Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

NESİR NEDİR?

Şiirin dışında kalan söz dizimi kurallarına uygun anlatım biçimi.

Sözlükte nesr (nisâr) "dağıtmak, saç­mak, sözü çoğaltmak" anlamında masdar ve "nazım dışında düzenlenmiş söz" anla­mında isimdir. Karşıtı nazımdır. Nazımda mücevher taneleri konumundaki kelime­ler belirli kural ve ölçülere göre ipe dizil­miş bir gerdanlığı sembolize ederken ne­sirde kelimeler böyle bir dizim kuralına tâ­bi olmadan dağınık haldeki mücevher ta­nelerini temsil eder. Nesir ayrıca belli ku­rallara bağlı bulunan nazma göre daha çok olması sebebiyle muhtevasındaki "çoğalt­mak" manasıyla da ilişkilendirilmiştir. Bu­nunla birlikte nesirde de edebî güzelliği sağlayan dizim kuralları geçerlidir. Bu se­beple günlük hayatta kullanılan özensiz söz ve yazılarla çeşitli bilim dallarında kul­lanılan dil edebî değer ifade eden nesir tü­ründen sayılmaz. Aklın payı sınırlı olan şi­ir daha çok hayal ve duygusal etkilenme ürünüdür. Nesir ise öncelikle akla dayanır, onda diğerlerinin payı düşüktür. Şiir abar­tı, tasvir, hüsn-i ta'lîl, hayaller ve simgeler­le gerçek dışı edebî bir atmosferi tasvir ederken nesirde nesne ve olayların gerçek yönleriyle anlatılması esastır. Bazı şarki­yatçılarla Tâhâ Hüseyin gibi yazarlar ede­bî nesri akıl ve düşünce ürünü gördükle­ri, İslâm öncesi Araplar'ında ise içe doğuş şeklinde (bedîhe, irticai) söz söyleme gele­neği hâkim olduğundan bu dönemde ede­bî nesrin bulunmadığı, o devreye nisbet edilen ürünlerin erken İslâm ve Emevîler zamanında bazı millî ve siyasî âmillerle uy­durulmuş olduğu, dil ve üslûp özellikleri­nin de bunu kanıtladığı, gerçek anlamda edebî nesrin İbnü'l-Mukaffa' ile başladığı şeklinde kanaat belirtmişlerdir. Tâhâ Hü­seyin'in, Kur'an'ın üslûbunun şiire de nes­re de benzemeyip kendine özgü bir konu­ma sahip olduğunu söylemesine rağmen gerçekte Kur'an Arap edebiyatında yazı­ya geçirilmiş ilk edebî nesir ürünü olup İs­lâm öncesi dönemin dil ve üslûp özellikle­rini yansıtmasıyla bu devrede edebî nes­rin bulunduğunun kanıtı sayılmıştır. Ayrı­ca Hz. Peygamber'e elçi olarak gelen he­yet başkanlarının hitabeleri de bunun ka­nıtlarından birini teşkil eder (Sâdık İbra­him Urcûn, VIII/8 [1937], s. 557–560).

Modern şiir tecrübeleri şiirde vezin ve kafiyeyi ayırt edici ve estetik unsur olmak­tan çıkarmış, iç ahengi ve şiir dilini ölçü ka­bul etmiş, bu sebeple bunları esas alan mensur şiirle serbest şiir gibi türler orta­ya çıkmıştır. Aslında bir şiir parçasını ve­zin ve kafiye kayıtlarından kurtararak ne­sirle ifade etme ve bir nesir parçasını na­zımla dile getirme meselesi IV. (X.) yüzyıl­dan itibaren tartışıla gelmiştir. Nesrin mi yoksa şiirin mi üstün olduğu meselesi öte­den beri gündeme getirilmiş, edebî ol­maktan çok sosyolojik düşüncelerle işle­nen konunun önemi, nâsir ile nâzımın gö­revi, eserin dinî ve ahlâkî değerlere uygun­luğu gibi ölçülere göre hükümler verilmiş­tir. İnsanlık tarihinde zaruri, kayıtsız ve kullanımı kolay olduğu için âdi nesir şiir­den önce mevcut olmuştur (bk. ŞİİR).

Şevki Dayf, Arap edebiyat nesir ürünle­rinde birbirini izleyen sanat, tasni ve ta­sannu şeklinde üç temel üslûbun görül­düğünü belirtir (el-Fen, s. 7–11, 393–395). Bunlardan birincisi, söz sanatlarının mâ­naya bağlı olarak tabii şekilde ve gereği kadar kullanıldığı üslûp olup Câhiliye dev­rinden itibaren III. (IX.) yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Emevîler dönemin­de kâtip Ebü'l-Alâ Salim b. Abdullah ile öğrencisi Abdülhamîd el-Kâtib, Abbasîler zamanında İbnü'l-Mukaffa', Sehl b. Ha­run, Câhiz ve İbn Kuteybe bu üslûbun baş­lıca temsilcileridir. Secînin ve söz süsleri­nin yoğun şekilde kullanıldığı tasni* üslû­bu, özellikle IV. (X.) yüzyıl divan kâtiplerinin genellikle kısa olan resmî mektup ve ya­zışmalarında görülür. Bu üslûp Abbasî Ha­lifesi Muktedir-Billâh zamanından (908–932) sonra yaygınlık kazanmasıyla diğer edebî nesir ürünlerine de yansımış ve IV. (X.) yüzyılın sonuna kadar sürmüştür. Baş­lıca temsilcileri Büveyhî vezir ve kâtipleri olan Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd, Sâhib b. Abbâd, Ebû İshak es-Sâbî, Ebû Bekir el-Hârizmî ve Bedîüzzaman el-Hemedânî'dir. Mânanın secî ve diğer söz süslerine feda edildiği, söz süslerinin temel gaye haline getirildiği, "sanat için sanat" anlayışı çer­çevesinde nesir ürünlerinin verildiği tasan­nu üslûbu ise Bedîüzzaman el-Hemedânî'nin Makâmât ve risaleleri, ayrıca Hârizmrnin mektupları ile başlamış, ardından Kâbus b. Veşmgîr, Ebü'l-Alâ el-Maarrî, Harîrî ve Yahya b. Selâme el-Haskefi'nin ede­bî nesir ürünleriyle devam etmiş, modern zamanlara kadar hâkimiyetini sürdürmüş­tür. Mısır ve Endülüs'te de Doğu'ya ait bu üç nesir üslûbu çerçevesinde ürünler ve­rilmiştir.

Modern Mısır nesrinde XIX. yüzyılda Ba­tı ülkelerine gönderilen öğrenci grupları­nın Avrupa edebiyatından etkilenmeleri yoluyla büyük değişiklikler olmuş, asrın sonunda dört farklı akımı temsil eden dört nesir grubu oluşmuştur. Bunlar muhafa­zakârlar, mutedil yenilikçiler, aşırı yenilik­çiler ve Suriye'den gelen göçmenlerdir. Dârü'l-ulûm ile Ezher mezunları "mescû' ne­sir" ekolü diye isimlendirilen eski süslü üs­lûbu muhafaza etmişlerdir. Muhammed Abduh, Hıfnî Nâsıf ve Hafız İbrahim'in özel mektuplarında (ihvâniyât), Ahmed Şevki, Muhammed Müveylihî, Abdülaziz Çâvîş, Mustafa Sâdık er-Râfiî makale ve kitapla­rında bu üslûbun başlıca temsilcileridir (Abdülhakîm Belba', s. 39; Ahmed Hasan ez-Zeyyât, s. 431). Mutedil yenilikçiler ağ­dalı seci ve söz süslerinden uzak sade ne­sir üslûbunu benimsemişlerdir. Aşın yeni­likçiler ise fasih dili bırakıp halk dilini kul­lanma çağrısında bulunmuş ve eserlerin­de bunu uygulamaya çalışmışlardır. Siyasî sebeplerle Suriye'den göç edenler ise da­ha çok Batı edebiyatının tesirinde kalmış, bir süre sonra gittikleri Amerika'da mehcer edebiyatını hazırlamışlardır. Halk dili uygulamaları kısa zamanda mizah konu­su olarak ilgisini yitirmiş, gelişen sade ba­sın üslûbunun süslü üslûbu gölgede bı­rakmasıyla mutedil yenilikçi üslûp hâkimi­yetini kurmuştur. Yabancı edebiyatların et­kisindeki günümüz yenilikçi üslûbunda hi­tap kitlesinin halk olması özensizliğe gö­türmüştür (Şevki Dayf, el-Fen, s. 395). Mehcer edebiyatının nesir üslûbunda fikir zen­ginliği ve derinliği bulunmakla birlikte rekâket hâkimdir. Bunlardan başka Musta­fa Lutfî el-Menfelûü, Tâhâ Hüseyin ve Akkâd gibi yazarlar Doğu ve Batı nesrinin gü­zelliklerini birleştiren eklektik bir üslûbu yansıtmaya çalışmışlardır.

İslâm öncesi döneminden intikal eden nesir türlerinin başında hutbe ve hitabeler gelir. Bunlar övünme, cesaretlendirme, sa­vaşa teşvik, barış, evlilik gibi sosyal mü­nasebetler, doğruya irşad, vasiyet vb. ve­silelerle söylenmiş hitabeler ile elçi hita­belerinden oluşur. Üslûp özelliği olarak ir­ticalen söylenmiş, kısa fıkralı seciler, seçil­miş kelimeler, kısa ve irtibatsız cümleler topluluğu biçimindedir. Eksem b. Sayfî, Âmir b. Zarib ve Kus b. Sâide gibi bilgele­rin dilinden bazı özdeyişlerle meseller ve kâhinlerin secilerle örülü hitabeleri Câhiliye devri nesir türlerindendir. Bu dönemde edebî olmaktan çok ticarî ve siyasî amaç­larla yazılmış veya güvenilir kişilerin ezber­leyip şifahî olarak aktardığı az miktarda mektup örnekleri de mevcuttur. Erken İs­lâm dönemiyle Emevîler devrinde siyasî çalkantılar ve dinî sebeplerle hutbe / hita­be türü şiirin mevkiini sarsan bir önem ka­zanarak büyük gelişme göstermiştir. Hita­beler önceki üslûp güzelliklerini koruduğu gibi irtibatsız cümleler topluluğu olmak­tan kurtularak mantıkî bir örgü kazanmış, yeni din ve toplumun sorun ve konularıyla alanı genişleyip zenginleşmiştir.

Arap edebiyatının ilk müdevven edebî metni kabul edilen Kur'an'ın Mekke döne­mi sûrelerinde his ve heyecanlara hitap eden şiir üslûbu hâkimdir. Çünkü bu sûre­lerde insanın Allah'tan başkasına kulluk etmeme ilkesini amaçlayan tevhid inancı ile O'nun huzurunda hesap verme bilincini gönüllere yerleştirme amacı bulunmakta ve bunun duyguyu etkilemesi gerekmek­teydi. Medine dönemi sûrelerinde ise ge­nellikle akla hitap eden sakin bir üslûp hâ­kimdir. Çünkü konuları ibadet, ahlâk ve in­sanlar arası ilişkilere yöneliktir. Arap şiir ve nesrinin en güzel niteliklerini kendinde toplayan, ancak bilinmekte olan şiir ve ne­sir kurallarını aşan Kur'an, Arap nesrini üslûp ve muhteva yönlerinden etkilemiş, edebî mektuplarla edebî eserler ve hutbe­ler ondan ustaca yapılan iktibaslarla zenginleştirilip süslenmiştir. İbrahim b. Mu­hammed eş-Şeybânî (ö. 298/911) Kur'an'dan iktibas yapma usulüne dair er-Risâletu'l'azrâ'sını (nşr. Zekî Mübarek, Kahire 1931), Abû Mansûr es-Seâlibî el-İktibâs mine 'l-Kur'ân'ını yazmış, Ziyâeddin İbnü'l-Esîr el-Meşelü's-sâ'ir fî edebi'l-kâtib ve'ş-şâcirinde, Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî Hüsnü't-tevessül ilâ sınâ'ati't-teressül adlı eserinde edebî nesrin usta­ları olan kâtiplerin Kur'an'dan iktibas yap­ma usullerini öğrenmelerini meslekî eği­timlerinin bir parçası olarak görmüştür. K. Zakharia, "Les références coraniques dans les Maqamat d'al-Hariri" başlıklı makale­sinde (Arabica, XXXIV 11987), s. 275–286), Harîrî'nin el-MaMmâr'inda Kur'an'dan yaptığı iktibasları incelemiştir.

Hz. Peygamber'in kısa nesir parçaları halindeki hadisleri ve özellikle duaları ile onun ve halifelerinin mektupları erken dö­nem İslâm nesrinin önemli ürünlerindendir. Resûl-i Ekrem'in üslûbu sahabenin hutbe ve mektuplarında etkisini göster­miştir. Bu etki, özellikle kendisiyle yakın alâkası bulunan Hz. Ali ile Ebû Hüreyre gibi sahâbîlerde daha belirgin biçimde gö­ze çarpmaktadır.

Emevîler'in çalkantılı dönemi hitabetin gelişmesini hızlandırmış, Câhiz el-Beyân ve't-tebyîn'inde şiir meseleleri yanında hitabet meselelerini, çeşitlerini, onun ayırt edici özelliği olarak secie ilişkin konuları, hutbelerdeki paralel ifade ve klişeleri ele almıştır. Bu devirde Hişâm b. Abdülme­lik'in kâtibi Ebü'l-Alâ Salim b. Abdullah ile resmî mektupların telif esasları belirgin­leşmeye başlamıştır. Yunanca bilen Sâlim'in mektup yazım usulü konusunda halifeye gelen Grekçe mektuplardan esinlendiği id­dia edilmiştir. Öğrencisi Abdülhamîd el-Kâtib de resmî mektup yazma esaslarında Salim vasıtasıyla Grek resmî mektup ge­leneğinden, Fars kökenli olmasıyla da Sâsânî yazım geleneğinden yararlandığı ile­ri sürülür. Abdülhamîd el-Kâtib ve İbnü'l-Mukaffa'ın mektuplarıyla edebî mektup türü klasik şeklini almış, Câhiz'in risalele­rinde doruk noktasına ulaşmış, Abbasî yö­netimine nüfuz eden Fars asıllı Bermekîler ve Türk kökenli olup Sûlîler diye anılan kâtipler vasıtasıyla edebî mektubun ge­lişmesi devam etmiştir. Bu mektuplarla başlayan süslü nesir üslûbu başta makâmât türü olmak üzere edebî teliflere de yansımıştır. Hatta Abdülcebbâr el-Utbî'nin Kitâbü'l-Yemînî'si ve Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin kâtibi İmâdüddin el-İsfahânî'nin eserleri gibi bazı tarihî telifler de bu üslûpla kaleme alınmıştır. Câhiz'in el-Be­yân ve't-tebyîn'i, İbn Kuteybe'nin Edebü'l-kâtib'i, Müberred'in el-Kâmil'i, İbn Vehb el-Kâtib'in el-Burhân fî vücûhi'l-beyân'ı (Nakdü'n-neşr), Ebû Hilâl el-Askerî'nin Kitâbü'ş-Sınâ'ateyn'i, İbrahim el-Husrînin Zehrü'l-âdûb'u Ziyâeddîn İbnü'l-Esîr'in el-Meselü's-sâ'ir'i ve Nevâcî'nin Mukaddime fî sınâcati'n-nazm ve'n-neşr'i gibi eserlerde Arap edebiyatı nes­ri, nesir türleri ve nesirle ilgili teorik bilgi­lere yer verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Câhiz, el-Beyân ve't-teby'm, 1, 52-53, 117, 289-290, 308, 351; EbüT-Ferec el-lsfahânî, el-Eğânî, Beyrut 1983, III, 94-95; XI, 53-54; XVI, 383 vd.; XXIII, 545; Seâlibî. Yetîmetü'd-dehr, I, 274 vd., 280; III, 260; IV, 215; VI, 111-117; VII, 89-90; İbn Sinan el-Hafâcî, Sırril'l-fesâha, Beyrut 1402/1982, s. 286-291; Kalkaşendî, Subhu'l-a'şâ (Şemsed-din), 1, 35-45, 58-61, 89-92, ayrıca bk. tür.yer.; Tâhâ Hüseyin, Fı'l-Edebi'l-Câhllî, Kahire, ts. (Dâ-rü'I-maârif bi-Mısr), s. 362-371; Zekî Mübarek, en-Neşrü'l-fennî ft'l-karnl'r-râbi', Beyrut 1352/ 1934, s. 17-23, 38-51, ayrıca bk. tür.yer.; Abdül­hakîm Belba', en-Neşrü'l-fennî ue eşerü'l-Câhiz /z/ı, Kahire 1969, s. 14-180, ayrıca bk. tür.yer.; Ahmed Zekî SafVet, Cemheretü resâ'ill'l-'Arab fi 'uşüri'l-Arablyyeti'z-zâhire, Kahire 1391/1971, I, 9-30; Şevki Dayf. Târîhu'l-edeb, I, 398-423; II, 405-480; III, 441-565; IV, 513-640; a.mlf., el-Fen ve mezâhibüh fi'n-neşnVArabi, Kahire 1977, s. 7-11, 389-395; Enîs el-Makdisî, Tetavvürü'l-esâ-lîbi'n-neşriyye fı'l-edebi'l'Arabi, Beyrut 1982, s. 6, 42-43, 85-93, 112-160, ayrıca bk. tür.yer.; J. D. Latham, The Beginnings of Arabic Prose Literatüre, Cambridge 1983, s. 154-164; Blachere, Târîhu'l-edeb, s. 22-23, 858-866; Hilmî Muham­med el-Kâûd, Medresetü'l-beyân fi'n-neşri'l-ha-dîş, Riyad, ts. (DârüT-kâfile), tür.yer.;

 

TÜRK EDEBİYATINDA NESİR

Türk nesrinin ta­rihi Türk edebiyat tarihi gibi üç dönemde ele alınmaktadır. Türkler'in İslâmiyet'i ka­bulünden önceki döneme ait en eski Türk­çe metin olan Orhun âbideleri aynı zaman­da Türk nesir sanatının da ilk örnekleridir. Özentisiz, açık ve anlaşılır bir dille yazılmış olan yazıtlar atasözleri ve halk tabirleriyle zenginleştirilmiş, yer yer lirik ve romantik ifadeler taşıyan metinlerdir. Orhun âbide­leri, daha önceki yüzyıllarda işlenerek ge­liştirilmiş bir nesir dilinin varlığını düşün­dürmektedir. Maniheizm'i ve Budizm'i be­nimseyen Uygur Türkleri'nden kalma ne­sir yazılarının çoğu bu dinlerin kutsal me­tinlerinin tercümesidir. Bunların Mani Budist düşüncesine bağlı dil özellikleri yanında simetrik cümleler, ses unsurları tekrarlarla Orhon yazıtlarından farklı anlatım özelliği taşıdığı görülmekte, ayrıca pek çok Budist kavramının Türkçede karşılıklarının arandığı dikkati çekmektedir. Örnekleri oldukça bol olan bu eserlerin en ünlüleri arasında Maytnsimit, Kalyanamkara Papamkara, Sekiz Yükmek ve Altun Yaruk bulunmaktadır.

Elde en çok metin bulunan dönem ise Türkler'in İslâmiyet'i kabulünden XIX. yüz yıl ortalarına kadar devam eden İslâmî devirdir. Bu dönemin ilk nesir metinleri Orta Asya coğrafyasında kaleme alınmış Bunların başında Dîvânü lugâti't-Türk’teki örneklerle Kutadgu Bilig'in sonradan ilâve edildiği anlaşılan mukaddimesi sayılabilir. Bu eserleri Rabgüzî'nin, içe iç geçmiş kıssalar halinde ve yer yer tasvirlerin de bulunduğu Kısasü'l-enbiya’sı (1311), Mahmûd b. Ali Kerderî'nin sade bir dille yazılmış olan Nehcü'l-ferâdî ile (1358) yine XIV. yüzyıla ait, yazarları bilinmeyen Bahtiyarnâme ve Tezkiretü'l evlliyâ gibi eserler takip eder. Bu arada Kur'an tercümeleriyle tefsirler ve Farsça'dan yapılan çevirilerle Türkçe'de Arapça Farsçanın etkilerinin arttığı görülmektedir.

İslâmî dönem Türk nesir edebiyatın en zengin örneklerini Anadolu'da gelişen Batı Türkçesi'yle yazılmış eserler oluşturur. Türkler'in Anadolu'ya gelişinden sonra Anadolu'da yeni bir yazı dili teşekkül etmiştir. Anadolu'nun fethinden XIV. yüzyıla kadar özellikle nesir alanında kayda değer eserler bulunmamaktadır. Hikâyelerle desteklenmiş dinî ve ahlâkî öğütle içeren Behcetü'l-hadâik fi mev'izati hakâik XIII. yüzyılın tek önemli nesir eseridir. Bir kısmını Arapça ve Farsçamdan çevirilerin oluşturduğu XIV. yüzyıl nesir edebiyatının başlıca eserleri Kul Mesud'u Kelile ve Dimne'si, Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa'nın Merzübannâme'sı, Darîr'ir sade bir üslûpla yazılmış Sîretü'n-nebîsi, Hamzavi’nin yine sade ve sürükleyici üslubuyla yüzyıllar boyu halk arasında okunan Hamzanâme'si sayılabilir. XV. yüzyılda Korkut Kitabı, Battalnâme, Dânişmendnâme gibi halk tarafından okunan eserlerin yanında resmî yazışmaları ve mektupları içine alan klasik Osmanlı inşasının da teşekkül ettiği görülür.

XV. yüzyıldan itibaren inşâ tarzının gelişmesi dikkate alınarak Tanzimata kadar Osmanlı dönemi nesri üç kategoride incelenmiştir (İz, s. V-XVII):

a) Sade nesir. Halk diline dayanan, yer yer inşâdan bazı kelime, deyim ve klişeleşmiş ibarele­rin girdiği bu nesirle tefsir, hadis, fıkıh, akaid, ilmihal ve tasavvuf kitapları yanında bazı İslâm tarihleriyle fütüvvetnâme, menâkıbnâme gibi dinî karakterli eserler, halk hikâye ve masalları, cenknâmeler, gazavatnâmeler, ahlâk kitapları gibi eserler yazılmıştır. Bu nesirde devrik cümleler de kullanılmış, Farsça tamlamalara ise nisbeten az yer verilmiştir,

b) Süslü nesir. Söz varlığı ağırlıklı biçimde Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerden oluşan, ayrıca bu dillerin kurallarının uygulandığı süslü ne­sirde cümleler sıfat-fiil ve zarf-fiillerle bazan sayfalarca uzatılıyor, simetrik terkip­ler ve cümleler tekrar ediliyordu. Çok de­fa eş anlamlı ve seçili kelimelerin kullanıl­masına da özen gösteriliyordu. Şiirdeki belagat kuralları bu nesir için de geçerliy­di. Sade nesre göre daha dar bir çevrede itibar gören süslü nesir kelime kadrosu ve gramer kurallarıyla gittikçe halktan uzak­laşarak yüksek zümrenin rağbet ettiği tarz haline gelmiştir. Dursun Bey'in tarihinden başlayarak Kemalpaşazâde, Hoca Sâdeddin, Karaçelebizâde Abdülaziz, Râşid Mehmed Efendi gibi tarihçilerle Sehî Bey, Latîfî. Âşık Çelebi gibi tezkire ve münşeat mecmuaları kaleme alanların çoğu bu nes­ri kullanmıştır. Süslü nesrin ilk örneği sa­yılan Sinan Paşa'nın Tazarru'nâmesi se­cileri ve simetrik cümleleriyle bu katego­riye girse de kısa ve açık cümleleriyle bu nesirden ayrı düşünülmelidir,

c) Orta ne­sir. Osmanlı yazı tarzı içinde en çok rağ­bet gören bu nesir de halkın dilinden ol­dukça uzaklaşmış, hüner gösterme özentisiyle lafız sanatlarına başvurularak seçili ibareler kullanılmıştır. Arapça ve Farsça kelime ve terkiplere yer verilmekle birlikte asıl maksat bilgilerin ve düşüncelerin ak­tarılması olduğundan süslü nesre oranla anlaşılması daha kolay olan bir üslûba yer verilmiştir. Âlim ve sanatkârların çoğu bu nesir tarzını tercih etmiştir. Vak'anüvis ta­rihlerinin çoğu, Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'si, Kâtib Çelebi'nin Mîzânü'l-hak ve Düstûrü'l-amel gibi eserleri başta ol­mak üzere siyasetnâmeler, nasihat ve ah­lâk kitapları, sefaretnâmeler daha çok bu nesirle kaleme alınmıştır.

Resmî yazışma ve mektupları içine alan inşâ kavramı (bk. İNŞÂ) aynı zamanda ge­nel nesir türleri için de kullanılmaktadır. Belagat kitaplarında lafız sanatlarını ve se­ciyi ön planda değerlendiren yazı tarzına "nesr-i müsecca'", bunlara önem verme­yen yazı tarzına da "nesr-i mürsel" denil­diği kaydedilmektedir. Tezkirelerde müel­liflerden bahsedilirken kullanılan, "İnşâ ile ziyade aşinalığı var idi"; "Nazım ve inşâda mevâlî-i asrın hünerveri idi" gibi değer yargılarında geçen inşâ kavramı daha çok nesir sanatına işaret etmektedir. Osmanlılar'da nesre oranla şiir sanatının büyük gelişme göstermesi ve daha çok rağbet görmesi bir gerçek olmakla beraber tezkirelerdeki değer yargılarında her iki sa­natta başarılı olanların takdir edildiği dik­kati çekmektedir. Eski nesri ve özellikle süslü nesri oluşturan unsurlar arasında el-faz (uygun kelime ve kelime gruplarının seçimi), selâset (akıcılık), mebâdî (usulü­ne uygun bir giriş) ve mebânî (sağlam bir kuruluş) gibi kavramların arandığı bilin­mektedir.

Tanzimat'tan sonra Batı ile temas ne­ticesinde nesir sanatının değişime uğra­dığı görülür. Roman, hikâye, tiyatro gibi yeni türlerin girmesiyle bu türlerin özelli­ği gereği nesirde de farklılıklar ortaya çık­maya başlar. Bilhassa gazetelerde halkın anlayabileceği bir dil kullanılmaya çalışılır. Bu arada resmî kitabette eski inşâ kırıl­malara uğrar, seciler azalır, cümleler kısa­lır, belagat ihmal edilir. Bu yeni inşânın ön­cüleri Mustafa Reşid Paşa, Fuad Paşa, Edhem Pertev Paşa, Âkif Paşa, Cevdet Paşa ve Ahmed Vefık Paşa gibi bürokratların kalemiyle gerçekleşmiştir. Bunların dışın­da edebiyatçılar da eserlerinde giderek bir sadeliğe yönelmişlerdir. Bu konuda ilk önemli hamleyi Şinâsi başlatmış, onu "ifâde-i meram ve rabt-ı kelâm şivelerinin tabîat-ı lisâna tatbîkan tâdil ve teedîdi" fik­rini ileri süren Nâmık Kemal ile eski inşâ tarzını ağır biçimde eleştiren "Şiir ve İnşâ" makalesiyle Ziyâ Paşa takip etmiştir. Cev­det Paşa belli ölçüde Osmanlı nesrine bağ­lı kalmakla beraber tarih dilini geliştirip sadeleştirmiş, Mecelle'de kısa ve sağlam cümlelerle hukuk dilinde önemli bir çığır açmış, Kısas-ı Enbiyâ'da ise sade, akıcı ve kolay anlaşılır bir üslûp kullanmıştır. Ne­sir dilinin sadeleşmesinde ve yeni edebî türlerin halk tarafından benimsenmesin­de Ahmed Midhat Efendi'nin önemli rolü olmuştur. Onun meddah geleneğinden ge­len sohbet tarzındaki nesir üslûbu ileriki yıllarda biraz daha edebî değer kazanarak Ahmed Râsim'in eserlerinde devam et­miştir. Bu dönemde öğretim kurumlarına konan "usûl-i kitabet ve inşâ" dersleri de bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkmış­tır. Buna paralel olarak nesir sanatını öğ­retmek üzere birtakım eserlerin yazılmaya başlandığı görülmektedir. İnşâ-yı Cedîd (İstanbul 1269), Usûl-i İnşâ ve Kitabet (Mehmed Tevfik, İstanbul 1307-1308), İla­veli Hazîne-i Mekâtîb yâhud Mükem­mel Münşeat (Ahmed Râsim, İstanbul 1318) bunlardan birkaçıdır. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Edebiyât-ı Cedide mensupları, şiirde olduğu gibi ne­sirde de gelişmeyi farklı bir yöne sürükle­yen bir hareket oluşturmuştur. Kısa sü­ren fakat oldukça etkili olan bu hareket­te Türk nesri Fransızcanın cümle yapısın­dan etkilenmiş, Arapça ve Farsçadan ye­ni kelime ve terkipler alınmış, hatta icat edilmiştir. Bu hareketin öncüleri Halit Zi­ya Uşaklıgil, Cenab Şahabeddin ve Meh­med Rauf tur. Yine bu dönemde başlayan ve uzun süre etkisini devam ettiren farklı bir nesir tipine "mensur şiir" (mensûre) adı verilmiştir. Fransız kaynaklı bir tür olan mensur şiir, şiirle ifade edilebilecek te­maların şiir diliyle ve şiir sanatıyla fakat nesir cümleleriyle ifadesidir. Servet-i Fünûn devrinde naif temaların işlendiği bu tarz felsefî fikir ve tahlillerle gelişerek II. Meşrutiyetten sonra devam etmiştir.

II. Meşrutiyet yıllarında bir fikir hareke­ti olarak ortaya çıkan ve daha sonra Millî Edebiyat hareketinin doğmasında rolü olan Türkçülüğün nesir sanatının gelişmesinde önemli yeri vardır. Ziya Gökalp ve arkadaş­larının başlattığı bu çığır Ömer Seyfeddin, Ahmed Hikmet Müftüoğlu, Refik Halit Ka­ray, Ruşen Eşref Onaydın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin gibi şahsiyetlerle devam et­miştir. Bu akımın, Cumhuriyetten sonra yeni Türk nesrinde özellikle ilmî ve fikrî metinlerin ve deneme tarzı yazıların este­tik bir üslûp kazanmasında yazarlar üze­rinde farklı seviyelerde etkisi olmuştur. Yahya Kemal, Fuad Köprülü, Falih Rıfkı Atay, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Top­çu ve Cemil Meriç şahsî üslûpları ile yeni Türk nesrinin önemli yazarlarındandır.

BİBLİYOGRAFYA:

Yahya b. Mehmed el-Kâtib, Menâhicü'l-inşâ (nşr. Şinasi Tekin), Roxbury 1971, s. 5-17; Mu-hammed b. Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında Yapıl­mış "Satır-Arası" Kur'an Tercümesi (haz. Ah­met Topaloğlu), İstanbul 1976, hazırlayanın giri­şi, I, 1-5, 21; Ragıp Hulusi Özdem, "Tanzimattan Beri Yazı Dilimiz Fikrî Nesir Dilimizin Gelişme­si", Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 859-931; Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nesir, İstanbul 1964, s. V-XVII; Abdülkadir Karahan, Eski Türk Edebi­yatı İncelemeleri, İstanbul 1980, s. 258, 260-262, 265; Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ue Teori­leri, Ankara 1980, tür.yer.; Harun Tolasa, SeAıf, Latifi, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyıl­da Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, İzmir 1983, s. 350-351; Agâh Sırrı Levend,_ Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1984, I, 113-116; Ahmed Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstan­bul 1985, s. 110-127, 181, 191, 433-444; Orhan Şaik Gökyay, Güçlük Nerede? Seçme Makaleler,

 

Mustafa UZUN, DİA, 33

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi