CİNAS
Şekil ve telâffuz bakımından aynı veya birbirine çok yakın (sesteş), fakat manaları farklı iki kelimeyi şiirde bir araya getirmek veya kafiye olarak kullanmaktır.
İki gruba ayrılır
a) Tam Cinas: Kelimelerin bütün yönlerden (dört yönden) birbirlerine uygun olması sonucu meydana gelen cinastır. Bu dört yön (Vücûh-ı erbaa) şunlardır:
a)Kelimeyi meydana getiren harflerin uygunluğu,
b) Harflerin sıralarının uygunluğu ,
c) Harflerin sayılarının uygunluğu,
d) Harflerin harekelerinin uygunluğu (okunuşunun uygunluğu)
“Ey kimsesizler, el veriniz kimsesizlere
Onlardır ancak el verecek kimse sizlere”
(YKB)
"Söylerken o sözleri kızardı
Hem hazzeder âh hem kızardı"
"Kısmetindir gezdiren yer yer sen
Arşa çıksa akıbet yer yer seni "
"Bir güzel şuha dedim ki iki gözün sürmelidir
Dedi vallahi seni Hind’e kadar sürmelidir "
Her nefeste işledim ben bir günâh
Bir günâh için demedim bir gün âh
Yanalı
Haylice vakit oldu
Ben bu yerde yanalı
Binme nâmert atma
Ya mıhı düşer ya nalı
Kara gözler,
Sürmeli kara gözler,
Gemim deryada kaldı,
Gözlerim kara gözler.
Böyle bağlar,
Yar başın böyle bağlar,
Gül açmaz, bülbül ötmez,
Yıkılsın böyle bağlar,
b) Yarı Cinas: Tam cinasta dört yönden uygunluk esastı. Yarı cinasta ise bu dört yönden herhangi birinde uyuşmazlık temel alınır.
“Vicdanların azâbıyız onlar tanır bizi
Tâzîb için ziyârete gelmiş sanır bizi”
(YKB)
Baş harfleri değişik
Cinas eski edebiyatçılar tarafından neredeyse harfe kadar indirgenerek muhtelif çeşitlere ayrılmıştır. Bu eski alfabenin verdiği bir hususiyettir.
CİNAS-2
Belagatin bedî' kısmında yer alan bir söz sanatı.
Sözlükte "iki şeyin birbirine benzemesi" anlamında masdar olan cinas, edebiyat terimi olarak anlamlan farklı, yazılış veya söylenişleri (sesleri) aynı yahut benzer olan kelimelerin nazım ve nesirde bir arada kullanılması yoluyla yapılan söz sanatını ifade eder. Buna tecnîs de denir. Sünbülzâde Vehbî'nin, "Eyleme vaktini zayi' deme kış yaz oku yaz" mısraındaki mevsim mânasına olan birinci "yaz" ile "yazmak" masdarından emir olan ikinci "yaz" cinas için bir örnek teşkil etmektedir. "Zalim sultanı ziyaret eden, kükreyen aslanı ziyaret eden gibidir" sözünde "ziyaret" masdarından ism-i fail olan birinci ve ikinci "zâir" kelimeleriyle "kükremek" anlamına gelen "zeîr" masdarından ism-i fail olan üçüncü "zâir" kelimesi arasındaki benzerlik cinasın bir diğer örneğidir. "Padişah onun hakkını verdi" cümlesinde "hak" anlamında isim olan birinci "dâd" ile "vermek" masdarından üçüncü tekil şahıs olan ikinci "dâd" da cinas için örnek olarak gösterilebilir.
Belagat kitaplarında değişik yönlerden tasnife tâbi tutulan cinas, genellikle önce cinâs-ı tâm ve cinâs-ı gayr-i tâm olmak üzere iki bölüme, daha sonra bunlar da kendi aralarında alt bölümlere ayrılmaktadır.
Cinâs-ı Tâm. Lafız itibariyle birbirine uygun cinaslara denir. Tam cinas "vücûh-i erbaa" denilen dört şeyin ittifakı ile, yani cinası meydana getiren kelimelerin harfleri, sıraları, sayıları ve harekeleri bakımından birbirinin aynı olması ile meydana gelir. Bu tür cinas, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi benzer kelimeler tek bir kelimeden meydana gelirse "cinâs-ı tâmm-ı basît" adını alır. "Ey Hatâ ülkesinin bütün güzellerinin nuru! Senin yüzünü görmekten uzak kalmak hatadır" örneğinde şekil bakımından birbirinin aynı olan "hatâ'lardan birincisi Çin'deki Hatâ ülkesi, ikincisi ise "yanlış" anlamında olup bu cümle de cinâs-ı tâmma örnek teşkil eder. Benzer kelimelerden her ikisi veya biri birleşik kelime olursa bu tür cinasa "cinâs-ı tâmm-ı mürekkeb" adı verilir. Keçecizâde Fuad Paşa'nın, "Bir evde dü zen olsa düzen olmaz o evde" mısraında "iki kadın" anlamında olan "dü zen" ile "uyum" anlamına gelen "düzen" arasındaki benzerlik buna örnektir. Bir diğer örnek de, "Hükümdar bağış yapan cömert bir kişi değilse onu bırak, çünkü devleti gidicidir, payidar olamaz" beytidir. Burada cinasın birinci unsuru, "sahip ve mâlik" anlamındaki "zâ" ile "bağış" anlamına gelen "hibe" kelimelerinden meydana gelmiştir; ikincisi ise "gitmek" anlamındaki "zehâb" masdarının ism-i faili olan "zâhibe'dir.
Mürekkeb cinas "cinâs-ı müteşâbih", "cinâs-ı mefrûk" ve "cinâs-ı merfû" olmak üzere üç kısma ayrılır. Cinâs-ı müteşâbih, Keçecizâde Fuad Paşa'nın mısraında olduğu gibi benzer kelimelerin yazılışlarının aynı olması halinde ortaya çıkar. Ayrıca, "Kim canımı tedavi ettiyse inci ve mercan hazinemi götürdü"
cümlesi de cinâs-ı müteşâbihe örnektir. Burada birinci "mercan", ismin -i halini güçlendiren "mer" ekiyle "cân"dan oluşmakta, ikincisi ise süs eşyası olan "mercan" anlamına gelmektedir.
Benzer kelimelerin yazılışları farklı olursa cinâs-ı mefrûk adını alır. Ahmed Paşa'nın. "Âh kim ömrüm cihan mülkünde cânânsız geçer / Ben cihan mülkün n'ıderem çünkü cân ansız geçer" beytinde "cânânsız" kelimesiyle "cân ansız" arasındaki benzerlik buna örnektir" Gönlüne sor, mukayese etsin bakalım, onu hangi darbe daha çok incitir: çanların darbesi mi yoksa ayrılık darbesi mi?" beytinde "çan (nâküs) darbeleri" anlamındaki "darbü'n-nevâklsi" ile "ayrılık darbeleri" anlamına gelen "darbü'n-nevâ" ve "mukayese etmek'ten müennes emir sigası olan "kisî'den oluşan "darbü'n-nevâ klsî" arasındaki benzerlik de cinâs-ı mefrûka örnek teşkil eder. Farsçada "birinden, bir şeyden ilgisini kesmek anlamındaki "dil berdâşten" ve "güzele sahip olmak" anlamındaki "dilber dâşten" fiilleri de cinâs-ı mefrûka örnektir.
Mürekkeb cinas, iki kelimeden değil bir kelime ile diğer bir kelimenin bir parçasının aynı olmasından meydana gelirse bu tür cinasa cinâs-ı merfû denir. İsmail Safâ'nın, "Yokken güneşin eşi semâda / Bir eş görünürdü şemse mâda" beytindeki "semâda" ve "şemse mâda" kelimeleri arasında olan benzerlikle, "Şeref ve fazilet sahibi olman için gücün yettiğince hile yapma" beytinde birinci mısrada "hile" anlamındaki "mekr" ile "ne zaman" anlamındaki "mehmâ'nın ilk yarısı olan "meh'in birleşmesinden oluşan "el-mekrüme" ve ikinci mısrada bulunan "iyilik ve kerem" anlamındaki "el-mekrüme" arasındaki benzerlik gibi. Farsçada "kadehe eğilme, yönelme" anlamına gelen "meyl-i câm" tamlamasındaki ilk kelimenin son harfi "li" ile "câm" kelimesi birleştirilince "gem" anlamında "li-câm" kelimesi ortaya çıkar ki bu da cinâs-ı merfûa örnek gösterilir.
Cinâs-ı tâm, cinası meydana getiren kelimelerin isim veya fiil oluşuna göre de ikiye ayrılır. Kelimelerin her ikisinin isim veya fiil olmasıyla yapılan cinasa "cinâs-ı mümasil" denir. Fuzûlî'nin, "Gerçi ey dil yâr için yüz verdi yüz mihnet sana" mısraında "yüz" kelimelerinin ikisi de isimdir. "Abbas, savaş şiddetlenince aslanların bile kendisinden korkup kaçtığı bir aslandır. Fazl ihsan (fazi), Rebf de bahar yağmuru (rebî) gibidir." beytinde de Abbas, Fazl ve Rebf kelimeleri isimdir. İzzet Molla'nın, "Dest-i kûtâhımızı etmemiş Allah resâ / Menba-ı lutfunu yoksa elimizle kaparız // Bize versin mi Hudâ âb-ı hayâtı tevfik / Hızr'ı bulsak reh-i zulmette külahın kaparız" dörtlüğünde "kaparız" fiillerinden birincisi "tıkamak", ikincisi "almak, yakalamak" anlamındadır. "Kıyametin kopacağı gün günahkârlar çok kısa bir süre kalacaklarına yemin ederler" |er-Rûm 30/551) âyetinde birinci "sâat" "kıyamet günü", ikincisi "kısa zaman parçası" anlamında olup ikisi de isimdir. Farsçada biri "ağız, damak", diğeri "murad, maksat" anlamlarına gelen iki "kâm" kelimesi de bu türe örnek olarak verilebilir.
Benzer kelimelerden birinin isim, diğerinin fiil olması halinde meydana gelen cinasa "cinâs-ı müstevfâ" denir. Sünbülzâde Vehbî'nin yukarıda örnek olarak verilen mısraındaki "yaz" kelimeleri böyledir. Ayrıca İbn Künâse'nin oğlunun ölümü münasebetiyle söylediği mersiyenin, "Yaşasın diye ona Yahya adını verdimse de Allah'ın emri karşısında ölümden kurtulmaya hiçbir çare yoktur" beytinde geçen "yahyâ" kelimelerinden birincisi özel isim, ikincisi fiil olup buna örnek teşkil ederler.
Cinâs-ı Gayr-i Tâm. Cinâs-ı tamdaki dört benzerlikten (vücûh-i erbaa) birinin noksan olması ile meydana gelen cinastır. Bu noksanlık veya kelimeler arasındaki farklılık Farsçada "derd" (dert), "gerd" (toz), "dürd" (şarap tortusu) ve "düzd" (hırsız) örneklerinde olduğu gibi harflerin türlerinde olursa buna "cinâs-ı lâhik" denir. Cinas-ı lâhik da noksanlık veya farklılığın kelimenin başında, ortasında veya sonunda olmasına göre üçe ayrılır. Kâmil Paşa'nın, "Pederinizin tarîk-i edeb ve terbiyesine sâlik ve hevâ vü hevese galebe ile nefsinize mâlik olmalısınız" cümlesindeki "sâlik" ile "mâlik" ve "Şüphesiz nankörlüğüne kendisi de şahittir ve insan mal sevgisine aşırı derecede düşkündür" mealindeki âyetlerde "şehîd" ile "şedîd" kelimeleri arasındaki benzerlik ve farklılık bunlara örnek teşkil eder.
Farklılığı harflerin sayısından kaynaklanan cinaslar "cinâs-ı nakıs" adını alır. Burada da farklılık başta, ortada ve sonda olabilmektedir. Bâki'nin, "Sînesin etse kaçan kân-ı maârif arif / Kılsa her harfe nazar bir nice ma'nâ görünür" beytindeki "maârif" ile "arif" kelimeleri; "Durumun aynen devamı imkânsızdır" sözündeki "hâl" ile "muhal"; "Ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer sadece rabbinin huzurudur" (el-Kıyâme 75/29-301) âyetindeki "sâk" ile "mesâk" kelimeleri arasındaki benzerlik ve farklılık buna örnektir. Farsçada. "Ey belâyı seçen ve elinin sırtını ısıran" sözündeki "güzide" ve "gezîde" bunun için örnek olarak verilir. Ayrıca "gil", "gül", "derd", "dürd" misallerinde olduğu gibi yazılışları aynı, okunuşları farklı kelimeler de cinâs-ı nakısa örnek gösterilir.
Cinası meydana getiren kelimeler arasındaki farklılık hareke ve sükûn dolayısıyla olursa buna "cinâs-ı muharrer denir. Sünbülzâde Vehbi'nin, "Bûse-i nukl-i lebi bezme edip nakl-i nevâl" mısraındaki "nukl" ve "nakl" kelimelerinde hareke farkı; "Allahım! Beni güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir" hadisinde "halk" ile "huluk" arasında ise hareke ve sükûn farkı vardır.
Cinaslı kelimelerde harflerin sıralanışında bir fark olursa "cinâs-ı kalb" meydana gelir. Sürûrî-yi Kadîmin, "Mûr gibi emrine kılmış itaat halk-ı Rûm" mısraındaki "mûr". (karınca) ile "Rûm" (Anadolu) kelimeleri arasında bu tür bir cinas vardır. "Kılıcında dostlar için fetih, okunda düşmanlar için ölüm vardır" beytinde de "feth" ile "hatf" arasında cinâs-ı kalb mevcuttur.
Cinası meydana getiren kelimeler arasındaki farklılık harflerin noktalarından kaynaklanıyorsa bu nevi cinasa "cinâs-ı hattî" denir. Buna "cinâs-ı musahhaf" veya "cinâs-ı tashîf" adı da verilir. "Şeb-i tarîk" ( karanlık gece) ve "râh-ı bârîk" ince yol) tamlamalarındaki "tarîk" ile "bârîk" kelimeleri buna örnektir. Nefî'nin, "Bize Tâhir Efendi kelb demiş / İltifatı bu sözde zahirdir / Mâlikî mezhebim benim zîrâ / İ'tikâdımca kelb Tâhirdir" dörtlüğünde "zahir" ile "Tâhir" kelimelerinin arasında sadece nokta farkı vardır. Aynı şekilde, "Üstünlüğün seni şımarttı" sözündeki "garr" ve "izz" kelimeleri arasındaki fark da ilk ve son harflerinin noktalı ve noktasız olmasından ibarettir.
Cinasın başka türleri olduğu gibi cinas grubuna giren iştikak, müzdevic, reddü'l-acüz ale's-sadr, îhâm, müşâkele, akis, şibhü'l-iştikâk vb. birtakım söz sanatları da vardır.
Bunlardan başka belagat kitaplarında "cinâs-ı lafzî" ve "cinâs-ı manevî" ayırımı yapılır. Bu ayırım Recâizâde Mahmud Ekrem'den itibaren Türkçe belagat kitaplarına girmiştir (bk. Ta'lîm i Edebiyyât, s 340). Bu anlayışa göre yukarıda verilen örnekler cinâs-ı lafzî grubuna girmektedir. Cinâs-ı ma'nevî ise "cinâs-ı izmâr" ve "cinâs-ı işaret" olmak üzere iki kısımda incelenmektedir. Ancak Türkçe edebiyat kitaplarında cinâs-ı ma'nevî istihdam, tevriye ve mugâlata-i ma'neviyye ile karıştırılmakta ve Recâizâde'den beri tartışma konusu olmaktadır.
Cinas bilhassa mizahî konularda okuyucunun hoşuna giden bir sanat olup divan ve halk edebiyatlarında geniş ilgi görmüştür. Çok orijinal örnekleri bulunduğu gibi sırf sanat kaygısıyla yapılmış cinaslar da vardır. Ayrıca eski şairlerin Arapça ve Farsça kelimeleri çokça kullanması cinasın sınırlarını genişletmiştir.
bibliyografya:
Tehânevî, Keşşaf, "cinas" md.; Ibn Reşîk el-Kayrevânî, el-'Umde (nşr. Muhammed Karkazân). Beyrut 1408/1988, I, 545-565; Abdülkâdir el-Cürcânî, Esrârü'tbelâğa (nşr. H. Ritter), İstanbul 1954, s. 5-19; Ebû Ya'küb Sekkâkî, el-Jzâh fî 'ulümi'l-belâğa (nşr. Muhammed Abdülmün'im Hafâcî) I baskı yeri yok 1400/1980, s. 535-542; Reşfdüddin Vatvât, Hadâ''iku's-sihr fî dekâ'iki'ş-şi'r (nşr. Abbas İkbali, Tahran 1362 hş., s. 5-12; TîDÎ, et-Tibyân fî 'ilmi'Tme'â-nt ue'l-bedf ue l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye), Beyrut 1407/1987, s. 480-487; Abdünnâfî İffet, en-Nef'u't-muauuel, İstanbul 1290, II, 194-201; Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta'lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299, s. 340; Diyarbekirli Said Paşa. Mîzânü'l-edeb, İstanbul 1305, s. 365; Muallim Naci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 241-248; Mehmed Rifat. Mecâmiu'l-edeb IV: llm-i Bedîî, İstanbul 1308, s. 300-311; Mehmed Tâhir, Tercüme-i Mîzânü'l-edeb, İstanbul 1257, s. 306-307; Ahmed Hamdi. Teshîlü'l-arüz ve'l-kavâfî ve'l-bedâyı, İstanbul 1289, s. 8-18; Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 121-124; M. İzzet b. Ahmed [Babanzâde]. Def'u'l-mesâlib fî edebiş-şâir ue'Tkâtib, İstanbul 1325, s. 41-48; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati (İstanbul 1937), istanbul 1973, s. 31-32; Seyyid Ahmed el-Hâşimî. Ceoâhirü'Tbelâğa, Kahire 1383/1963, s. 396-403; Ahmed Mustafa el-Merâgî, ' Ulûmu 't-belâya, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kalem), s. 330-334; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilyi ue Teorileri I: Belagat, Ankara 1980, s. 307-326; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 467-481; Ahmed Matlüb, Mu'cemül1-muştalah.âti'tbelâğıyye ue tetav-uüruhâ, Bağdad 1406/1986, I, 51-109, 414 423; "Cinas", TA, XI, 11; "Cinas", İA, III, 193; "Cinas", TDEA, II, 73-74.
HULUSİ KILIÇ- KAZIM YETİŞ, DİA, 8.CİLT, S.:12-14