanında Kur'an ve hadislerdeki İslâmî öğretinin de verilmeye çalışıldığı gö­rülmektedir. V. (XI.) yüzyıldan itibaren Rum abdalları, Kalenderi, Haydarî, Vefâî gibi değişik tasavvufî zümreler Anadolu'ya gel­miş ve Selçuklular döneminde henüz kurumsallaşmasa da güçlü bir tasavvuf kül­türünün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Halkın teşkilâtlanmasında, huzur ve sü­kûnun sağlanmasında Mevleviyye, Rifâiyye ve Bektaşîlik gibi tarikatların büyük ro­lü olmuştur. Bu dönemde Kırşehir ve do­laylarında Hacı Bektâş-ı Velî, Orta Anado­lu'da Yûnus Emre gibi ünlü sûfîler yetiş­miştir. Çeşitli tarikatlara mensup sûfî şa­irler, VII. (XIII.) yüzyılın ikinci yarısından iti­baren Anadolu'da halk topluluklarına on­ların anlayacağı dille hitap etmiştir. Tekke ve tarikatların kurulup gelişmesine para­lel olarak Anadolu'da sûfî şairler vasıtasıy­la zengin bir tasavvuf edebiyatı teşekkül etmiştir. XIII-XIV. yüzyıllardaki Türk ede­biyatının en önemli özelliği dinî-tasavvufî ağırlıklı olmasıdır. Ahmed Fakiri, Hoca Dehhânî, Şeyyad Hamza, Nesîmî gibi şair­lerin eserleri bu türdendir (tekke edebiya­tının Osmanlı dönemindeki gelişmesi için bk. Dİ A, XXXIII, 559-562).

Muhteva. Tekke şairleri eserlerinde dü­şüncelerini vahdet-i vücûd anlayışı çerçe­vesinde anlatmıştır. Yaratılış, tevhid, pey­gamberler, tarikat ilkeleri, tasavvuf bü­yükleri, ilâhî aşk, vecd, insân-ı kâmil, dün­yanın fâniliği, nefis terbiyesi, güzel ahlâk, velayet, keramet, zikir, sohbet ve halvet tekke edebiyatının başlıca konularını mey­dana getirir. Tekke şiirinde sanat endişe­sinden ziyade içinde bulunulan halin ve zevkin dışa yansıtılması esastır. Bu ede­biyatın doğmasına tekkelerde gelişen tasavufî düşünce, zikir, âyin ve erkân zemin hazırlamıştır. Yûnus Emre'nin ve Şeyh Galib'in idrak ettiği hakikat sırrı aslında aynı olmakla beraber biri İç Anadolu'da doğup kırsal kesimin kültürüyle gelişmiş, diğeri İstanbul'da şehir kültürüyle yetişmiştir. Bunların şiirlerinde ortak terimler bulunsa da estetik, içerik ve biçim farklıdır. Tekke edebiyatının temel konusu olan ilâhî aşkı beşerî aşktan ayırt edebilmek için birçok terime, mecaz ve alegoriye yer verilmiştir. Anlaşılması güç tasavvufî düşünceyi, aşk, heyecan ve tecelliyi birtakım terim ve me­cazlara başvurmadan ifade etmek müm­kün değildir. Tasavvuf terminolojisine gö­re şarap ve mey ilâhî aşk; mug sâlik, der­viş ve mürid; pîr-i mugan mürşid karşılı­ğıdır. Meyhane tekke ve dergâhın remzi­dir. Mahbûb ve maşuk ile Allah kastedilir. Âşık kendisini ilâhî aşka adamış kimsedir. Bunun gibi zülüf, gîsû, muy, ebru Allah'ın birlik sıfatını, esrâr-ı ilâhîyi ifade eder. Şem' ilâhî nur, sâkî mürşid, kâse, kadeh ve cam âşığın kalbi, mutrip ilâhî hakikati öğreten kimsedir. Tasavvufî şiirlerin genellikle füyûzât-ı ilâhiyye olduğu kabul edilir. Muta­savvıf şair içinde bulunduğu halin tasviri­ni yapar. Bu şiiri anlamak için tasavvufî âlem anlayışını kavramak gerekir. Kullanı­lan dil iç âlemde teşekkül eden hal ile bi­çimlendiğinden âlem-i şehâdetin verileriy­le karşılaştırıldığında bazan "şathiyyât" de­nilen, ve ilk bakışta anlamsız görünen şiir­ler ortaya çıkar.

Osmanlı tezkirecileri eserlerinde tekke şairlerine pek yer vermez. Ancak, "Eş'ârı tasavvufâne ve güftârı âşıkanedir" diye ta­nıtılan bazı mutasavvıf şairler (Mustafa Safâyî, s. 464) bu tezkirelerde yer alabilmiş­tir. XVI. yüzyıl tezkire yazarlarından Latifi sûfîlerin şiirleri için şunları söyler: Velî olan bu şairler şiirlerinde halk beğensin diye sa­nat ve hayallere başvurmazlar. Övünmek ve ün kazanmak için söz söylemezler. Her türlü kötü niyet ve maksattan yüz çevirir­ler. Bir iş Allah rızası için olursa ancak o zaman kötü niyet ve maksatlardan arın­mış olur. Onların sözleri bütünüyle Cenâb-ı Hak'tan gelen ilham ve feyizle söylenmiş­tir. Allah onlara nasıl ilham edip feyiz vermişse hiç değiştirip bozmadan öylece yazıp tesbit ederler (Tezkiretü'ş-şu'arâ, s. 119). Tekke şairlerine göre şiir Allah'a hamdetmeye, Hz. Peygamber'i tavsif etmeye yaramalıdır. Ali Canip Yöntem divan şairini tekke şairinden ayırırken, "Çoğu hüküm­dar saraylarına mensup olan, vezirlerin hi­mayesinde yaşayan bu adamlar ömürleri­ni itikatta geçiren dervişler gibi gönüllerin­de vecdli, ateşli 'mistik' tahassüsler besle­yemezler. Tekke şiirinde tasavvuf bir iman, divan şiirinde bir fantezidir" diyerek tek­ke edebiyatında tasavvufun aslî unsur ol­duğuna vurgu yapar (bk. bibi).

Tekke edebiyatını daha çok Anadolu coğrafyasında olmak üzere VII. (XIII.) yüz­yıldan itibaren çeşitli tarikatlara, meşrep ve zümrelere mensup sûfî şairlerin man­zum, mensur veya manzum-mensur ka­rışık, ana temasını tasavvuftan alan eserleri oluşturur. Bu süreçte Yûnus Emre, Hacı Bayrâm-ı Velî, Eşrefoğlu Rûmî, Akşemseddin, Kemal Ümmî, Aziz Mahmud Hüdâyî. Elmalılı Ümmî Sinan, Bursalı İs­mail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Kuddûsî gibi Sünnî şairler bu edebiyatın ana kolunu meydana getirir. Alevî-Bektaşî çizgisini temsil eden tekke şairlerinin ileri gelenleri arasında Kaygusuz Abdal, latâî (Şah İsmail), Muhyiddin Abdal, Yenînî, Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Âşık iranî. AH Türâbî Dede, Edib Harâbî gibi iimler bulunmaktadır. Alevî-Bektaşî zümnin eserlerinde Hz. Ali, Ehl-i beyt ve on ı imam sevgisi ön plandadır. Bunlarda : İlahi aşk, Allah-Muhammed-Ali üçlemesi, Ali abâ, harflerin sırları, Hz. Hüseyin'i şe­hid edenlere lanet, tevellâ ve teberrâ gi­bi konular işlenir (Gölpınarlı, TDL, XIX/205-210 |1969], s. 361-371). İlk temsilcisi Hacı Bayrâm-ı Velî kabul edilen Melâmî-Hamzavî zümreye mensup şairlerin başlıca tem­silcileri Sârbân Ahmed, Kaygusuz Vizeli Alâeddin, Hamza Bâlî, İdrîs-i Muhtefî, Lâ-mekânî Hüseyin Efendi, Abdullah Bosnevî, Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Sarı Abdul­lah, Sun'ullah Gaybî gibi şairlerdir. Bunlar eserlerinde vahdet-i vücûdu esas almış­lar, aşk ve cezbeye büyük önem vermiş­lerdir. Bâtınî temayüller Alevî-Bektaşî şa­irlere göre daha az, Ehl-i beyt sevgisi ve Şiîlik inançları kuvvetlidir. Zikir, esma, taç, hırka, sülük mertebeleri gibi terimler şiir­lerinde yer almamaktadır (ayrıca bk. a.g.e., XIX/205-210 |1969], s. 371-375).

Türler.

1. Hikmet. Şairin anlayış ve sez­gilerine göre din konularını işleyen şiirler­dir. Hikmet şekil yönünden eski halk şiirindeki koşuk ve sagulara benzer. Hikmetler­de İslâmiyet'in esasları, tasavvuf âdabı, kıyamet halleri, peygamber sevgisi, der­vişlerle ilgili menkıbeler anlatılır. Yesevîlik'te şeyhin sözlerini öğrenmek, okumak ve yaymak gelenek halini almıştır. Aruzla ya­zılanları olmakla beraber genellikle 4+3=7, 4+4+4=12'li heceyle dörtlük biçiminde ka­leme alınmış olup yarım kafiyeli ve çok ke­re rediflidir. Ahmed Yesevî'nin şiirlerinden oluşan eser Dîvân-ı Hikmet adıyla tanın­dığından Orta Asya tekke şiiri VI-VII. (XII-XIII.) yüzyıllarda hikmet ismiyle anılmıştır. Yesevî hikmetlerinde günah ve sevaptan, rahmet ve azaptan, cennet ve cehennem­den bahsedildiği için bunlar tekke edebi­yatının zâhidâne şiirleri arasında değer­lendirilmiştir.

2. İlâhi. Tanrıyı övmek amacıyla söyle­nen ya da dinî tasavvufî konuları işleyen şiirlerdir. Tanrı aşkıyla ilgili duygu ve dü­şüncelerden oluşan ilâhiler tekke edebi­yatında en yaygın nazım türlerindendir. Bu şiirler başlangıçtan beri "nefes" olarak da adlandırılmıştır. İlâhiler, Allah sevgisi yanında O'nun gücü ve yüceliği gibi konu­ların işlenmesi bakımından divan şiirinin tevhid ve münâcâtlarına benzer. Dinî tö­renlerde ve dergâhlarda kendine özgü bir makamla terennüm edilir. Makamla söy­lenişleri bu şiirlerin yüzyıllar boyu nesilden nesile aktarılarak günümüze ulaşmasına vesile olmuştur. Erzurumlu İbrahim Hakkı gazellerine "ilâhinâme" adını vermiş, şiir­lerinin Hak aşkının şerhi olduğunu belirt­miştir. İlâhilerin hem hece hem aruz vezniyle, çoğunlukla koşma veya gazel biçi­minde yazıldığı, aruzla yazan şairlerce bunlara tevhid adı verildiği, ayrıca ilâhile­rin bazan halka çeşitli konuları telkin et­tiği kaydedilir (Onay, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve ? , s. 218-219). Dörtlük biçimindekiler 7, 8, 11'li heceyle, beyit biçimindekiler 11, 14, 16'lı hece ölçüsüyle yazılır ve gazel gibi kafiyelenir. İlâhiler tarikatlarda değişik adlarla anılmaktadır, a) Nefes. Anadolu'da bu kelimeyi ilk defa XIV. 'yüzyıl şairlerinden Elvan Çelebi babası Âşık Paşa'nın Garibname'si, Yûnus Emre de kendi şiirleri için kullanmıştır (Yavuz, sy. 61 |1999), s. 40-43). Nefes genellikle Bektaşî ve Alevîler'in düşüncelerini dile getiren manzumeler olup "dua" anlamına gelir. Sünnî tekkelerinde makamla okunan dinî manzumelere ilâhi denilmesi yaygınlaşınca Alevî ve Bektaşîler cem, ikrar ve kurban âyinlerinde okudukları manzume­ler için nefes kelimesini tercih etmiştir. Ale­vîler'in dinî törenlerinde saz eşliğinde ma­kamla söylenen bu şiirler genellikle sekiz­li hece ölçüsüyle yazılmıştır,

b) Âyin. Mu­tasavvıflara has davranışları ifade etmek amacıyla İranlılar tarafından kullanılan bu terim Mevlevîler'in semâ meclislerinde okuduğu ilâhileri ifade eder; daha sonra semâ meclisi denilen tasavvufî toplantıla­rın genel adı olmuştur,

c) Tapuğ. Gülşenîler'in âyin esnasında okudukları ilâhiler ve şiirlerdir,

d) Durak. Allah'ın yüceliğini, kud­retini, sıfatlarını anlatan, genellikle Halve­ti tekkelerinde ve zikrin iki faslı arasında (durak) bir ya da iki kişi tarafından çeşit­li makamlarda okunan serbest bestelen­miş Türkçe manzumelerdir,

e) Cumhur. Mevlevi ve Bektaşî dergâhlarından başka tekkelerde okunan ilâhilerdir; toplu halde okundukları için bu adla anılır.

Methiye. Dört halifeyi, sahâbîleri, velîleri öven ve onların ruhaniyetinden istim­dadı konu alan şiirlerdir. Tarikat kurucu­ları ve pirleri için yazılan şiirlerle bazı müridlere hitaben söylenen şiirler de buna dahildir. Halk arasında bu tür şiirlere ilâhi denilirken aruzla yazan şairler bunlara "istigâse" adını vermiştir. "Selâmnâme" ola­rak da anılan methiyeleri tekke şairleri maddî bir menfaat beklemeden kaleme almıştır.

Nutuk. Tarikat ulularının eğitici nite­likteki şiirleridir. Tasavvuf ve tarikatla ilgili bilgiler tekkelerde şeyhler tarafından müridlere daha çok şiirle telkin edilir. Bunlar arasında coşkulu şiirler bulunduğu gibi di­daktik şiirler de vardır. Daha çok Bektaşî­liğin gelenek, âdet ve âdabını öğretmek amacıyla yazılan nutukların belli bir nağ­mesi ve özel bir bestesi yoktur; bir anlam­da nefeslerin sazsız söylenenleridir.

Devriye. Türk edebiyatında devir na­zariyesini işleyen şiirlerdir. Tasavvuf dü­şüncesinde sudur ve tecellî nazariyesine göre maddî âleme düşen bir varlık önce cemad, sonra nebat, daha sonra hayvan ve insan şeklinde tecelli eder ve nihayet insân-ı kâmil haline gelince Hakk'a vâsıl olur. Varlığın maddî âleme inişine "kavs-i nüzul", yeniden o makama yükselişine "kavs-i urûc" denilir. Mebde ve meaddan söz eden bu harekete devir adı verilir. Ya­ratılışı, maddî âleme inişi (seyr-i nüzul) anlatan devriyelere "ferşiyye", tekrar as­lına dönüşü (seyr-i urûc) anlatanlara "arşiyye" denilir. Devriyelere daha çok Bektaşî-Melâmî şairlerin eserlerinde rastlanır. Yûnus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesîmî, Eşrefoğlu Rûmî, Ahmed-i Sârbân, Ümmî Si­nan, Seyyid Nizamoğlu, Olanlar Şeyhi İbra­him Efendi, Sun'ullah Gaybî, Erzurumlu ibrahim Hakkı gibi birçok mutasavvıf şair devriye kaleme almıştır. Devriyeler genel­de manzum olup destan, koşma, ilâhi ve nefes biçiminde yazılır. Niyâzî-i Mısrî'nin mensur devriyesi bulunmaktadır.

Mersiye. Din ve tarikat ulularının ve­fatından duyulan üzüntüyü dile getiren, meziyetlerini anlatan, bu arada dünyanın geçiciliğini vurgulayan şiirlerdir. Daha çok Alevî-Bektaşî şairleri tarafından yazılan mersiyelerde bir taraftan Ehl-i beyt sev­gisi ifade edilirken diğer taraftan Hz. Hü­seyin'in şehâdetinden duyulan üzüntü di­le getirilir ve bunlar "maktel" (maktel-i Hü­seyin) olarak adlandırılır. Bu şiirler, muhar­rem ayında tekkelerde yapılan âyinlerde mûsiki eşliğinde topluca veya merstyehan-lar tarafından okunduğu için "muharre-miyye" adıyla da anılır.

Şathiyyât. Sûfîlerin belli mertebele­rin sırlarını anlattıkları, rumuzlarla örtülü, cezbeli, kalbî ve hissî sözleridir. Bu şiirler aklî değil hissî olduğundan melekûtî âlem­den habersiz bulunanlar tarafından yadır­ganır. Şathiyeler hakikatin dolaylı ve me­cazen söylenmiş biçimidir. İlk bakışta an­lamsız gibi görünen, fakat şerhedilince mânası ortaya çıkan ve tasavvufî aşk ha­linin sarhoşluğu ile söylenen bu sözler ciddi bir düşüncenin alaycı bir dille ifadesi­zdir. Yûnus Emre, Seyyid Nesîmî, Eşrefoğlu Rûmî, Kaygusuz Abdal, Lâmiî Çelebi, Elmalılı Ümmî Sinan, Niyâzî-i Mısrî, Bolu­lu Himmet Efendi, İdrîs-i Muhtefî, Azmi , Baba, Azbî Mustafa, Hayretî, Şeyh Verdî, Seyrânî, Edib Harâbî gibi şairler bu tür şiirler yazmıştır. Tekke şairleri ayrıca tevhid, munâcât, hamdiyye, na't, mevlid, mi'rac-nâme / mi'râciyye, hicretnâme, istimdatnâme, şefaatnâme (istişfâ), menâkıbnâ­me, velâyetnâme, düvâz/düvâzdeh, salâtnâme / tasliye, hayretnâme, vücudnâme, ibretnâme, faziletnâme, buyruk, nasihat-nâme / pendnâme, işretnâme / sâkînâme, nevrûziyye, ramazâniyye, tarikatnâme, sülûknâme, vasiyetname, kıyametnâme, mahşernâme gibi mensur ve manzum eserler kaleme almıştır (ayrıca bk. Güzel, s. 587-750).

Vezin-Kafiye. Tekke edebiyatında sanat endişesi ön planda olmadığı için vezin ve kafiye konusunda oldukça serbest hare­ket edilmiştir. Bu yüzden vezin ve kafiye­lerde çeşitli kusur ve aksaklıklar görülür. Ahmed Yesevî Orta Asya'da, Yûnus Emre Anadolu'da şiirlerinde hem hece hem aruz veznini kullanmıştır. Bazı tekke şairleri di­vanlarında yalnız aruz veznine yer vermiş olsa da çoğunluk hem heceyle hem aruz­la yazmıştır. Bir kısım şiirler, meselâ "mefâîlün mefâîlün feûlün" vezninde olduğu gibi hem aruz hem hece ölçüsüne uymak­tadır (4+4+3= 11'li hece). Yûnus Emre, Kaygusuz Abdal, İbrahim Gülşenî, Aziz Mahmud Hüdâyî, Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Sun'ullah Gaybî, Niyâzî-i Mısrî gibi şairler her iki vezinle şiirler kaleme almış­tır. Tekke edebiyatında aruzun en çok kulla­nılan vezinlerinden biri "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün"dür. Hezec ve recez bahirleri de bu şairlerin itibar ettiği aruz kalıpları­dır. Beyit biçiminde yazılan şiirlerde genel­likle on birli, on dörtlü, on altılı; dörtlük­lerle yazılanlarda yedili, sekizli, onlu ve on birli hece ölçüsü kullanılmıştır. Dörtlükle olanlarda koşma, beyitle yazılanlarda gazel-kaside kafiye düzeni benimsenmiştir. Genellikle 4+3, 4+4, 5+3, 6+4, 4+4+3, 6+5 gibi değişik duraklara yer verilir. Di­van şiirinde kabul görmeyen kulak için ka­fiyeyi tekke şairleri çok kullanmış, halk şa­irleri gibi kafiye de hafif bir ses benzerliği­ni yeterli görmüştür. Divan şiirinde üzerin­de durulan aynı türden, aynı dilden keli­melerin kafıyelenmesi gibi kurallar burada pek gözetilmez. Tekke şiirinde yarım, tam, zengin ve cinaslı kafiyeler kullanılmıştır. Re­dif de ahengi sağlamak, ses güzelliğini yansıtmak için tekke şairlerinin çok sık başvurduğu unsurlardan biridir.

Nazım Şekilleri.

1. Gazel. Divan şiirindeki tür özelliğiyle değil vezin ve kafiye dizilişiyle kümelenişi esas alınıp tekke şiirin­de de kullanılan gazel daha çok musammat haline getirilmiş ve koşmaya yaklaştırılmıştır. Başta Yûnus Emre ve Niyâzî-i Mısrî olmak üzere birçok tekke şairi musammat gazeller yazmıştır. Bu şiirlere tek­ke edebiyatında ilâhi adı verilir. Gazeller­de tasavvuf, hikmet, ilâhî aşk işlenir; Hz.

Muhammed'e ve Hz. Ali'ye bağlılık dile ge­tirilir. Edirneli Kabûlî Mustafa Efendi, Dimetokalı Vahdetî, Nigârî gibi tekke şair­leri divan şiiri tarzında da gazeller yazmış­tır.

2. Kaside. Tevhid, münâcât ve na'tlar yanında dört halife, Ehl-i beyt ve on iki imam, tarikat ve din büyükleri için yazı­lan methiye ve mersiyeler genellikle kasi­de biçimindedir. Bolulu Himmet Efendi ve Mustafa Manevî gibi münâcât, tevhid ve na'tlarını gazel tarzında yazan şairler de vardır. Bu türler için murabba, terkibi-bend, terciibend vb. nazım şekilleri de kul­lanılmıştır.

3. Mesnevi. Türk şairleri en çok Ferîdüddin Attâr, Nizâmî-i Gencevî ve Mol­la Câmî'nin mesnevi tarzında eserleriyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevi'sinden etkilenmiştir. Yûnus Emre'nin Risâletü'n-nushiyye'st, Gülşehrînin Mantıku't-tayr'ı. Âşık Paşa'nın Garibnâme'si, Muhyî'nin İbtidânâme Tercümesi, Pîr Muhammed'in Tarikatnâme'sı, Elvân-ı Şîrâzî'nin Tercüme-i Gülşen-i Râz'ı, Arifin Mürşidü'l-ubbâd ile Nüsha-i Âlem'i, Ah­med Hayâlî'nin Ravzatü'l-envâr'ı, Şemseddin Sivâsınin Gülşen-âbâd'ı ve Süley­man Zatî Efendi'nin Sevânihu'rı-nevâdir'i bunlar arasında sayılabilir. Mesnevilerde tevhid, seyrü sülük, nefis terbiyesi, din ve tarikat büyüklerinin hayat hikâyeleri, ilâ­hî aşk, cezbe, vuslat vb. konular işlenmiş­tir.

4. Murabba. Murabbalar daha çok dinî ve didaktiktir. Niyâzî-i Mısrî, Sun'ullah Gay­bî, Abdülahad Nuri, Bîçâre, Bolulu Him­met, Mustafa Manevî, Sezâî-yi Gülşenî gi­bi tekke şairlerinin divanlarında murabba şeklinde çeşitli şiirler mevcuttur,

5. Rubâî. Halk şiirinin dörtlük-mânilerine ben­zer. Genellikle hakîm, filozof ve sûfî şair­lerin bir düşünceyi, felsefî bir görüşü, bir tasavvuf heyecanını dört mısralık nazım kalıbı içinde söylemek için başvurdukları nazım biçimidir. Tekke şairleri arasında rubâî pek kullanılmamıştır. Lâmekânî Hüse­yin Efendi, Aziz Mahmud Hüdâyî, Erzu­rumlu İbrahim Hakkı gibi tekke şairleri­nin divanlarında rubâî nazım şekliyle ya­zılmış şiirler bulunmaktadır.

6. Koşma. Tek­ke edebiyatında heceyle yazılan ilâhiler (ne­fes, nutuk) koşma nazım şekliyledir. Devri­yeler de koşma ile yazılabilir. Yûnus Em­re'nin ilâhilerinin musammat gazel değil koşma tarzında yazıldığını ileri sürenler varsa da bu doğru değildir. Daha sonra­ki tekke şairleri heceyle yazdıkları şiirler­de en çok koşma nazım biçimine yer ver­miştir.

7. Mâni. Hatâî, Muhiddin Abdal, Lala Sultan, Kâsımî gibi tekke şairleri ta­rafından kullanılmıştır. Tekke şairleri yaz­dıkları mânilerin ilk mısralarında adlarını veya mahlaslarını verirler. Tekke edebiya­tında terkibibend, terciibend, müstezad, kı­ta, tuyuğ, nazım, beyit, muhammes, mü­seddes, müsemmen, muaşşer gibi divan edebiyatından alınmış nazım şekilleriyle de şiirler yazılmıştır.

Dil ve Anlatım. Tekke şiirinde divan şi­irinin sanatlı ve ağır dili kullanılmadığı gi­bi halk şairlerinin mahallî diline de yer ve­rilmemiştir. Tekke edebiyatına dair eser­lerde başta tasavvuf terimleri olmak üze­re çeşitli atasözleri ve deyimlere, mahallî kelimelere rastlanır ve genellikle telkin edi­ci bir üslûp kullanılır. Bu edebiyatın dili bazan halk edebiyatına, bazan divan edebiya­tına yaklaşmaktadır. Şairler Arapça, Fars­ça ve Türkçe şiirlerden örnekler de verir. Dede Ömer Rûşenî gibi divan şiiri gelene­ğinden ayrılıp tasavvuf yoluna girmekle birlikte bu gelenekten bütünüyle uzaklaş­mayan şairler yanında Olanlar Şeyhi İbra­him Efendi ve Sun'ullah Gaybî gibi anlaşıl­ması güç tasavvuf! konuları sade bir Türk­çe ile ifade eden şairler de vardır. Tekke edebiyatı bünyesinde divan edebiyatını, âşık ve halk edebiyatlarını benimsemiş şa­irler bulunduğundan bu edebiyatın vezin, nazım şekilleri ve mecaz, teşbih, istiare gibi sanatlar bakımından kendine özgü bir alanı yoktur (Kurnaz, İlmî Araştırma­lar, sy. 10 |2000|, s. 165-168). Mutasavvıf şairler şiiri tecellî-i ilâhî olarak görmüş ve kendilerine özgü sembolik bir dil geliştir­miştir. Tekke şairleri öğüt vermeye baş­lamadan önce dikkat çekmek için çeşitli hitap unsurları da kullanmıştır. Ahmed Yesevî, Yûnus Emre ve Pîr Sultan bu hitap tarzına sıkça başvurmuştur. Tekke ede­biyatında kullanılan bir başka tarz doğru­dan anlatımdır. Bu edebiyatın mensupları anlatacakları konuyla ilgili çeşitli sorular sorar ve bunları yine kendileri cevaplan­dırır. Yûnus Emre, Âşık Yûnus, Kaygusuz Abdal. Niyâzî-i Mısrî gibi mutasavvıflar sorulu-cevaplı yönteme başvuran şairler­dendir. Tekke edebiyatında devriye, menâkıbnâme, velâyetnâme, gazavatnâme türü eserlerde tahkiye üslûbu kullanılır­ken tabiat, evren, âhiret, cennet, cehen­nem gibi konularda tasvir yoluna başvu­rulmuştur. Öte yandan tekke şiirinde ede­bî sanatlar da kullanılmış, ancak hiçbir za­man tasannua düşülmemiştir. Mutasav­vıf şairlerin şiirleri mecaz, teşbih ve istia­relerle doludur. Başta âyet ve hadisler ol­mak üzere çeşitli kıssalara ve olaylara tel­mihler yapılmıştır. Bu arada tekrir ve ik­tibaslara da yer verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

Latîfî. Tezkiretü'ş-şu'arâ ve tabsıratü'n-nuza-mâ (haz. Rıdvan Canım), Ankara 2000, s. 119, 121-122; Sunullân-i Gaybî Divânı (haz. Bilal Kemikli), İstanbul 2000, s. 79-94; Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire (haz. Pervin Çapan), Ankara 2005, s. 464; M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919), Ankara 1984, s. 341-357, ayrıca bk. tür.yer.; Sadettin Nüzhet [Er-gun], Bektaşî Şairleri, İstanbul 1930; İsmail Ha-bip [Sevük], Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1942, s. 222-232; Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî-BektâşîNe­fesleri, İstanbul 1963; a.mlf., "Halk Edebiyatı­mızda Zümre Edebiyatları", TDl, XlX/205-210 (1969), s. 357-423; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şii­rinde Türler, Ankara 1969, s. 61, 85; Nihad Sa­mi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstan­bul 1971, I, 42-45, 92-97, 126, 216, 276-281, 285; Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divânı I: İnce­leme, Ankara 1990, s. 47-73; a.mlf. - Cemâl Kur­naz, Türk Edebiyatında Şathiyye, Ankara 2001; Cemâl Kurnaz, Divan Edebiyatı Yazılan, Anka­ra 1997, s. 19-22; a.mlf., "Bütün Şairler Büyük Tek Bir Şiiri Oluşturmak İçin Faaliyet Göstermiş­lerdir", İlmî Araştırmalar, sy. 10, İstanbul 2000, s. 165-168; Ali Canip Yöntem, "Divan Edebiyatı­nın Bir Cephesi", Hayat, nr. 6, 6 Kânunusâni 1927, s. 103-104'ten naklen, Prof. Ali Canip Yöntem'ln Eski Türk Edebiyatı üzerine Maka­leleri (haz. Ahmet Sevgi - Mustafa Özcan), İstan­bul 1996, s. 9; Ahmet Talât Onay, Türk Halk Şi­irlerinin Şekil ve Neu'i (haz. Cemâl Kurnaz), An­kara 1996, s. 218-219, 225, 246, 249; a.mlf., Türk Şiirlerinin Vezni (haz. Cemâl Kurnaz), An­kara 1996, s. 52; Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mıs­rî: Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divanı, An­kara 1998, s. XCV-CXII; Mehmet Yardımcı, Baş­langıcından Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri, Ankara 1998, s. 341-370; Suat Ba-tur, Açıklamalı-Örnekli Türk Halk Edebiyatı, İs­tanbul 1998, s. 267-284; Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri (haz. Ab­dullah Uçman), Ankara 2001, s. 482; Erman Ar-tun, Dlnî-Tasâvvufi Halk Edebiyatı, Ankara 2002; a.mlf., Dinî-Tasavvufi Halk Edebiyatı Metin Tah­lilleri, İstanbul 2010; Ömür Ceylan, "Tasavvuf! Edebiyat", Türk Dünyası Ortak Edebiyatı: Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Ankara 2004, IV, 159- 195; Ahmet T. Karamustafa. "Yesevîük Melâmetîlik, Kalenderîlik, Vefâîlik ve Anadolu Tasavvufunun Kökenleri Sorunu", Osmanlı Top­lumunda Tasavvuf ve Sufıler (haz. Ahmet'Yaşâr Ocak), Ankara 2005, s. 61-88; Abdurrahman' Güzel, Dinî-Tasavvuft Türk Edebiyatı, Ajıkaia 2006; Bahar Akpınar, "Tasavvuf! Halk Şiiri" Türk Edebiyatı Tarihi (haz. Talât Sait Halmari v.dğr.), Ankara 2006, 1, 630-660; Azmi Bilgin, "Cumhuriyet Döneminde Saray, Halk ve Tekke Edebiyatı Aynım", Eski Türk Edebiyatına Mo­dern Yaklaşımlar II, İstanbul 2008, s. 40-5^-a.mlf., "Osmanlı Şiir Geleneğinde Türk Tasivvif Şiirinin Yeri", TDED, XXXI (2004), s. 17-24; 4mlf., "Tasavvuf ve Tekke Edebiyatı", İlmî Araştırma­lar, sy. 1, İstanbul 1995, s. 61-82; a.mlf., "Türk Tasavvuf Edebiyatı Literatürü", Türkiye Araştır-malan Literatür Dergisi, V/10, İstanbul 2007, s. 331-352; a.mlf., "Osmanlılar |Tekke Şiiri]", DİA, XXXIII, 559-562; Fatih M. Şeker, İslâmlaşma Sü­recinde Türklerin İslâm Tasavvuru, Ankara 2010, s. 348-353; Bilge Seyidoğlu, "Halk Şiirin­de Tasavvuf, TDEAD, sy. 2 (1983), s. 134-147; Yakup Şafak, "Tasavvuf! Şiirde Mecazî Anlatım", Yedi İklim, Vlll/59, İstanbul 1995, s. 10-14; Ke­mal Yavuz, "Edebiyatımızda Gezen Nefesler", Tarih ve Medeniyet, sy. 61, İstanbul 1999, s.

AZMİ BİLGİN, İslam Ans. cilt 40

SON EKLENENLER

Üye Girişi