Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

Toplumu derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan uzun manzum hikâye.

Âşık edebiyatı ve mûsikisinde bir na­zım şeklinin de adı olan destan kelime­sinin aslı Farsça dâstândır. Batı dillerin­de bunun karşılığı olarak, Grekçede şa­irlerin saz eşliğinde söyledikleri şiirlere verilen epos adından türetilen epopee (epopoeia) kullanılır. Destan "hikâye, ma­sal, sergüzeşt, manzum hikâye (kıssa), vak'a, tarih, roman ve hayvan masalı (fabl)" gibi anlamlara da gelmektedir.

İnsanları yakından ilgilendiren hemen her olay destan konusu olabilir. Daha çok yaratılış, toplum vicdanında iz bıra­kan savaşlar, bir şahıs veya bir milletin kahramanlıkları ve tabii âfetler, hikâye dışından katılan öğüt, kıssa, masal ve epik karakterli biyografik bilgilerle zen­ginleştirilerek genellikle anlatıma daya­lı manzumeler şeklinde destana dönüş­türülür. Türk edebiyatında destan ke­limesini XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyı­lın başından itibaren Rıza Nur, M. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Türkoloji alanındaki çalışmalarında leğende (efsa­ne) veya Ğpopee karşılığında kullanma­ya başladılar. Böylece destan kavramı yeni bir mahiyet kazanarak Türkler'in Müslüman olmadan önceki tarih, dil ve edebiyatının incelenmesinde bir çıkış nok­tası oldu. Schiefner, Radloff ve Potanin gibi bilginlerin araştırmaları Türkler'in ilk destan dönemlerini aydınlattı. Ziya Gökalp'in Türk Töresi (İstanbul 1339) ve Türk Medeniyeti Tarihi (İstanbul 1341) adlı eserlerinde menkıbe ve üstûre keli­melerini kullanmasına rağmen destan epopee karşılığı olarak yaygınlık kazan­dı; Fuad Köprülü ise "millî destan" sö­zünü tercih etti.

Edebiyat nazariyecileri ve araştırma­cılarına göre destanda bulunması zo­runlu başlıca unsurlar tek, toplu, kah­ramanca ve gerçeğe benzemekle birlik­te hârikalarla dolu bir olay ile toplumun ilgisini çeken bir şahıstır. Ayrıca ikinci derecedeki şahısların da belirgin olma­sı, mutlaka metnin şiirsel bir anlatım karakteri taşıması ve esas konunun an­latıldığı bölümlerin yanında çeşitli epi­zotlarla bir bitiş kısmı ihtiva etmesi ge­rekmektedir. Bunlardan başka dil, mu­hayyile ve nazım güçlü, hayaller canlı, duygular yüksek olmalı, bir bütünlük için­de ve samimi bir şekilde döneminin sos­yal ruhunu aksettirmelidir. Destanlar yapılarına göre tabii ve sunî olmak üze­re başlıca iki grupta incelenmektedir. Ayrıca halk hafızasında canlı tutulan olayların bir şair tarafından derlenerek nazma çekilmesi sonucu ortaya çıkmış, konularını belirli bir milletin hayatından alan destanlar vardır ki bunlara da muh­tevaları bakımından millî destan denil­mektedir.

İnsanoğlu ilk çağlardaki birçok tabii ve toplumsal olayın gerçek sebeplerini, kaynaklarını ve etkilerini tam anlamıyla bilemediği için belli bir inanca yönelmiş ve bunun sonucunda mitos (mythos) adı verilen ilk efsaneleri meydana getirmiş­tir. İlk mitoslara sürekli biçimde ekle­nen yeni olay ve kahramanlar zamanla belirli motif ve kişilere dönüştürülmüş, ayrıca ilâhî vasıflarla donatılmıştır. Des­tan kahramanlarının bazı özellikleriyle ilâhî bir güce sahip oldukları kabul edi­lir; buna rağmen hareketleri, duyguları, düşünceleriyle insan hüviyetinde kalma­ları ve insan kaderini yaşamaları desta­na beşerî bir öz kazandırmış, bu da onun her dönemde önemini koruyarak ilgiyle karşılanmasını ve uzun bir süreçte ta­mamlanmasını sağlamıştır. Bunun sonu­cunda destanların genellikle üç dönem­de oluştuğu görülmektedir. 1. Doğuş. Milletin ortak şuurunda ve hayal gücün­de iz bırakan birtakım tarihî ve sosyal olaylar meydana gelir, bunlarda rol alan bazı kahramanlar yüceltilerek ön plana çıkarılır. 2. Yayılış. Olay ve kahramanla­rına yenileri eklenerek destan bölgeden bölgeye ve kuşaktan kuşağa geçer. 3. Ya­zıya geçiriliş. Bu dönemde sözlü gelene­ği bilen güçlü bir şair ortaya çıkar ve destanı bir şiirler bütünü halinde naz­ma çeker. Eski Yunanda Homeros'un İlyada ve Odysseia destanları bu süreç­ten kalan en eski örneklerdir. Bazan da halkın muhayyile ve hafızasındaki dağı­nık destan malzemesi ilmî usullerle top­lanır; Finlilerin Kalevala'sı Elias Lönnrot tarafından bu şekilde ortaya çıkarılmış­tır. Ancak dünya edebiyatındaki destan­ların büyük bir çoğunluğunun şairi, naz­ma çekeni veya düzenleyicisi belli de­ğildir.

Destanlar toplum vicdanının sesi ol­duklarından millî şuuru güçlendiren ve millî dayanışmayı sağlayan önemli eser­lerdir. Ortak şuurla teşekkül eden ülkü ve gelenek gibi toplumu canlı tutan un­surlar, destanlarda bir hayat görüşü ve felsefesi olarak soylu ya da yönetici sı­nıftan gelen destan kahramanının şah­sında dile getirilir. Bu yönüyle destan­lar milletlerin soy özellikleri, sosyal ya­pıları, ülküleri, millî değerleri, gelenek ve görenekleri üzerinde yapılacak araş­tırmalarda ilk temel kaynağı teşkil eder­ler.

 

Türk Edebiyatında Destan.

Türk milleti­nin bir bütün olarak zamanımıza ulaşmış büyük destanları yoktur: ancak yabancı kaynaklarda yer alan bazı destan parçalan bulunmaktadır. M. Fuad Köprülü, şimdiye kadar yapılan etnografya ve ta­rih incelemeleri sonucu Sibirya'dan Ak­deniz kıyılarına kadar yayılan ve çok uzun bir tarih içinde çeşitli destan devirleri geçiren Türkler'in de bir millî destanı ol­duğu kanaatindedir (Türk Edebiyatı Ta­rihi, s. 42). Türk destanlarına ait çeşitli parçalar Çin, Fars, Moğol ve Arap kay­naklarında bulunmaktadır. Özellikle Firdevsi’nin Şehnamesi Reşîdüddin'in Cami'u't-tevârîh'i ve Melik Atâ Cüveyni'nin Târîh-i Cihângüşa'sı. Mes'ûdî'nin Mürûcü'z-zeheb"i Türk destanlarına ait en eski kayıtları taşıyan eserlerdir. Bun­ların dışında Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lugâti't-Türk, Yazıcıoğlu Ali'nin Selçuknâme, Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk ve Şecere-i Terâkime adlı Türkçe eserleri de diğer önemli kaynak­lardır.

İşledikleri konulara göre Türk kültür ve edebiyatındaki destanları şu başlık­lar altında ele almak mümkündür:

 Millî Destanlar. Türk milletinin tarih öncesi denilebilecek çok eski çağlarda yaşadığı din, fazilet ve kahramanlık olay­ları etrafında teşekkül eden destanlar­dır. Genellikle bu tür destanlarda halk muhayyilesi kahramanlık, sadakat, mer­hamet, aşk, hainlik gibi beşerî hasletle­rin her birini destandaki bir kişiye tem­sil ettirir. Bir gün büyük bir şair çıkarak halkın meydana getirdiği bütün efsane­leri toplayıp birleştirir ve kendi üslûbu ile edebî bir form içinde millî destanı oluşturur. Kırgızlar'ın nazma çekeni bi­linmeyen Manas destanı bu türdendir.

Dinî Destanlar. Türk kültür ve edebi­yatında daha ziyade Türkler'in Müslüman olmasından sonra ortaya çıkan des­tanlardır. İslâmiyet'in kabulünü takip eden yıllarda eski Türk destanlarında yüceltilen alp tipinin yerini gazi tipi alır ve özellikle Anadolu'da doğan yeni des­tanlarda bu tipin önemli bir yer tuttu­ğu görülür. Dârülcihad denilen sınır boy­larında yaşayan sınır muhafızları bu dö­nemde Müslüman Türkler'in âdeta pro­totipleridir. "İ'lâ-yi kelimetullah" ideali için cihad eden bu kahramanların asır­larca süren mücadeleleri sonucu onların şahsında ve çevresinde yeni yeni destan­lar teşekkül etmiştir. Bunların en tanın­mışları Battal Gazi, Satuk Buğra Han ve Dânişmend Gazi destanlarıdır.

 Kahramanlık Destanları. Türkler'in İslâ­miyet'i kabulünden önce ve sonra örnek­leri bulunan bu türdeki destanlar halka sahip çıkan, onlara liderlik eden, hakla­rını koruyan, gerektiğinde tek başına mücadele veren kahramanlar etrafında oluşur. Destanlarda yer alan kahraman­ları halk muhayyilesi zamanla idealleştirir. Aynı zamanda milleti temsil eden bu kahramanların yanı sıra çeşitli özel­likleriyle destanlarda yer alan diğer ki­şiler de şöhret kazanırlar. İslâmiyet'ten önce Alp Er Tonga destanı ve Oğuz Ka­ğan destanı, İslâmiyet'ten sonraki dö­nemde ise Köroğlu destanı bu türden­dir.

 Halk Destanları. Bir toplumu derinden etkileyen çeşitli olaylarla hayat sahnele­rini, halkın duygu ve düşünceleri çerçe­vesinde ve halk diliyle anlatan manzu­melerdir. Genellikle bir ezgi eşliğinde söylenen bu destanlar konuları yönün­den şu gruplarda toplanabilir: Savaş des­tanları; deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili âfet destanları; eşkı­yaların ve ünlü kişilerin hayat macera­larını anlatan destanlar; mizahî destan­lar; toplumsal taşlama ya da yergi ma­hiyetindeki destanlar: öğüt (atasözü) des­tanları; hayvan destanları; yaş (ömür) destanları (geniş bilgi için bk. Dilcin, s. 315-333). Bu genel konular dışında özel ve şahsî durumlarla ilgili olayları anla­tan destanlar da vardır.

 Bugüne ulaşan destan parçaları ve destanî eserler, Türkler'in Müslümanlığı ka­bul etmeden önce zengin bir destan ede­biyatına sahip olduklarını göstermekte­dir. Türk destanları coğrafî, tarihî ve kavmî dairelere göre gruplandırıldığı gibi İs­lâmiyet'ten önceki ve sonraki destanlar şeklinde de gruplandırılmaktadır.

 A) İslamiyet'ten Önceki Türk Destanları

Yaratılış Destanı. Radloff tarafından Altay Türkleri arasından derlenen bu des­tan, dünyanın yaratılışı hakkında Türk­ler'in inanışını ortaya koymaktadır.

 Alp Er Tonga Destanı. Şehnamede Efrâsiyâb adıyla geçen Alp Er Tonga, Or­ta Tien Şan'da kurulan ve milâttan ön­ce IV. yüzyıla kadar devam eden Saka Devleti'nin hükümdarıdır. Dîvânü lü­gati't-Türk'te bu destandan bazı par­çalar. Şehname ile Kutadgu Bilig'de de hakkında verilmiş bazı bilgiler bulunmak­tadır.

 Şu-Saka Destanı. İlim adamları arasın­da, Dîvânü lugâti't-Türk'te Türkmen ve Kalaç kelimelerinin açıklanması mü­nasebetiyle anlatılan menkıbenin bir des­tan parçası olduğu görüşü yaygındır. Bu kısımda Büyük İskender'in veya daha önce yaşamış bir Aryânî kralının doğu seferiyle bu sefer sırasında Saka Türkleri'nin ve Hükümdar Şu'nun yaptıkla­rından bahsedilmektedir.

 Oğuz Kağan Destanı. Gerek Oğuz Kağan'ın şahsiyeti gerekse bu destan hak­kında değişik görüş ve yorumlar bulun­maktadır. Bahaeddin Ögel destanın as­lını teşkil eden efsanenin, Oğuz Kağan olduğu sanılan Hun Hükümdarı Mete'­den önce Orta Asya'da yaşadığını belir­tirken [Türk Mitolojisi Kaynakları, s 11) M. Fuad Köprülü destanın Alp Er Tonga'nınkinden sonra en eski Türk destanı ol­duğu görüşündedir (Türk Edebiyatı Tari­hi, s. 48). Bugün bilinen destan, aslında Oğuznâme de denilen çok geniş bir des­tanın veya destan dairesinin parçaları­dır. Bu dairenin önemli bir bölümü de Dede Korkut Kitabım oluşturmakta­dır. Dede Korkut hikâyelerinin XIII. yüzyıl­da veya XIV. yüzyılın ilk yıllarında "Oğuz­nâme" adıyla bir kitap halinde var oldu­ğu. İran ve Anadolu Türkleri arasında okunup dinlendiği kabul edilmektedir. Dede Korkut hikâyeleriyle ilgili bir baş­ka görüş de bu yüzyıllarda yaşayan Oğuz menkıbe, masal ve destan motifleriyle eski halk destanlarının toplanıp o döne­min an'anesine göre mensur olarak ya­zıldığı şeklindedir. Nesir özellikleri bakımından destanî karakterde olan Dede Korkut Kitabı, tekniği ve şekli itibariy­le bir mensur hikâyeler külliyatıdır.

 Kurttan Türeyiş Destanı. Çin kaynakla­rında bu konuda üç ayrı efsane vardır. Bunların ikisinde, düşmanlarına mağ­lûp olan Göktürkler'den eli ve ayağı ke­silmiş bir çocuğa bir kurdun bakması ve onunla evlenerek yüz veya on erkek çocuk doğurması; diğerinde ise Hunlar'ın kuzey bölgelerinde yaşayan on sekiz kar­deşin en büyüğünün kurttan doğması, bu kardeşlerin ve bunlara bağlı halkın düşmanlar tarafından öldürülmesiyle geriye yalnız kurttan doğan büyük kar­deşin kalması anlatılmaktadır.

 Ergenekon Destanı. Bu destanın kay­nağı Reşîdüddin'in Câmi'u't-tevârîh"dir. Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde de kayıtlı olan bu destana göre Göktürkler düşmanlarla savaşır ve sonunda yenilirler. Düşman büyükleri kı­lıçtan geçirir, küçükleri alıp götürür. İl Han'ın oğlu Kıyan ile yeğeni Negüz, ha­nımları ile birlikte geride kalan deve, at, öküz, koyun ve diğer malları alarak sarp ve etrafı kayalarla çevrili bir yere sığınır­lar, burada yıllarca yaşar ve çoğalırlar. Ergenekon adını verdikleri bu yere sığ­maz olunca kayaların arasında bulunan bir demir damarını eritip açılan yoldan dışarı çıkar ve böylece yeni yurtlar edi­nerek hakanları Börte Çene'nin hâkimi­yetinde varlıklarını sürdürürler. Ergene­kon, Türkler'in demircilik an'anesini gös­teren önemli bir destandır.

 Türeyiş ve Göç Destanı. Çin ve İran kay­naklarında yer alan bazı parçalar Uygurlar'ın bir türeyiş destanının bulunduğu­nu göstermektedir. Buna göre Karakorum çaylarından sayılan Toğla ve Selenge ırmaklarının arasında iki ağaç var­dır. Bu iki ağacın arasına bir gün gök­ten bir ışık iner. Uygurlar oraya yaklaş­tıkları sırada çok tatlı bir müzik sesi duy­maya başlarlar. Her gece ışık inmeye devam eder. Uygurlar bir gün ayrı ayrı kurulmuş beş çadır ve her çadırda bir ço­cuk görürler. Çocukları alır, büyütür ve onlara büyük saygı gösterirler. Bu ço­cuklardan Bögü Tegin'i hanlık tahtına oturturlar. Bögü Han'ın soyundan ge­lenlerden Yülun Tigin, Çinliler'le arala­rındaki savaşa son vermek için Çin pren­seslerinden biriyle evlenir. Çinliler buna karşılık Karakorum'un kudret ve zen­ginliğinin kaynağı olarak gördükleri Kutluğdağ'ı Tigin'den isterler ve dağ ken­dilerine verilince de onu parçalayıp gö­türürler. Bir süre sonra memleketin ba­şına türlü felâketler gelir ve kağanlar arka arkaya ölür. Bunun üzerine canlı cansız her şey "göç, göç, göç" demeye başlar ve sonunda Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kalırlar. Ayrıca Uygurlar'ın kurttan türeyişlerini ve Mani di­nini kabul edişlerini anlatan başka des­tan parçaları da vardır.

Manas Destanı. Kırgızlar'a ait olan bu destanın devri hakkında araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir. M. Fuad Köprü­lü, Kâşgarlı Mahmud zamanında henüz teşekkül etmediği, daha sonra Cengiz devrinden önce oluştuğu kanaatindedir [Türk Edebiyatı Tarihi, s. 158-159). Bazı araştırmacılar ise daha eski bir dönem­de, IX. yüzyılda Kırgızlar'ın Yenisey ve Minusin bölgelerinde yaşadıkları yıllarda Uygurlar ve Çinliler'le yaptıkları savaşlar sırasında oluşmaya başladığını, XVI ve XVII. yüzyıllarda Kırgızlar'la Kalmuklar (Budist Batı Moğolları) veya Müslüman Orta Asya kavimleriyle Kalmuk ve Çinli­ler arasında cereyan eden kanlı savaşlar sırasında da bünyesine yeni unsurlar ala­rak zenginleştiğini, böylece yeniden te­şekkül etmiş olduğunu ileri sürmekte­dirler. Daha sonra, özellikle XIX. yüzyıl­da İslâmî unsurlarla beslenen destan, Müslüman alplerle kâfir Kalmuklar ara­sındaki mücadelelerin ve iç çatışmaların yer aldığı yeni bir çatı kazanmıştır. Ma­nas destanı, en eski Türk destan ve mi­tolojisinden derin izler taşımakla bera­ber müstakil bir yapıya sahiptir ve tama­mı manzum olan uzun metinde (500.000 mısradan fazla) Kırgızlar'ın iç ve dış düş­manlar, Kalmuklar, Çinliler, yer yer de Uygurlar ve diğer Orta Asya Türk kabileleriyle yaptıkları hürriyet mücadelesi­ni derin bir vatan ve millet sevgisi için­de dile getirir; ayrıca Kırgızlar'ın etnog­rafyası, âdet ve inançları hakkında da bilgiler verir. Destanda bütün Türk boy­ları için büyük değer taşıyan dil, edebi­yat ve tarih malzemeleri de önemli bir yer tutmaktadır.

 Cengiznâme. Orta Asya Türkleri ara­sında çok yaygın olan Cengiznâme veya Dâsitân-ı Nesl-i Cengiz Han, Cengiz Han ile atalarının efsanevî hayatlarını hikâye eder. İslâm ve Moğol kaynaklarında bu­lunmayıp yalnız çok eski Çin yıllıkların­da görülen bazı destan motiflerinin yer aldığı Cengiznâme'ye göre Cengiz'in ata­larından biri olan Doyunbayan, annesi Ulamelik Körklü'nün güneş ışığından ha­mile kalması sonucu doğmuştur. Diğer bir motif de Cengiz'in annesi Alangua'nın, kocası öldükten sonra ışık olup ya­nına giren bir bozkurttan hamile kalma­sı ve bunun sonucunda Cengiz'in doğ­ması şeklindedir. Cengiznâme'nin elde mevcut en eski yazması XVI. yüzyıla ait­tir ve 1819'da Kazan Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi mensuplarından Halfin tarafından yayımlanmıştır. Orenburg Arkeoloji Kurumu tarafından Rusçaya çevrilerek yayımlanan Kazakça bir yaz­masından başka destanın XVIII. yüzyıl­dan kaldığı tahmin edilen bir nüshası da Paris Bibliotheque Nationale'de bu­lunmaktadır (Suppl. Turc, nr. 148).

 

B) İslâmî Dönem Türk Destanları.

Satuk Buğra Han Destanı. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar'ın İslâmiyet'i kabul eden birinci hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han'ın (ö. 344/955-56) kişiliğini, İslâm dinini kabulünü ve İslâ­miyet'i yaymak için gösterdiği fedakâr­lıklarla kerametlerini anlatan menâkıbnâme özelliğinde bir destandır.

 Battal Gazi Destanı. Battalnâme diye de anılan bu destan, tarihî bir şahsiyet olan Battal Gazi'nin (ö. 122/740 |?|) menkıbevî hayatını, Anadolu'ya yerleşen Müslüman Türkler'in gözüyle aksettiren destanlaşmış bir halk hikâyesidir.

 Dânişmendnâme. Dânişmend Gazi des­tanı olarak da anılır. Anadolu'da Dânişmendliler'in kurucusu Dânişmend Ga­zi'nin (ö. 477/1085 |?|) adı etrafında te­şekkül etmiş ilk kahramanlık menkıbesidir. Kahramanları Türk menşeli olma­yan Battalnâme ve Ebû Müslimnâme gibi iki büyük destanî hikâyeden son­ra aynı daireye giren, fakat kahramanı Türk olan mensur bir eserdir.

 Saltuknâme. Sarı Saltuk'un (XIII. yüz­yıl) menâkıbını anlatan ve Dânişmend­nâme gibi mensur olan eser, Cem Sultan'ın arzusu üzerine XV. yüzyıl sonla­rında Ebülhayr Rûmî tarafından kaleme alınmıştır. Türkler'in Rumeli'ye yerleş­melerini ve İslâmiyet'i yaymalarını anla­tan Saltuknâme, yeni bir ülkenin yurt tutulması ve Müslümanlaştırılması ko­nusunda yazılan Battalnâme, Dânişmend­nâme, Hamzanâme grubundan destanî bir halk hikâyesidir. Bu özelliğinden do­layı dil, tarih ve folklor malzemesi bakı­mından oldukça zengindir.

 Köroğlu Destanı. İslâmî dönemde mey­dana gelmekle beraber dinî bir özellik taşımayan bu destan, bütün Türk boy­ları arasında yaygın olan zengin bir kül­liyata sahiptir. Destan kahramanı Köroğlu ve destanın menşei hakkında çok çe­şitli görüşler vardır. Faruk Sümer, arşiv vesikalarına dayanarak Köroğlu'nun XVI. yüzyılda Anadolu'da yaşadığını ortaya koymuştur (TDA, s. 9-46). Köroğlu des­tanının birçok kolu vardır; ayrıca Gür­cü, Ermeni ve Tacikler arasında da Kö­roğlu'nun şiirleri Türkçe olarak söylen­mektedir. Köroğlu bu destanda hem kahraman bir cengâver, hem de saz ça­lıp şiir söyleyen bir âşıktır. Bu durum, birden fazla Köroğlu'nun aynı kişinin şahsında birleştirildiği ihtimalini düşün­dürmektedir. Ancak Köroğlu destanı kollarının hepsinde olaylar birbirine bağ­lanarak belirli bir şema içinde anlatıl­makta ve destan daireleri devam etmek­tedir.

 Önemini giderek kaybeden destan ge­leneği günümüz Türkiye'sinde kısmen yaşamakta, eski destanlar halk arasın­da zaman zaman söylendiği gibi az da olsa toplumu etkileyen bazı mutlu olay­lar ve sel, deprem gibi felâketler halk şairlerince destan haline getirilerek bas­tırılmaktadır. Bunlar aynı zamanda des­tanı ezgiyle söyleyen kimseler tarafın­dan özellikle halkın toplu bulunduğu yer­lerde okunarak satılmaktadır. Ayrıca ba­zı tanınmış yazar ve şairler, daha çok önemli tarihî olayları yeniden nazma çe­kerek sunî destan tarzında eserler mey­dana getirmektedirler. Türk edebiyatın­da bu şekilde kaleme alınmış birçok des­tan vardır. Meselâ Rıza Nur, Oğuz Ka­ğan destanını öteki Türk destanlarından alınan parçalarla zenginleştirerek Oughouznâme adıyla neşretmiştir (Kahire 1928). Gerçek anlamda Ergenekon'dan çıkıştan Oğuz Kağan'ın ölümüne kadar destanî Türk tarihinin nazma çekilme­siyle oluşan bu eser 6100 mısradan faz­ladır. Halûk Nihat Pepeyi'nin Çanakka­le (Ankara 1938) ve Millî Mücadele Des­tanı (İstanbul 1940), Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Üç Şehitler Destanı (İstanbul 1949) ve İstiklâl Savaşı (İstanbul 1951), Meh­med Çavuşoğlu'nun Ulubatlı Hasan Des­tanı (İstanbul 1959), Yahya Kemal Beyatlı'nın "Selimnâme" (Eski Şiirin Rüzgârıyla adlı eserin içinde, İstanbul 1962), M. Necati Sepetçioğlu'nun Yaradılış ve Türeyiş (Ankara 1965), N. Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt Destanı (İstanbul 1971), Basri Gocul'un üç kitaptan oluşan Oğuz-lama (Bursa 1971) adlı eserleri Cumhu­riyetten sonra kaleme alınmış sunî des­tanların en önemlileridir. Bilhassa Basri

 Gocul, 10.274 mısradan oluşan Oğuzlama adlı eseriyle bu türün oldukça başa­rılı bir örneğini ortaya koymuştur.

 BİBLİYOGRAFYA:

 Diuânü Lugâti't-Türk Tercümesi, I, 159, 160, 343, 466, 486; III, 413 vd.; Burhân-ı Kâtı' Tercümesi (İstanbul 1212), s. 273; Tahir-ül Mev­levi, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 34; G. Vapereau. Dictionnaire CJniuersal des Litteratüre, Paris 1876, s. 716-718, 1463-1464; Ebü'l-Gâzî Bahadır Han, Şecere-i Türk (nşr. Rıza Nur), İstanbul 1925; Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul 1339, s. 57 vd.; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1981), s. 42, 48, 158-159; a.mlf., "Ana­dolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakla­rı", TTK Belleten, VII/28 (1943), s. 425 vd.; Ali Canip [Yöntem], Epope, İstanbul 1927, s. 1-23; Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1928, s. 247-257, 277-282; Rıza Nour, Oughouzname, Kahire 1928; Çankırılı Ahmet Tal'at. Halk Şiirlerinin Şekil ve Heui, İstanbul 1928, s. 62 vd.; Pertev Naili [Boratav], Köroğlu Destanı, İs­tanbul 1931, tür.yer.; Hüseyin Namık Orkun. Oğuzlara Dair, Ankara 1935, s. 135; a.mlf.. Türk Efsaneleri, İstanbul 1943, s. 74; W. Bang - G. R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936; M. Fahrettin Kırzıoğlu. Dede Korkut Oğuzna-meleri, İstanbul 1952; Erol Urfalı. Türk Destan­ları Bibliyografyası (mezuniyet tezi, 1967), İÜ Ed.Fak. Tarih Bölümü, Genel Kitaplık, nr. 905; Georges Dumezil, Mythe et epopĞe, Paris 1968-73, I-III; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Tür­ler, İstanbul 1969, s. 91-101; Cahit Tanyol. Ku­ruluş ve Fetih Destanı, İstanbul 1969; M. Ne­cati Sepetçioğlu, Yaratılış ve Türeyiş, İstanbul 1969; Banarlı, RTET, I, 1-39; Behçet Kemal Çağ­lar, Malazgirt Zaferinden İstanbul'un Fethine, İstanbul 1971; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar, An­kara 1971, tür. yer. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, İstanbul 1971; A. Ze­ki Velidî Togan. Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlil, İstanbul 1972; Abdülkadir İnan. Manas Destanı, İstanbul 1972; Faruk Sümer. Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Bey Teşkilâtı - Destanları, Ankara 1972, s. 373-422, 532; a.mlf.. "Oğuzlara Ait Destanî Mahiyetde Eserler", DTCF, XVU/3-4 (1961), s. 359-456; a.mlf., "Köroğlu, Kizîroğlu Mustafa ve Demircioğlu ile İlgili Vesikalar", TDA, sy. 46 (1987), s. 9-46; Ali Öztürk. Çağları içinde Türk Destanları (baskı yeri yok), 1980, tür. yer.; a.mlf.. Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul 1985, s. 170 vd.; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 315-333; Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar - 3: Tip Tah­lilleri, İstanbul 1985, s. 204; Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1987, 1, 69 vd.; II (1991), s. 199 vd.; Ahmet Şükrü Esen. Anadolu Destanları (haz. Pertev Naili Boratav), Ankara 1991; M. F. Grenard, "Satuk Buğra Han Menkıbesi ve Tarihi" (trc. Osman Tu­ran), Ülkü, sy. 74, İstanbul 1939, s. 145-154; sy. 79 (1939), s. 47-52; sy. 80 (1939). s. 153-160; sy. 82 (1939), s. 343-350; sy. 83 (1940), s. 429-436; Faruk K. Timurtaş, "Türk Destan­ları", TK, sy. 33 (1965), s. 577-582; Şükrü El­çin. "Türk Dilinde 'Destan' Kelimesi ve Mef­humu", a.e„ sy. 61 (1967), s. 158-167; Sadık Tural Kemaloğlu, "Milli Destanlarımız Üze­rine", a.e., sy. 90 (1970), s. 388-399; Kemal Eraslan. "Manzum Oguznâme", TM, XVIII (1976), s. 169-246; Kâzım Yetiş. "Başını Ver­meyen Şehit Destaru", KAM, Vll/4 (1978), s. 52-68; Yusuf Çotuksöken - M. Sabri Koz, "Des­tan", TDEA, II, 263-271; Yavuz Akpınar, "Ma­nas Destanı", a.e., VI, 130-133; Ahmet Yaşar Ocak. "Battal Gazi", DİA, V, 204-205; a.mlf., "Dânişmendnâme", a.e., VIII, 478-480.

  Kâzım Yetiş

SON EKLENENLER

Üye Girişi