Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

FUZÛLÎ - BAH REDİFLİ GAZELİ (GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ - AÇIKLAMASI)

FUZÛLΠDİVANI 61. GAZEL

1)  Reng-i rûyundan dem urmuş sâgar-ı sahbâya bah

     Âfitâb ilen kılur da'vî dutulmuş aya bah

(Şarap kadehine bak, senin yüzünün renginde olduğunu söylemiş. Güneş ile davaya kalkışmış tutulmuş aya bak.)

Şarap kadehi içinde sahba, kırmızı şarap var. Bu kadeh senin yüzünden söz etmiş, ben ona benzerim demiş. Hele şuna bak. Bu hüsuf hâlinde yani tutulmuş ayın güneş ile davaya kalkışmasına benzer. Sevgilinin yüzü güneş, içinde şarap bulunan kadeh de tutulmuş ay.

Birinci "bah” iki ma'nâyadır: Biri hele şuna bak. Diğeri, sevgilinin yüzünden bahsettiği için ona bak, sevgiliyi görmüş gibi olursun.

İkinci "bah" da da hele şuna bak ma'nâsı olduğu gibi, ay tutulduğu zaman herkes ona bakar. Çünkü nâdir bir semavî hadisedir. Türlü türlü tefsir edilir. Ayı cinler tutuyor gibi inançlar vardır. Onları kovmak için gürültü yaparlar, silâh atarlar.

Kadeh el ile tutulur.

 

2) Şem' başından çıkarmış dûd-ı şevk-i kâkülün

    Böyle kûteh ömr ile başındaki sevdâya bah

(Şem'in başından, kâkülünün hararetli aşkının dumanı çıkarmış. Bu kadar kısa ömür ile başındaki sevdaya bak.)

Mum yanarken çıkan kıvrım kıvrım duman kâküle benzer. Bunu yanan bir kâkülden yükselen dumana benzetiyor. Mumun ömrü bir geceliktir. Lâkin başındaki sevda, aşk kâkül aşkıdır. Kâkül ise ömre benzetilir ve uzundur. Kendi ömrü kısa ve sevdası uzundur.

Sevda aynı zamanda kâkülün rengidir.

Dumanı tepesinden çıkıyor, bir tabirdir. Çok yanıyor demektir.

 

3) Ey selâmet ehli ol ruhsâra bahma zinhâr

    İhtirâz eyle melâmetden men-i rusvâya bah

(Ey aşka ve ıstıraba düşmemiş insan aman o yüze bakma. Melâmete, herkesin kınamasına maruz kalmaktan kork. Bana bak nasıl rüsvâ oldum.)

Bakmakla aşka ve melâmete düşülen yüz, alelâde bir yüz değil, muhayyel ve mücerret bir yüzdür.

Ol ruhsâra bakma bana bak, zarif bir zekâ oyunudur.

Selâmet ile melâmet arasında cinas vardır.

 

4) Bildi ışkında nemed-pûş olduğum âyîne tek

   Rahm edüb bir kez mana bahmaz bu istiğnâya bah

(Aşkı yüzünden ayna gibi keçelere sarıldığımı bildiği halde bir kere bana bakmaz. Bu istiğnaya bak.)

Aynaları keçelere sarıp saklarlar. Keçe aynı zamanda fakr alâmetidir Derviş hırkasıdır.

Güzeller aynaya çok bakarlar. Böyle olduğu halde keçeye sarılmış âşıklarına acıyıp bir kere bakmıyor. O derece müstağni.

Nemed fakirlik alâmeti istiğna, zenginlik tezadı.

Keçeye sarılı aynaya zaten bakılmaz.

 

5) Sînemi çûk eyle gör dil izlırâbm ışkdnn

    Revzen aç her dem hevâdan mevc uran deryâya bah

(Göğsümü yar, gönlümün aşktan nasıl çırpındığını, çektiğini gör pencereyi aç da havadan dalgalanan denize bak.)

Sinesi yarılınca gönlü gözükecek. Gönül ise bir deryadır ki, hevadan yani aşktan her ân dalgalanmaktadır.

Heva iki ma'nâyadır: Denizi dalgalandıran rüzgâr ve aşk.

Mevc, dalga; hem dalga hem de ıstırap ma’nâsınadır.

Aşk ile dalgalanan derya gibi bir gönül.

 

6) Ey diyen kim şâm-ı ikbâlün ne yüzden firedir

   Sâye salmış aya ol gîsû-yi anber-sâya bah

(Ey baht ve saadetinin gecesi ne sebepten karanlıktır diyen, aya gölgesini salmış o amber kokusu yayan saça bak, işte odur.)

Birinci manzara: Gece ay üzerinde siyah bir örtü çekilmiştir.

Gece baht gecesi karanlık gece, ay sevgilinin yüzü, ona gölgesine düşüren de amber kokulu zülf.

Ne yüzden, sebepten ma'nâsına geldiği gibi, hangi güzel yüzden ma'nâsına da gelir. Çünkü sevgilinin ay yüzü vardır.

Birinci sâye gölge, ikinci sâye "sûden" ezmek mastarından emri hazırdır "say" gelir. Sonundaki "he" mefulü ileyh edatıdır. Amber-say, amber ezen, amber kokusu yayan mahlâsınadır. Sonuna "he" mefulü ileyh edatı gelince "sâye" olur. Misk ve amberi sürünecekleri zaman ezerler.

Müşg ü anber ezilürken göricek kâkülüni

Yine anlar başım üstünde senün yer edeler

Bâkî

Burada ezilirken, bir de kâkülün üstünlüğü karşısında kendi değersizliklerini görüp, acı çekerken mahlâsınadır.

 

7) Ey Fuzûlî her nice men' eylese nâsih seni

    Balıma anun kavline bir çihre-i zîbâya bah

(Ey Fuzûlî, öğüt veren seni ne kadar men'etse de sen onun sözüne bakma, güzel bir yüze bak.)

Çünkü nâsih, zühd ve takva yolundan men'eder. Âşık ise güzel yüze başka türlü bakar.

Prof. Dr. Ali Nİhat TARLAN, AKÇAĞ YAY.

SON EKLENENLER

Üye Girişi