Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SİHR-İ HELAL

Bir kelimeyi veya kelime gurubunu önceki mısranın sonunda ve sonraki mısranın başında anlamlı olacak şekilde kullanma sanatıdır. 

 

“Gizlice arasam ağzın lebin emsem sorsam

Hiçbir çare bilir mi deil-i bîmâre aceb”

Nedim

Beyit şöyle manalandırılabilir. 1.Ağzını gizlice arasam, dudağını emip sorsam 2. “sorsam” kelimesini ikinci mısra ile düşünülürse: Ağzın gizlice arasam ve dudağını emsem sonra ona sorsam. Acaba hasta gönlümün derdine hiçbir çâre bilir misin?

 

Sihr-i helâl şiirde güzel söz manasına da kullanılır

“Şu son mısraım olsun son hitabım

Haram olsun sana sihr-i helalim”

 

“Âkil isen vahş u tayrın şâhı ol Mecnûn gibi

Başına mürg âşiyanından külâh-ı devlet al”

Akıllı isen Mecnun gibi vahşi hayvan ve kuşların şahı, padişahı ol. Başına kuş yuvasından devlet külâhı al.

Birinci mısraın sonundaki “Mecnun gibi” ifadesi, hem birinci mısraın sonunda, hem de ikinci mısraın başına getirildiğinde anlamlıdır.

 

“kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok

ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam”

                  Turgut Uyar, Büyük Saat

Turgut Uyar, “yok” sözcüğünü hem birinci dizenin sonun¬da hem de ikinci dizenin başında anlamlı olacak bir şekilde kullanarak sihr-i helal sanatı yapar. Ayrıca ellerin varlığı ve yokluğu gündeme getirilerek tezat sanatı da yapılır.

 

“Yer oldu kulağa bang-ı rıhlet dehr bağında 

Ne durmuşsan temaşa-yı gül-i ruhsa..”


SİHR-İ HELAL

Bir beyitte hem önceki hem sonraki kelimelerle anlamı bütünleme sanatı; insanı büyüleyici, olağan üstü güzel söz.

Türk edebiyatında Tanzimat'tan günü­müze kadar yazılan edebî sanatlarla ilgili kitaplarda sihr-i helâlin birbiriyle ilgisi ol­mayan iki ayrı tarifi vardır. Bunlardan ilki bazı klasik belagat kitaplarında yer almış olsa da üzerinde az durulan, hatta bazı müelliflerin hiç bahsetmediği "güzel ve veciz söz"dür. Nitekim Muallim Naci Istılâhât-ı Edebiyye'sinde (s. 7) ilk olarak sihr-i helâli ele almış ve onun "kelâm-ı bedî'" mânasında kullanıldığını söylemiş­tir. Şemseddin Sami de "sihir" maddesi­nin üçüncü mânasını "şiir ve fesahat gibi insanı meftun eden hüner" diye kaydeder. Sihr-i helâlin bu anlamının kaynağı, "İnne mine'l-beyâni sihren / lesihren" hadisin­den kaynaklanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetinde geçen sihir kelimesi, çok defa Hz. Peygamber'in kendisine vahyedilen âyetleri beyan ettiğinde kâfirlerin bu­na inanmayarak, "Bu sihirden başka bir şey değildir" şeklindeki inkârları dolayısıyla zik­redilmektedir. Bakara sûresinin 102. âye­tinde ise sihirle ilgilenenlerin ebedî hayat­tan nasip alamayacakları belirtilmiştir. Bu­na göre sihir yapmak ve yaptırmak ha­ramdır (bk. sihir). Ancak Resûl-i Ekrem'in zikredilen hadisi, aynı zamanda güzel sö­zün insanı büyüleyici gücü yüzünden he­lâl bir sihir olduğu şeklinde anlaşılmasına da yol açmıştır. Nitekim Ali Şîr Nevâî, Lâmiî, Ulvî, Nev"î, Abdülahad Nuri, Re'fet, Ni'metî, Yârî gibi şairlerin divanlarının diba­celerinde bu hadis insana tesir edici ifade­ye cevaz ve teşvik olarak telakki edilmiş (bk. Üzgör, bibi.), bunların dışında birçok şiirde bu görüş sanatlı bir şekilde tekrar­lanmıştır. Sihr-i helâlin kesin ve ihtilafsız bir tarifi olmadığı için bir sözün sihr-i he­lâl sayılıp sayılamayacağı kişiye göre de­ğişmektedir. Belâgatçılar, bu sanata örnek olarak içinde sihr-i helâl ibaresinin geç­tiği mısra ve beyitleri zikretmekle yetin­mişlerdir. Sünbülzâde Vehbî'nin, "Olmayıp sihr-i helâle meyyal / Şi're sa'y et ki odur sihr-i helâl" beyti bu anlayışı ifade eder.

Sihr-i helâlin ikinci anlamı ilkinden da­ha yaygın olup kaynaklardaki örneklerin çoğu bu mâna ile ilgilidir. Buna göre en eski tanımı Muallim Naci yapmıştır: "Be­yit arasında hem kelimât-ı sabıkanın tetimmesi hem de kelimât-ı lahikanın mu­kaddimesi addolunabilecek surette bir lafz veya terkip irad etmektir." Biraz farklı bir tarifi ise Kaya Bilgegil verir: "Bir kelime ve­ya kelimeler grubu bir beytin ilk mısraı so­nunda yer aldığı zaman önce o mısrada cümle tamam olacak, aynı zamanda bi­rinci mısraa ait bu son unsur bir 'enjambement'la ikinci mısradaki ifadeye başlan­gıç teşkil edecektir." Bilgegil sihr-i helâli ilk defa yapıya bağlı sanatlar arasında zikret­miş ve bunu bir anjanbuman (enjambement) olarak değerlendirmiştir.

Bazı kaynaklarda bu mânada sihr-i he­lâlin "eskilerin itibar ettikleri sanatlardan", diğer bazılarında ise "son dönem Türk şii­rinde sıkça başvurulan söz oyunlarından" diye belirtilmesinin doğru olmadığını ve­rilen örnek sayısının sınırlı ve hep birbirin den alıntı oluşu göstermektedir. Muallim Naci'ye göre de bu sanat adıyla mütenasip olmayarak fazla itibar görmemiştir. Hatta divan şiirindeki örnekleri de "tesadüfî"dir. Yaygın örnekler arasında Hayalî Bey'in, "Âkil isen vahş ü tayrın şâhı ol Mecnûn gibi / Başına mürg âşiyânından külâh-ı devlet al" beytinde ilk mısraın sonundaki "Mecnûn gibi" ibaresi aynı zamanda ikin­ci mısraın başında yer alabilecek anlam­dadır. Hersekli Arif Hikmet'in, "Sühandır sırr-ı Hak i'câz-ı Kur'ân / Sunanla sabit ol­muş iddiadır" beytinde ilk mısraın sonun­daki "i'câz-ı Kur'ân" terkibi ikinci mısraın da öznesi durumundadır. Fuzûli’nin, "Merhem koyup onarma sinemde gamlı dağın / Söndürme öz elinle yandırdığın çerâğın" beytinin ikinci mısraındaki "öz elinle" iba­resi hem önceki söndürmek fiilini, hem de sonraki yandırmak fiilini ilgilendirmekte­dir. Bütün örneklerde sihr-i helâli teşkil eden ibare her iki mısrada da gramer ba­kımından aynı görevde bulunmaktadır.

Bu bilgilerin ışığında sihr-i helâlin ilk an­lamı adıyla uygun ise de ikinci anlamın ne­den sihr-i helâl sayıldığı yeterince anlaşı­lamamakta, Tanzimat'tan geriye doğru bu ikinci tasarrufu destekleyen ve sihr-i helâl adıyla anılmış bir söz sanatından bahsedilmeyişi de klasik şairlerin kullandığı ile­ri sürülen bu söz oyununa sihr-i helâl adı­nın Tanzimat'tan sonra verildiğini düşün­dürmektedir. Bu manasıyla sihr-i helâl ter­tibinin Bakara sûresinin 102. âyetindeki ifade şeklinden çıkarıldığı akla yakın gö­rünmektedir. Bu âyetteki, "Lâkin o şeytan­lar küfrettiler, insanlara sihri ve Bâbil'de Hârût ile Mârût adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı" cümlesine nahvi yapıyı dik­kate alarak şöyle de mâna verilebilir: "İn­sanlara sihri öğretiyorlardı ve Bâbil'de Hâ­rût ile Mârût adlı iki meleğe indirileni (öğ­retiyorlardı)." Burada "indirilen" şeyin ne olduğu zikredilmemekteyse de bağlam­dan bunun da sihir olduğu anlaşılmakta­dır. Bu yorum, "öğretilen şeyin sihir olma­yabileceği, fakat öğretildiği ve kötüye kul­lanıldığı takdirde sihir olabileceği" şeklin­de bir anlama da imkân bırakmaktadır. Burada dikkati çeken husus, bir defa ge­çen sihir kelimesinin âyetin dil bilgisi özel­liği sebebiyle iki ayrı cümlenin unsuru ola-bilmesidir. Buna göre meal şöyle de ola­bilecektir: "İnsanlara sihri öğretiyorlardı. Bâbil'de Hârût ve Mârût adlı iki meleğe sihir indirilmişti."

Böylece bugün sihr-i helâl denilen ede­bî sanatın bir yoruma göre bu âyette de bulunduğu görülmekte, üstelik sihrin esa­sında her zaman haram olmadığı, bir ger­çeği de ifade edebileceği ve kötüye kulla­nılmadığı takdirde helâl sayılabileceği mâ­nası da çıkartabilmektedir. Bu husus, ikin­ci manasıyla sihr-i helâl sanatının nereden çıktığını ve neden bu ismi aldığını ifade eden bir delil gibi görünmektedir. Bunu bilinçli olarak ilk defa kimin kullandığı ve bu âyete atıf yapıp yapmadığı şimdilik bi­linmemektedir (bk. Okay, bibi).

bibliyografya :

Muallim Naci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 6-8; Kâmus-ı Türkî, s. 711; Tahir Olgun [Tâhirülmevlevî], Edebiyat Lügati, İstanbul 1936, s. 118; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 237; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri I. Belagat, Ankara 1980, s. 298-300; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 445-446; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Anka­ra, ts. (Akçağ Yayınları), s. 441; Tahir Üzgör, Türk­çe Dîvân Dibaceleri, Ankara 1990, s. 25, 28; M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Belagat, İstanbul 2000, s. 208-210; Orhan Okay, "Sihr-i He­lâle Dair", TUBA, XXV1I1/1 (2004), s. 169-175; Pa-kalın, İD, 214; "Sihr-i Helâl", TA, XXIX, 19; "Sihr-i Halâl", TDEA, VIII, 15-16.IT]

M. Orhan Okay, DİA, 37

 

 

 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi