KÖROĞLU HAYATI ve ŞİİRLERİ
KÖROĞLU KİMDİR?
Büyük halk kahramanı, usta bir halk şairidir. Halkın hayal gücünün ürünü bir de destanı vardır.
16. yüzyılın ikinci yarısıyla 17. yüzyılın başlarında yaşadı. Destanda anlatıldığı gibi Bolu çevresinde yaşamıştır.
Köroğlu hakkında yeterli bilgiler olmamasına rağmen, rivayetler çok yaygındır.
"Köroğlu Destanı", halkın duygularını dişle getiren; haklının yanında hak, haksıza karşı güç olduğu için sevilmiştir. Elde edilen bilgilere balarsanız, bir değil, pek çok Köroğlu vardır. İstanbul, Azeri, Özbek, Tobol, Urfa, Yalvaç, Elaziz (Elazığ), Ermeni, Türkmen, Maraş rivayetleri vardır.
Bunun sebebi Köroğlu'nun bir halk kahramanı olmasıdır. Yaptıkları ağızdan ağza yayılırken, değişik bölgelerde ve coğrafyalarda kendilerine göre bir "Köroğlu Destanı" anlatılmasaldandır. Gerçek anlamda, hemen her bölgede, tarihin her döneminde bir "Köroğlu"na ihtiyaç duyulmasındandır.
Bizim için önemli olan Bolu Beyi ile savaşan Köroğlu'dur.
Her ne kadar Bolu Beyi ile savaşan bir yiğit ile bir halk şairinin yaşadığı ve bunların ayrı kişiler mi, yoksa aynı kişiler mi diye düşünülse de, bence her iki şahsiyet de aynı kişidir. Hattâ bu kadar çok söylentiye karşılık, bir Köroğlu yaşamamış ve sadece efsane olarak kalmış olsa dahi, O, "milletimin zaman ve mekân içinde, bütün meziyet ve kusurlarını özünde toplayan bir kahramandır."
HAYAT HİKÂYESİ
Bolu Beyi ile babasının öcünü almak için savaşan Köroğlu'nun hayat hikâyesi şöyledir:
Köroğlu'nun asıl adı Ruşen Ali'dir. Babasının adı Yusuf'tur. Yusuf, atları çok seven, onlarla çok yakın dostluklar kurabilen bir insandır. Bu özelliklerinden dolayı, Bolu Beyi'nin baş seyisidir.
Bolu Beyi'nin en büyük meramı atlardır. Ülkenin en güzel atları, Bolu Beyi'nin haralarındadır. Bolu Beyi, her yıl baş seyisi Yusuf'u komşu illere göndererek, çevredeki yeni yetişen iyi atları, tayları bulup seçmesini isterdi. Yusuf da her yıl bulduğu atları Bolu Beyi'nin haralarına kazandırarak Bey'in ününe ün katıyordu. Bey'in harasında her cins atın en iyileri vardı.
O yıl yine Yusuf yollara düşer. Bey'i için en iyi atları bulacaktır. Zengin at çiftliğini, daha da zenginleştirecektir.
Baş seyis Yusuf, günler, aylar gurbet ellerde atlara, taylara bakar. Yüzlercesini elden geçirir. Bir gün, obanın birinde, bir tay bulur, beğenir ve satın alır.
Yusuf'un aldığı tayın hikâyesi, "Köroğlu Destanı"na uygun tarzdadır.
Bu tayı doğuran kısrak, Fırat nehrinin kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır ona aşmış, bunun sonucunda bu tay olmuş.
Derler ki, "ırmakların ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar, en iyi cins atlara dönüşürler ve çok aranılan, beğenilen atlar olurlarmış."
Ancak, Yusuf'un aldığı tayın görüntüsü hiç de iyi değilmiş. Kötü, çirkin, hastalıklı gibi duran bir hayvancağız. Ama Yusuf, bu beğenilmesi mümkün olmayan tayın günden güne büyüyeceğine, büyüdükçe kendini toplayıp güzelleşeceğine ve gösterişli, imrenilecek özellikte bir küheylân olacağına inanıyordu. İnanmasa almazdı. İşte bu inançla bu çirkin tayla Bolu'ya döner.
YUSUF KÖR OLUR
Yusuf, Bolu Beyi'nin huzuruna, önemli bir görevi yerine getirmenin sevinci ve gururuyla çıkar.
"Beyim, size getirdiğim tay, önümüzdeki yıllarda en güzel küheylân olarak haranızda yer alacaktır. Ününüze ün katacaktır."
Diyerek müjdeli haberini verir. Bolu Beyi, baş seyisi Yusuf'un getirdiği tayı görmek için dışarı çıkar. Bey, çok alımlı, gösterişli ve albenisi olan bir tay görmeyi umarken; karşısında çelimsiz, çirkin ve hastalıklı gibi duran tayı görünce şaşırır. Şaşkınlığını üzerinden atınca öfkelenir ve Yusuf'a bağırır:
"Benim istediğim tay bu mu? Bana lâyık olarak bu hastalıklı tayı mı buldun?"
Bolu Beyi öfkesini alamaz:
"Sen benimle alay mı ediyorsun? En iyi küheylân olacak dediğin taya bak! Ayakta zor duruyor."
Bolu Beyi, öfkesinden yerinde duramıyordu. Sonra baş seyise ibret için bir ceza vermeyi düşünür. Bolu Beyi:
"Bu gözlerle mi bu tayı seçtin?" diyerek, baş seyisi Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Getirdiği tayı da vererek sarayından kovar:
"Al bu çirkin tayı al götür. Bu senin gibi köre lâyıktır. Bey'le alay etmenin ne olduğunu anlarsın."
Yusuf, gözleri dağlanmış, kanlar içinde, yanında çelimsiz tayı olduğu halde köyüne döner. Yusuf köyde üzüntüyle karşılanır. Herkes öfkelidir ama Bey'e karşı yapabilecekleri bir şey yoktur. Evde ise Yusuf'u küçük yaştaki oğlu Ruşen Ali karşılar. Babasının halini görünce:
"Baba sana ne oldu?"
diye ağlamaklı bir sesle sorar. Babası olanları anlatır. Ruşen Ali küçük yaşına rağmen çok öfkelenir. Sanki koca bir babayiğit gibi atına atlayıp, Bolu Beyi'nin karşısına çıkacak gibi hiddetlenir. Babası:
"Dur oğlum... Her şeyin bir sırası vardır. Ama günü gelince benim öcümü mutlaka almalısın"
Ruşen Ali, babasına söz verir. Günü gelince Bolu Beyi'nden öcünü alacağına ant içer.
Yusuf'un o günden sonra gözleri görmez. Kör olmuştur. Ruşen Ali de, körün oğlu diye anılır. Kör Yusuf için artık iki şey vardır ve sadece bunlarla ilgilenir:
Birincisi, oğlunun yiğit bir savaşçı olarak yetişmesi; İkincisi de, gösterişsiz, çelimsiz tayı yetiştirmek.
KÖROĞLU VE KIRAT
Günler bu iki uğraşla geçer. Yusuf, gözünün acısını unutur, körlüğün verdiği engelleri bu kinle ve at sevgisiyle aşar. Yusuf bütün maharetini ortaya koyarak taya bakar. Aylar geçtikçe çirkin tay gelişmeye, canlanmaya, güzelleşmeye başlar. Tayın güzelleşmesi ve gelişmesiyle orantılı olarak Ruşen Ali de yaşı icabı büyüyüp gelişmektedir. Bıyıkları terlemeye, kasları belirginleşmeye başlar. Bu arada, Ruşen Ali de, ata binmenin, kılıç kullanmanın, güreş tutmanın ve diğer savaş oyunlarının bütün inceliklerini öğrenmektedir. Ruşen Ali, sazım da kılıcı kadar maharetli kullanmayı öğrenmişti.
Yusuf, sabırla hem oğlu Ruşen Ali'yi, hem tayını istediği güce ulaştırmıştır. Oğlu artık Bolu Beyi'nin karşısına çıkabilecek güçtedir. Altında da özenle yetiştirdiği atı olacaktır. O çelimsiz, çirkin tay, şimdi herkesin imrendiği "Kırat" olmuştu.
ÜÇ SİHİRLİ KÖPÜK
Bir gece, Yusuf rüyasında Hızır'ı görür. Hızır, Yusuf'a yapması için birkaç tavsiyede bulunur.
Baba oğul, Hızır'ın söylediklerini yerine getirmek için Aras nehrinin kıyısına giderler. Burada Birgör dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü alacaklardır. Bu üç sihirli köpük ile Yusuf'un hem gözleri açılacaktı, hem de Bolu Beyi'nden öcünü almak için gerekli olan güce erişecek, gençliğine kavuşacaktı.
Aras nehrinin kıyısında beklerken köpükler gelir. Ama bu esnada başka bir şey olur: Gelen köpükleri Yusuf değil, oğlu Ruşen Ali içer. Sonra basına söyler. Kör Yusuf buna hem üzülür, hem de sevinir.
Çünkü oğlu yenilmez bir savaşçı olacaktı. Böylece Bolu Beyi'nden öcünü rahatlıkla alabilecekti.
Ruşen Ali'nin içtiği üç köpük, Hızır'ın dediğine göre içene üç önemli güç kazandıracaktır.
Köpüğün birincisi, sonsuza kadar yaşama gücü; İkincisi, yenilmez bir yiğitlik gücü; üçüncüsü de şairlik gücü ve yeteneği verecektir.
Yusuf bilir ki bu üç gücü bünyesinde toplayan Ruşen Ali, elbette günü gelince Bolu Beyi'nden intikamını alacaktır.
Köylerine döndükten bir süre sonra Kör Yusuf, vefat eder. Ama ölmeden önce, oğlu Ruşen Ali'den, Bolu Beyi'nden öcünü almasını ister. Ruşen Ali de babasına söz verir.
Ruşen Ali, babasının ölümünden sonra köyde daha fazla kalmadı. Silahlarını kuşandı, sazını aldı ve "Kırat'ına atlayıp yollara düştü. Babası kör olduğu için, kendisine Köroğlu diyorlardı. Ruşen Ali de söylemesi, akılda tutması kolay olan ve Bolu Beyi'ne karşı girişeceği savaşı, alacağı öcü daha iyi anlattığı için namını "Köroğlu" yaptı.
ÇAMLIBEL
O günden sonra Bolu ve çevresinde "Köroğlu" adı ile "Kırat" dilden dile dolaştı. Mazlumun koruyucusu, zalimin korkusu olmuştur. Köroğlu adıyla birlikte ünlenen Kırat ise; Bolu Beyi'nin beğenmeyip, baş seyisinin gözüne mil çekmesine sebep olan çirkin ve çelimsiz taydan başkası değildi.
Köroğlu kısa sürede adını duyurdu. O günlerde Bey'in zulmünden kaçanlar, dağlara sığınanlar Köroğlu'nun çevresinde toplandılar. Hep birlikte kervanları soymaya başladılar. Çevreye korku saldılar. Sayıları artıp, küçük bir ordu olunca, Bolu'nun karşısında Çamlıbel'e bir kale yaptılar. Yol kesip, zalimlere yaptığı baskınlarda elde ettiği ganimetleri adamlarına dağıtırken, çevredeki kimsenin ve yoksul halkı unutmuyordu. Halka karşı bu kadar yakın, sevgi ve yardım ile yaklaşınca, büyük kitleler arasında, daha yaşarken destanlaşmıştır.
Çamlıbel'de kale yaptırdıktan sonra sayıları daha da artırdı. Bolu Beyi ordu gönderip, bu soyguncuları yakalamak veya öldürmek istemişse de, her seferinde bozguna uğratmıştır.
Köroğlu, yoldan geçen kervanlara "bac" (vergi) koydu. Vergisini verenler rahatlılıkla geçiyordu. Vermek istemeyen kervanların atını, devesini, malını, ziynetini, parasını alıp geri gönderiyordu.
Köroğlu, Osmanlı Devleti'nin gözünde bir eşkıyadır. Bolu dağlarında yaşamaktadır. Ama o, Bolu Beyi'nin zulmünden bu dağlara çıkmıştır. Altın kalpli, yiğit ve bir o kadar da sazına sözüne usta biridir. Köroğlu'nun ünü sadece mertliği ve yiğitliğini anlatan destanlara değil, sazıyla, sözüyle ve kullandığı Türkçe ile günümüze kadar yaşamıştır.
Köroğlu, İstanbul Kasapbaşısı'nın oğlu Ayvaz'ı kaçırır. Onu yetiştirir, iyi bir dost ve becerikli bir savaşçı yapar. Ayrıca görüp âşık olduğu Bolu Beyi'nin kız kardeşi Döne Hanım'ı kaçırır. Köroğlu, Döne Hanım ile evlenir.
Köroğlu, her zaman Bey'in askerlerinin saldırmasını beklemez. Arada kendisi de Bolu'ya saldırır. Ganimetleri alır, Bolu'yu yakar ve geri döner.
BOLU BEYİ NİN HİLESİ
Bolu Beyi, Köroğlu'nu asker gücüyle yenemeyeceğini anlar ve hileye girişir. Bin bir düzen kurar, sonunda Köroğlu ile Ayvaz'ı yakalar ve zindana atar. Fakat bir kolayını bulup kaçarlar.
Köroğlu, Ayvaz ve Kırat... Bu üçlünün şöhreti Bolu dağlarını aştı. Anadolu'ya, hatta Osmanlı sınırlarının dışına kadar ulaştı. Halkın koruyucusu, sevgilisi Köroğlu, oralarda da yaşatıldı.
Köroğlu, yaşayışını, savaşlarını, sevgisini, düşüncelerini saza döküyordu. Birbirinden güzel yiğitlik türküleri söyledi. Kendisinden sonra pek çok türkü söylendi. Köroğlu'ya yakıştırıldı.
Bu serüvenin sonunda bir gün Köroğlu, Çamlıbel'de adamlarını topladı.
"MERTLİK BOZULDU"
Barutun icadıyla yapılan tüfekler, yiğitliği ortadan kaldırıyordu. Kalleşlik kolaylaşıyordu.
Köroğlu, adamlarına hitaben bir konuşma yaptı. Bugünden itibaren bütün adamlarını serbest bıraktı. Hepsine dağılmasını, kendilerine yeni iş kurmalarını söyledi. Çünkü "tüfek icat olmuş, mertlik bozulmuş" idi. Kendisi de Kıratı'na atlayıp bilinmeyen yerlere gitti. O andan sonra Köroğlu'nu ne gören, ne duyan oldu. Doğum yeri, babası Yusuf'un köyüdür. Ama ölüm yeri ve mezarının yeri bilinmemektedir.
Köroğlu sırra kadem bastı ama Köroğlu destanları ve türküleri halkın ağzından düşmedi. Halk o'nun adına destanlar yazdı, türküler söyledi. Tıpkı Nasreddin Hoca'da olduğu gibi halkın hayal gücünün sonsuz ürünleri üretildi.
Köroğlu'nu "Celâli" olarak nitelendirenler olmuştur. O "Celâli" değildir.
16. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin birliği tamamlayıp Avrupa-Mısır-İran savaşlarıyla yorgun düştüğü yıllardır. Devlet bütünlüğü içinde, daha önce beylik yapanların uyumu zor olmuştur. Ekonomi de bozulunca, kıpırdanmalar başlamıştır. Yozgat (Bozok) Türkmenlerinden Celâl adlı birinin önderliğinde yapılan ayaklanmalara "Celâlî Ayaklanmaları" denilmiştir. Bu ayaklanmalarla Köroğlu'nun ki farklıdır. Köroğlu bunlara örnek olmuştur dense dahi, zorda kalan insanın yapacağı işleri yapmaya cesaret etmişlerdir.
SANATI
Köroğlu'nun kullandığı dil, sade, duru ve kendiliğinden söylenivermiş gibi akıcı bir Türkçedir. Halk şairi olarak Köroğlu kahramanlık, savaş, dostluk, iyilik, şefkat dolu şiirleriyle saz şairlerinin öncülerinden ve en başarılılarındandır.
100 Temel Eser, Aydıncan yay.
***
Hikâye/destan kahramanı Köroğlu ile karıştırılması sebebiyle yakın zamana kadar değişik bilgilerle tanıtılan şairimiz hakkındaki sınırlı sayıdaki kaynak, onu az da olsa tanımamıza yardım etmektedir. Özdemiroğlu Osman Paşa'nın İran üzerine yaptığı seferle ilgili olarak söylediği iki şiiri, onun 1585 yılında hayatta olduğunu, bu sefere katılabilecek güce sahip bulunduğunu göstermektedir. Evliya Çelebi Seyahatname1 sinde, onu, diğer birkaç şairle birlikte "Çöğür" şairi olarak saymaktadır. (Z. Danışman, 8. kitap, 139-140). Osman Paşa ile ilgili şiirlerinden birinde, Paşa'nın ağzından söylenmiş hanelerin yer alması, alınan yerlerin teker teker sayılması, geleneğin iyi bilindiğinin işaretleridir.
Şiirlerinde, savaş konularının yanında, onlardan daha ağır basan sevgili, gönül ve dünya işleri gibi konular da görülür. Bazı mısralarının Karacaoğlan'ı hatırlatması, belki de devrin hece ile söyleyen şairlerinin ortak bir yönü olabilir. "İlle mavili mavili" ve Öpül koçul huzur ile" tekrar edilen mısralarının yer aldığı şiirleri bu görüşümüzün güzel örnekleridir.
Sade dili ve tabiata dayanan benzetme dünyası ile şiirlerine renk katan Köroğlu, bu yönleriyle de, aruzun tesirinde kalmayan şairlerimizin başta gelen temsilcilerinden biri olmaktadır.
Âşık Ömer ve Sun'î'nin yanında yüzyılımızın başında yaşayan Pir Yakup da Şairname'sinde ona yer vermiştir.
Çıktım şu âlemi seyrân eyledim
Açılmış baharın gülü dağların
Sökülmüş bendleri cuşu yenilmez
Çağlayuban akar seli dağların
Yiğit atına binmese yakunur
Yüreğinde olan elbet çekinür
Kar yağar da dört köşesi yekinür
Yol vermez aşmaya yeli dağların
Arslanı kaplanı yanar yolunur
Şikâr almış alacağına dolanur
Yol estükçe safâsından salınur
Aheste aheste dalı dağların
Ben kâmilim zerresine ermişim
Baharında gonca gülün dermişim
Mürvetsiz beylerden eyi görmüşüm
Yiğidi yaldırır alı dağların
Köroğlu eydür sende tasa olmasa
Yüreğinde aşkı olan yenilmez
Çok döğüşler olur kimseler bilmez
Söylemeye yoktur dili dağların
***
Osman Paşa eydür: Devletlü Hünkâr
İnşallah Sultanım Şirvan bizimdir.
Sen himmet eyle inayet Allah'dan
Mürvet Ali'nindir meydan bizimdir.
Demirkapı'dan Şirvan'a geçildi.
Onca savaş oldu kanlar saçıldı.
Kırdık biz Yezid'i yollar açıldı.
Giden ipek yükü kervan bizimdir.
Şirvan ilinden Tebriz'e ulaştık
Anca başlar kestik kana bulaştık
Acem evlerin seyrettik dolaştık
Vilâyet Hünkârın seyrân bizimdir.
Osman Paşa eydür: Gelin varılsın
Tedbir tedârik nenindir görülsün
Koç yiğitlere mansıb verilsin
Kendi kulunuzdur ihsan bizimdir
Köroğlu eydür gülbangı yetirdik
Erenlerin sancağını götürdük
Katar katar mayaların getirdik
Giden ordu senin Şirvan bizimdir
***
Gel ey nâzik beden dilber
Öpül koçul huzur ile
Ömrümün hasılı dilber
Öpül koçul huzur ile
Öpülmekten zarar gelmez
Koçulmaktan adam ölmez
Bu güzellik sana kalmaz
Öpül koçul huzur ile
Öpülmek eski âdettir
Koçulmak hûb saadettir
Hatır yapmak ibâdettir
Öpül koçul huzur ile
Kara'na yağmadan ağ'ın
Benefsem selmadan bağın
Güzelsin geçmeden çağın
Öpül koçul huzur ile
Köroğlu der gamzen oktur
Derdim hiç kimsede yoktur
Koçulmamış dilber yoktur
Öpül koçul huzur ile
***
Kimisi pınar başında
Kimisi yolun dışında
Al geyen on beş yaşında
ille mavili mavili
Kimisi dağlarda gezer
Kimisi incisin dizer
Al geyen bağrımı ezer
İlle mavili mavili
Kimisi odun devşirir
Kimi kahvesin pişirir
Al geyen aklın şaşırır
İlle mavili mavili
Köroğlu der ki n'olacak
Takdir yerini bulacak
Mavilim kaldı alacak
İlle mavili mavili