MASAL ve FABL
Konusu tamamıyla hayal verimi olan ve kişileri insanüstü güçler taşıyan yazılardır. Aslında bunlar, kuşaktan kuşağa sözlü olarak geçen konulardır. Daha çok yaşlıların küçüklere anlattıkları ve bazan kendi hayalleri ve anlatım güçleriyle de süsledikleri bu konular, sonradan edebî bir anlatımla, yazılı edebiyata geçmeye başlamıştır.
Masalları anlatmaya, «Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde...» gibi birtakım tekerlemelerle başlanır.
Masalın olayı, insanüstü güç taşıyan insanlarla birlikte cinler, şeytanlar, devler, cadılar, periler, cüceler, acayip hayvanlar arasında geçer. Dağlar, ağaçlar, sular da canlandırılarak olaya karıştırılır.
Masalların insan ve hayvanlarını davranışlarından, eşyaların durumlarından harekete geçerek, toplumda görülen aksaklıkları yermek ve gerçek insanlara bir ahlâk ve düzen dersi vermek gibi amaç güdenleri de vardır. Manzum olarak yazılan masalın böylesine FABL denir.
Masal, ilk önce Hintlilerde doğmuş, buradan da bütün Doğu ve Batı dünyasına yayılmıştır. Kelile ve Dimne, bir Hint masalıdır.
Batı Edebiyatı dünyasında isim yapmış birçok masal yazarları vardır. Bunların arasında, bizim edebiyatımızda da iyice tanınmış olanı La Fontaine'dir.
Masalların dili, küçük bir çocuk tarafından bile kolayca anlaşılabilecek basitlikte ve sadelikte olur. Anlatımda kullanılan fiiller, genel olarak miş'li geçmiş zamana bağlıdır. Aşağıdaki yazı bir masal örneğidir :
ARIBEYİ
İki prens günün birinde serüven aramağa çıkmışlar. Başlarına öyle işler gelmiş ki, bir daha evlerine dönememişler. Dummling adındaki küçük oğlan yola çıkarak ağabeylerini aramı . Nihayet onları bulunca ağabeyleri alaya başlamışlar: «Biz senden daha akıllı olduğumuz halde bir iş başaramadık. Sen, bu budalalıkla dünyayı dolaşmak istiyorsun öyle mi?» demişler.
Üçü birlikte yola çıkmışlar. Bir karınca yuvasının başına etmişler. Büyük oğlanlar bu yuvayı bozarak karıncaların korkuyla nasıl kaçıştıklarını, yumurtalarım nasıl kaçırdıklarım görmek istemişler. Fakat Dummling:
— Hayvancağızlara ilişmeyin. Onların rahatlarını bozmanızı doğru bulmuyorum! demiş. Bunun üzerine yola çıkmışlar. Bir gölün kenarına varmışlar. Bu gölde çok, hem pek çok ördek yüzüyormuş. İki büyük kardeş bunlardan birkaçını tutup kızartmak istemişler. Fakat Dummlmg razı olmamış:
— Hayvancağızlara ilişmeyin. Onları öldürmenizi doğru bulmuyorum! demiş.
Nihayet bir arı yuvasının yanına gelmişler. Bu yuvanın İçinde o kadar çok bal varmış ki, taşarlara taşıyormuş. Büyük oğlanlar ağacın altına ateş yakarak arılan dumanla boğmak, ballan almak istemişler. Fakat Dummling buna engel olmuş.
— Hayvancağızlara ilişmeyin. Onlan yakmanızı doğru bulmuyorum! demiş.
Nihayet bir saraya varmışlar. Bu sarayın ahırlarında taştan yapılmış birçok at varmış. Ortalıkta hiç kimseler görünmüyor-muş>
Üç kardeş sarayın bütün salonlarım dolaşmışlar. Nihayet en dipte bir kapıya rast gelmişler. Bu kapının üzerinde üç tane. kilit asılıymış. Kapının ortasında minimini bir pencere varmış. Bu delikten içerisi görünüyormuş. Oğlanlar odanın içinde ak saçlı bir Cüce görmüşler. İki defa Cüceye seslenmişler, fakat Cüce işitmemiş. Nihayet üçüncü defa seslendikleri zaman Cüce ayağa kalkmış, kilidi açmış, dışarı çıkmış. Ağzını açıp bir lâf söylemeden onları zengin bir sofraya doğru götürmüş. Yiyip içmişler. Sonra Cüce bunları ayrı ayrı birer yatak odasına götürmüş.
Ertesi sabah ak sakallı Cüce büyük oğlanın yanına gelmiş. Eliyle işaret ederek çağırmış. Onu taştan bir levhanın karşısına götürmüş. Bu levha üzerinde üç emir yazılıymış. Eğer bunlar yapılırsa tılsım bozulabilecekmiş. Birinci emir şuymuş:
«Ormanda, yosunların altında prensesin İncileri bulunuyor. Hepsi bin tane. Bunların aranıp bulunması lâzım. Eğer bugün güneş batmadan önce bunlar tam olarak bulunup getirilmezse, bir tanesi bile noksan olsa, onları arayan taş kesilecektir!»
Bunun üzerine büyük oğlan çıkıp gitmiş. Bütün gün aradığı halde, gün batarken ancak yüz tane İnci bulabilmiş. Levhada yazılı olduğu gibi, taş kesilmiş.
Ertesi sabah ortanca oğlan bu serüvene atılmış. Fakat talih ona da ağabeysinden fazla yardım etmemiş. Ancak iki yüz tane inci bulabilmiş. Levhada yazılı olduğu gibi, taş kesilmiş.
Nihayet sıra Dummling'e gelmiş. O da yosunların altında incileri aramış. Fakat bunları bulmak çok zormuş. İş çok yavaş ilerliyormuş. Bunun üzerine bir taşın üstüne oturmuş, ağlamaya başlamış. Bu sırada, vaktiyle hayatlarını kurtardığı karıncaların kıralı, beş bin karınca ile birlikte gelmiş. Çok geçmeden küçük hayvanlar bütün incileri toplayıp getirmişler, oraya yığmışlar. İkinci emir şuymuş :
«Prensesin yattığı odanın anahtarını gölün dibinden bulup çıkarmak.»
Dummllng gölün kenarına gelince, vaktiyle hayatlarını kurtardığı ördekler yüzerek gelmişler, suyun dibine dalarak anahtarı bulup getirmişler.
Üçüncü emir ise en zoruymuş:
«Uyumakta olan üç prensesten en gencini, en sevimlisini tanımak» lazım geliyormuş. Fakat birbirlerine o kadar benziyorlarmış ki, bunları ayırt edebilmek için bir çare varmış : Uykuya varmadan önce üçü de ayrı ayrı tatlılar yerlermiş. Biri şeker parçası yemişmiş. Ortancası bir bardak şurup içmişmiş. En küçüğü de bir kaşık bal yemişmiş.
Vaktiyle ateşten kurtardığı anların beyi bu sırada içeri girmiş. Üç kızın da ağızlarım koklamış. Bal yiyen kızın dudağına konmuş. Bu suretle Prens aradığı kızı bulmuş.
Bunun üzerine tılsım bozulmuş. Uyuyanlar uyanmışlar. Taş kesilenler tekrar canlanmış. Dummllng bu kızların en küçüğü, en güzeliyle evlenmiş. Kralın ölümünden sonra tahta geçmiş. Ağabeyleri de öbür kızlarla evlenmişler.
Jacob ve Wilhelm Grimm
(Masallar : 1, 1943) Çeviren : Kemal Kaya