Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 


Bildiri, bilimsel bir yazı türüdür. Orijinal bir konuyu bilimsel bir çerçevede ele alarak yeni tezler ortaya koyma amacını taşır. Bildirinin önemli özelliklerinden biri, bir konuyu değişik bakış açıları ve düşünce­lerle irdeleyerek önceki tezleri çürütmesidir.

Bildiri, dinleyicilere sunulur. Bildiriyi sunan kişi dili iyi kullanma­lı, hitabet sanatının inceliklerini uygulayabilmelidir.

Bildiriler, yabancı dille sunulabilir.

 

TÜRK DİLİ KONUSUNDA DUYARLI OLMAK

Kültür, toplumların, yaşama biçimidir.

Toplumların her biri, farklı kabuller ve benimseyişler sonucunda, farklı tepkiler verir. Bir toplumun içindeki insanlarda ayrı ayrı görüntüle­nen kabulleniş, benimseyiş, tepki verişlerden oluşan ortak yaşama biçi­mine kültür diyoruz.

Kültür, insanları benzeştirmeye çalışan değerler, normlar ve davra­nışlar dünyasıdır.

Kültür, gerek yaygın eğitim, gerekse örgün eğitim yolu ile bir sonra­ki nesle aktarılır. Yaygın ve gelenekli eğitimin yanı başında yer alan metodik örgün eğitim kültürü hem yeni yetişenlere aktarır hem de koruyup kollar.

Her kültür, insana, tabiata, eşyaya, başka toplumlara yaklaşımı ve yorumlayışı bakımından, özel bir bütünlüktür.

Dil, kültürlerin, birbirlerine göre, özel, bağımsız birer bütünlük hâlinde olduğunun göstergesidir. Dil, bir taraftan, kültürün taşıyıcılığını üstlenir, diğer taraftan, hayatı anlamlandırmanın ve tarih içinde devam etmenin, o kültürü yaşayanlar için, hangi değeri ifade ettiğini gösterir. Tarih içinde devam etmenin de, hem kişinin hem de toplumun hayatını, hür, haysiyetli ve huzurlu bir dünya olarak anlayıp anlamamanın da gös­tergesi, dildir.

"Dil" derken, yazılı veya sözlü ifadeyi kastediyorum; resimle, işa­retlerle, şekillerle de iletişim ve bildirişim olabilir. Her türlü iletme ve bil­dirme, anlaşmanın sağlanmasıyla bir anlam ifade eder. Anlaşmanın oluş­madığı bir iletişim veya bildirişimde, dil işlevini yerine getirememiş olur.

İnsanlar, üzerinde düşünmeksizin, inceliklerini araştırmaksızın, dili kullanırlar. Bir dili çocukluğundan başlayarak, ana dil olarak kazanmış olanlar, kelime ve cümlelerin zengin çağrışımlarından faydalanırlar.

Şimdi bir örnek vereceğim;

A- Günaydın Elif Hanım!

E- Günaydın Efendim!

A- Küçük bahçemize girince, baktım dün akşam tomurcuk olarak bıraktığım güller açmış. Bu gün siz de bahçedeki güller gibisiniz.

E- Teşekkür ederim

Bu kısa konuşma, arı ayrı şekilde anlamlandırılabilir: Birincisi, Elif Hanım'ın yapacağı anlamlandırmadır. İkinci anlamlandırma, Elif Hanım'a bu sözleri söyleyen kadın veya erkeğin tutumu veya niyetidir. Üçüncü grup anlamlandırma ise, bu iki kişi dışında kalanların, duygu, düşünce, hayal ve tepkileridir. Bu üç grup anlamlandırmayı ayrı ayrı sorular hâline getirelim:

1. Acaba söyleyenin niyeti ne idi?

2. Acaba Elif Hanım, küçük bahçe, tomurcuk/açılmış gül ile kendisi
arasındaki benzetmeyi nasıl anlamlandırdı?

3. Üçüncü kişi veya kişiler-ki dinleyici veya okuyucu olabilirler-
hangi anlamı/anlamlan çıkardılar?

Türkçeyi yeterli ölçüde bilenler bu konuşmanın üç şekilde yorumla­nabileceğini anlarlar: Bu konuşmada A'nın niyeti,

Samimî, dürüst bir komplimandır.

Âdeta, dalkavukluk ederek, bir ilişki başlatmak veya geliştirmek duygu, düşünce ve hayalinin doğurduğu methediciliktir.

c) Elif Hanım'ı, alay ederek, iğneleyerek ikaz etmektir.

Bu üç yorumdan hangisinin gerçek niyet olduğunu Türk kültürünün içinde yaşayanlar anlayabilir: Konuşuluyorsa, vurguların, yazılmışsa noktalama işaretlerinin manayı genişleteceğinden, iletişim Türkçeyi iyi bilen Türkler arasında gerçekleşebilir.

İnsanlar, bir kültürün içinde doğarlar; kişiler, bebeklikten başlaya­rak o kültür ile yoğrulur. Kültürün taşıyıcısı ve göstergesi dil olduğuna göre, insanı yoğuran da dildir. İnsan ilk on beş senede, içinde doğduğu dilin imkânlarını ne kadar tanır ve inceliklerini ne kadar kazanırsa, o in­sanın duygu, düşünce, hayal ve davranışları o kadar tutarlı olur, diyebili­riz.

Her dilde fiiller, kavramlar ve terimler farklıdır. Günlük dilde de, sosyal ve beşerî bilimlerde de, fen ve sağlık bilimlerinde de, kültürün ye­terliliği, daha doğrusu zenginliği ölçüsünde diğer kültürlere göre bir farklı­lık vardır. Günlük dili edinirken yaygın eğitimin öğretim yolları -ki didaktika ve metodika olmak üzere iki yönü var- kendiliğinden işlemektedir. Yaygın eğitim bir insana genel olarak kültürü özel olarak da dili neden, ne ölçüde nasıl kazandırmaya çalışıyor? Bu soruların cevabı genel dil bi­limci, sosyolog ve sosyal psikologların alanıdır; ancak Türkçe açısından yeterli araştırmalar bulunduğunu söyleyemeyiz.

Örgün eğitim konusunda daha çok araştırma yapılmıştır.

Kavramları ve terimleri öğrenmemizi sağlayan örgün eğitim kurum­landır. Örgün eğitim kurumlan ise, bir dilin didakakasını ve metodokisanı izleyerek, insanı hem kendi kültürü adına sosyalleştirmekte, hem de ya­ratıcı yönünün ortaya çıkmasını sağlamaya çalışmaktadır. Örgün eğitim dediğimiz, düzenli, sistemli faaliyet, insan zihninin şu basamaklardan geçmesini istemektedir:

Karşılaştığı bir objeyi, bir durumu veya kelimeyi yahut cümleyi Tanıma.

Obje, durum, kelime veya cümlenin benzerlerinden farkını anla­yarak Kavrama.

Karşılaşılan kelimeler veya cümlenin arkasında kaç türlü anlam­landırmanın bulunabileceğini analiz edebilme (Çözümleme).

Kelimeler ve cümleler yoluyla anlaşılabilen farklı anlamların için­den, iletişimin gerçek anlamını yakalama (Sentez, Yargı/Hüküm).

Karşılaşılan kelimeler veya cümleler karşısında kendi, duygu düşünce, hayal ve davranışını belirleme (Değerlendirme ve/veya Yo­rumlayarak Yeni Hükümlere Varma).

Bu beş basamağın çıkılması sırasında, Çağrışımlar zinciri oluşur: Hafıza yardımcı olur, zekâ devreye girer, akıl yürütme işler; bunların sonucunda da, kabulleniş, benimseyiş veya tepki veriş oluşur. Özellikle beşinci basamağa çıkabilmek, ilk on beş senede kazanılan dilin yeterliliği ile doğru orantılıdır. İnsanın benliğinin, kimliğinin ve kişiliğinin temelleri ilk on beş yılda atılır.

 

Değerli dinleyenler,

Tanıma, kavrama, çözümleme, yargıya varma, yorumlama basa­maklarını geçerken kelimelere dayanırız. Kelimeler ise fiiller, kavramlar ve mecazlar hâlinde karşımıza çıkar. Bir dilin fiillerini, kavramlarını ve mecazlarını yeteri kadar öğrenmemiş bir kişi, ikinci bir dilde ne kadar başarılı olabilir?

Kavramlar ve mecazlar bir dilin zenginliğidir; bir dildeki kavramları ve mecazları başka bir dile bütünüyle taşıyamazsınız. Bu yüzdendir ki, edebî metinler de, felsefî metinler de, dinî metinler de Yol Açtığı Yeni Yo­rumlar açısından, yaşatıldıktan dilin öz çocuklarıdır.

İkinci bir dil öğrenmeyi, bunu yeni anlaşım alanları oluşturmak veya bilgisini geliştirmek üzere kullanmayı faydalı ve gerekli sayarız; ancak, eğitim ve öğretimin ilk on beş senesi insan kişiliğinin temellendirildiği dönem olduğundan, ana dile dayanmasını isteriz, istemeliyiz.

Ülkelerin eğitimlerini plânlayan, programlarını hazırlayan üst kuru­luşları -Meselâ Türkiye'de bu işi Talim Terbiye Kurulu yapmaktadır.- bilim adamlarının araştırma ve incelemelerini dikkate almak zorundadırlar. Bü­rokratik yeterlilik duygusu, politik tercih anlayışı ile birleşirse çok olum­suz sonuçlar çıkar. Bu anlamda bilim adamlarına dayanmayan karar ve uygulamalar yeni yetişenlerin deney elemanı gibi kullanılmasını hazırlar ve pişman olunacak sonuçlan doğurur.

İnsanoğlunun benliğinin ve kimliğinin oluştuğu dönemde kendi dili­nin biçimlendirici ana madde olması gerektiğinde birleşemiyorsak. birbiri­mizle sağlıklı bir anlaşım olamayacağını, bütünleşmenin yaralanacağını göz ardı ediyoruz demektir.

Eğitim ve öğretimin ilk ve en önemli hedefi kişiyi, toplumun bilinçli bir üyesi yapmaktır; bunu sağlamak ise, ana dilin yeterince verilmesin­den geçmez mi?

 

Prof. Dr. S. Kemal TURAL

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi