Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

SÖYLEV ÖRNEKLERİ

1.

ORDUMUZUN ZABİTLERİNE

Akhisar cephesi, düşmanın ilk temasıyla çürük bir tülbent gibi yırtılmıştı. Bizans orduları, beş asırlık bir ayrılıktan sonra uzun bir yoldan, tekrar avdet ediyorlardı. Evleri yanmış, halkı hicret etmiş bir kasabamızda, Aydın’ın ıssız bir gecesinde, kaldırımları döven Yunan süvarilerinin ayak seslerini yatağımda doğrularak dinledim. İstanbul surları önünden, gemilere atlayarak şişkin yelkenlerle bir daha dönmeyecekmiş gibi uzaklaşanlar, yeni bir hükümet, yeni bir ordu halinde geri geliyorlardı.

Felâket büyüktü. Aylarca mücadeleden sonra Bursa düşmüştü. Gece su sesleri içinde uyuyan Bursa, başının ucunda ay ışığıyla aydınlanmış gibi ak minarelini, her biri birer gufran fevvaresi gibi fışkıran Mekke yeşili ihtiyar servileriyle bin bir sevgimizin tavaf yeri olan Bursa, dede çınarlarının dallarında sahil sesleri eksik olmayan, deniz altına mahsus karaltılarla, türbelerinin, mabetlerinin içinde serin renk dalgaları uyuyan Bursa; ilkbahar olduğu vakit ufuklardan ufuklara tutuşan gelincik bulutlarıyla ovalarına şafaklar devrilmiş gibi görünen Bursa, o da teslim olmuştu. Bütün Anadolu tutkun bir musibet havası içindeydi. Bu, büyük mücadeleye halk kuvvetleri yetmiyordu, bunu anlamıştık Ordumuz! Sen nerede idin? Gözlerimiz seni arıyordu. Cihan Harbi'nden beri ardında kaybolduğun ufuktan tekrar görünmeni, gök gürültüleri içinde harp sahnesine yeniden girmeni bekliyorduk. Anadolu topraklarını bir yangın kızıltısı aydınlatırken, sen uzaklarda, gerilerde durabilir miydin? Bugün bayramını idrak ettiğimiz muharebeden bir ay evveldi, güneye doğru bir seyahatten geri dönerken yolda seninle karşı karşıya geldik Dalgalı bir ufuktan, harp tehdidi altında duran bir ovaya, korkunç bir sessizlik gibi akıyordun. Sen tekrar ortaya çıkmıştın. En öndeki zabite sordum: "Ökçelerin aşınmış, nereden geliyorsun?"

Gözleri cevap verdi:

-Uzun Kafkas yollarından, Dicle sahillerinden, Sina çöllerinden geliyorum. Cevap veren gözlerine baktım; içleri yaz geceleri gibi sıcak, hisli, derin ve karanlıktı. "Bu karanlıkları nerden-aldın?" dedim. "Uykusuz gecelerde, nihayetsiz bir vatanın sonu olmayan sınırlarını beklerken gözlerime, o gecelerden bu karanlıklar doldu" dedi. "Evin var mı?" diye sordum; "bilmiyorum" dedi. "Çocuğun var mı?" dedim. Gözleri yaşardı mı, iyi fark edemedim; "bilmiyorum" dedi.

Ey Türk ordusunun iklimden iklime, diyardan diyara koşan, gazadan gazaya geçen zabiti! Sen eski Roma Lejyonlarının başında, meçhulden meçhule giden kadim kahramanlar gibisin. Her gün yeni bir yangını genç, kızıl, coşkun kanlarını boşaltarak söndüren sensin. İstiklâl cihadımızın bu ilk bayramını senin tekrar dönüşünü selamlamak için yapıyoruz. Ana topraklara sızan cömert, civanmert kanın ufkumuzda bir necat şafağı oldu. Birinci İnönü'nden beri, o şafak felâketli alınlarımız karşısında parlayıp duruyor. Bunun için, o büyük günün yıldönümünde, herkesten evvel elimizi sana uzatıyor, bize hayat ve istiklâl bahşeden aziz, mübarek ellerini minnetle sıkarak herkesten önce seni tebrik ediyoruz.

(Hamdullah Suphi Tanrıöver, MEB. Yay. )

İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


2.

Atatürk'ün, Birinci TBMM Başkanlığına Seçilişi Dolayısıyla Yaptığı Konuşma:

Muhterem Efendiler!

Milletin mukadderat-ı umumiyesine fiilen ve tamamen vaziyet ederek, makam-ı saltanatın duçar olduğu esaretten kurtuluşu ve memleketin bütünün selâmeti uğrunda her fedakârlığı büyük bir azim ile yerine getirmeğe karar vermiş olan yüce meclisinizin başkanlığına seçilmek suretiyle hakkımda gösterilen itimad ve teveccühün müteşekkiri ve minnettarıyım.

Hayatımın bütün safahatında olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki her türlü huzur ve istirahatımı, her nevi şahsi duygularımı milletin selâmeti ve saadeti namına feda etmekten zevkiyâb olmayayım. Gerek hayat-ı askeriye ve gerek hayat-ı şahsiyemin bütün tavır ve safhalarını işgal eden mücadelelerimde daima düstur-u hareketim, irade-yi milliyeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Bugün heyet-i muhtereminizin oy çokluğu ile tecelli etmiş olan itimad-ı milliyi liyakatimin çok üstünde görmekle beraber, şahsım için bir gaye olarak değil, müştereken giriştiğimiz mücâhede-yi mukaddesenin dayandığı gayelerin tahakkuku için milletin bahşettiği bir istinatgâh olarak telakki ediyorum. Bu milli birliğin bana yüklediği mes'uliyeti biliyorum ve hepiniz de biliyorsunuz ki, pek ağırdır. İçinde yaşadığımız emsalsiz dakikaların vahametine rağmen, bu ağır milli mes'uliyetin altında ancak muhterem heyetinizin yardım ve teşviklerinin daima ve daima hak yolundaki savaşa rağmen avn ve inayet-i sübhaniyyeden ümitvar olarak çalışacağım.

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


3.

Fatih Sultan Mehmet’in nutku

Ey benim namlı, şerefli, sadık emirlerim! İyi bilirsiniz ki üstünde durduğumuz şu memleket ve maliki olduğumuz devlet, nice müşkil muharebe ve mücahedeler sonunda, ecdadımız tarafından kazanılmış ve sonunda bize nasib olmuştur.

Diyar-ı Rûm'a az zamanda sahip olan ecdadımız, Allah 'm azamet ve kudretine, peygamberimiz Hazreti Muhammedin imdad-ı ruhaniyesine sığınarak, bütün As­ya ve Avrupa'da her diledikleri cengi kazanmışlardır...

Bugün sizlere derim ki:

Canını feda etmeyen âşık vuslata nail olamaz. Nice kanlar döküldü. Nice yara­lar açıldı. Nice dullar, yetimler gözlerinden matem yaşları akıttı. Nice âh u figan­lar ulu katlara yükseldi... Ama bu sayede nice müstahkem kaleler alındı. Nice en­gin dereler, coşkun geçitler, ırmaklar, nice yalçın kayalar arası derbentler, nice sarp dağlar aşıldı. Kaç geceler uykusuz, kaç günler istirahatsiz geçildi.

Göğüslerine uzanan düşman kargılarını kıran ecdadımız, ihmal ve tembellik ne idüğünü bilmediler. Zaman oldu ki talih, kendilerinden yüz çevirdi ama istik­balden ümit kesmediler. Düşmanı hâk ile yeksan edinceye kadar azim ve îmanla çalıştılar. Hangi iş, kendilerine mümkün görünüyor, onu yapmak için hemen ha­reket ederlerdi. Arzuları önünde seferin güçlüğünü, mesafelerin uzaklığını dü­şünmezlerdi. Zira nefislerine ve ulu himmetlerine güvenleri tam idi.

Şimdi bizlere düşen nedir?

Fena mirasyediler gibi elimizdeki mülkü çürütecek miyiz? Eslâfımızın bunca eserlerini mahv u perişan mı edeceğiz? Ola mı bu?

Yiğitlerim ve beylerim! Bilesiniz ki, İstanbul'u almak bize emrolunmuştur ve kısmettir. İçimizde beslenen bu büyük emeli bugün işte açığa vururuz. Şu İstan­bul şehri bugün iki yakamız arasında bir engeldir. Ve en güzel cihan payitahtı ol­maya namzettir. Hâlihazırda oraya güven olmaz. İhmaller ile köhne bir şehir ol­muştur. Arazisi bahçe ve otlaktan ibaret, evleri viran, surları yıkık haldedir.

Cennetmekân büyük dedem Yıldırım Beyazid Han'ı ve babam hakanı türlü müşküllere sokup, fitneler ile devletimizi dağıtan Bizans hükümetinin son günle­ri gelmiştir. Kral Konstantin 'in fırsat buldukça yaptığı kötülükleri artık bitirme­ye azmettim. Sizlerin de fikir ve himmetlerinizin benimki gibi olduğundan şüphe etmem.

Binaenaleyh vakit zayi etmeden hemen cenk hazırlığı başlasın! Sefer meşak­katleri göze alınsın! Donanma takviye olunsun! Toplar döktürülsün! Boğaz yaka­sında hisarlar inşa olunsun! Çoğu babamın yadigârı olan siz vezirlerime, siz paşa­larıma, beylerime, ağalarıma sonsuz itimadım vardır!

Bu Konstantaniyye'yi alıp diyar-ı İslâm eylemek ve Allah'ın yardım ve inayet­leri ile Konstantin'i def eylemek İlâhi emelimizdir,

Gayret bizden ve zafere ulaştırmak ulu Tanrı'dandır.

(Amasya Müverrihi, O. Fevzi Olcay'dan)

 

İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


4.

Erzurum Kongresini Açış Nutku

(Atatürk, 23 Temmuz 1919'da toplanan Erzurum Kongresi'ne başkan seçilmiş ve şu tarihî nutku irad etmiştir:)

Muhterem Murahhas Efendiler,

Kongremizin başkanlığına âcizlerini seçmek suretiyle gösterilen itimat ve te­veccühe bilhassa teşekkür ederim. Bu münasebetle sizlere bazı hususları arz et­mek isterim.

Efendiler!

Tarihî olayların şevkiyle içine düştüğümüz bugünkü kanlı tehlikeleri görme­yecek, bunlardan heyecanlanıp da üzülmeyecek hiçbir vatansever olamaz.

Umumî Harb'in sonunda "milliyetler" esasına dayalı vaatler üzerine hüküme­timiz de adalete uygun bir barışa kavuşmak emeli ile "mütareke" istedi. İstiklâl uğrunda namusu ve kahramanlığı ile vuruşan milletimiz, 30 Ekim î918'de imza­lanan mütarekeye uyarak silâhı elden bıraktı.

Devletlerin manevî şahsiyetleri ve mizacı murahhasların şahsi namuslarının kefaleti altında bulunan işbu mütareke hükümleri bir yana bırakılarak, İtilâf Devletleri'nin askerî kuvvetleri, saltanatın payitahtı ve hilâfetin yüce merkezi olan İs­tanbul'umuzu işgal ettiler.

Günden güne artan bir şiddetle saltanat ve hilâfetin haklan, hükümetin hay­siyeti ve millî izzetinefsimiz, tecavüzlere uğradı. Osmanlı uyrukları arasında olan Rum ve Ermeni unsurları gördükleri teşvik ve kışkırtmalar ile millî namusumu­zu yaralayacak taşkınlıklara başladılar. Nihayet hazin ve kanlı safhalara varan küstahça tecavüzlere koyuldular. Fakat derin esefle belirteyim ki, bu cüretler, se­kiz aydan beri ardarda iktidara gelen, millî murakabe dışındaki merkezî hükü­metlerin, birbirlerinden daha beter aciz ve zaafları, İstanbul'un bir kısım gazete­lerinden görülen pek kötü ihtiraslar, millî vicdanı inkâr ve "kuva-yı milliyeyi" ih­mal dolayısıyla artmıştır.

650yıldan beri bağımsız olarak saltanat sürmüş, tarih, adalet ve kahramanlı­ğını vaktiyle Hindistan sınırlarına, Afrika ortasına ve Macaristan'ın batısına ka­dar götürmüş olan bir milletin esirlik ve kölelik derecesine indirilmesi, nihayet bu devleti mezara gömmek gibi insanlık ve medeniyetle ve bilhassa "milliyet" esasları ile telif edilemeyecek emeller müsamaha ile desteklenmiş görülüyor. Tat­bikat safhası da başlamıştır.

İzmir, Aydın, Manisa ve Bergama bölgesinde şimdiye kadar binlerce anaların babaların ve çocukların akıp giden temiz kanları, Aydın gibi Anadolumuzun seç­me bir şehrinin Yunanlıların zalim ve ateşli yıkımlarına kurban oluşu, memleke­timizin çeşitli yerlerinin İtalyan ve başka devlet işgalleri elbette gayretullaha ve mîllî gayrete dokunmuştur.

Efendiler,

Herkesin bildiği gerçektir ki, tarih bir milletin kanını, hakkını ve varlığını hiç­bir zaman inkâr edemez. Böylesine bâtıl bir perdenin ardında, vatanımız ve mille­timiz aleyhinde verilen hükümlerle kararlar, muhakkak surette iflâsa mahkûm­dur. Ve işte bütün bu menfur zulümlerden, aczlerden, tarihimize karşı reva görü­len haksızlıklardan müteessir olan millî vicdan uyanmış, feryadını yükseltmiş ve "Müdafaa-yı Hukuk-ı Milliye", "Muhafaza-yı Hukuk-i Milliye", " Müdafaa-yı Va­tan", "Redd-i İlhak" adlarıyla fakat aynı yüce ve mukaddes hakların korunması için iyice belirmiş millî cereyan, bütün yurdumuzda artık bir elektrik şebekesi ha­line gelmiş bulunuyor İşte bu azimkâr şebekenin oltaya koyduğu kahramanlık ruhudur ki mübarek vatan ve milletin mukaddes haklarını kurtarma ve koruma­ya dayanan son sözü söyleyecektir.

(Atatürk'ün Bütün Söylev ve Demeçleri, Yakın Tarihimiz, Cilt 1, Sayı 2)

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


5.

MEHMET AKİF NASRULLAH VAAZI

(Aşağıda bir parçasını okuyacağınız nutku, Kastamonu Nasrullah Camiinde heyacanlı büyük Müslüman kalabalığı önünde vermiştir. Bu nutuk özel broşürler halinde bastırılarak, bütün cephelerde Mehmetçiklere de dağıtılmıştır.)

Ey Müslümanlar,

Milletler, topla, tüfekle, zırhlı ile ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Milletler an­cak aralarındaki bağlar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek kaygusuna düştüğü zaman yıkılır...

Bizi mahv için tertib edilen barış antlaşması paçavrasını mücahitlerimiz Doğu tarafından yırtmaya başladılar. Şimdi beri taraftaki dindaşlarımıza düşen vazife. Anadolu'muzun diğer cihetlerindeki düşmanları denize dökerek, o murdar paçav­rayı büsbütün parçalamaktır. Zira o parçalanmadıkça Türklük için, bu diyarda ya­şamak imkânı yoktur.

Ey Müslüman cemaati! Düşmanlarımızın bugün bizden istedikleri ne filân vi­lâyet, ne filân sancaktır; doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımız­dır, devletimizdir.

Ey Müslüman cemaati! Ağyar eline geçen Müslüman yurtlarının hali, bizim için ne tesirli bir ibret levhasıdır. İslâm'ın son sığınağı olan güzel topraklarımızı düşman istilâsı altında bırakmayalım. Kederi, miskinliği, ihtirası, bölücülüğü büsbütün atarak, azme, gayrete, birliğe sarılalım. Cenab-ı Allah, Hak yolunda sa­vaşmak için meydana atılan azim ve iman sahipleri ile beraberdir.

(Mehmed Akif, F. A. Tansel)

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


6.

Tarık'ın Tiradı

(Tank, Tuleytula sarayında kendi kendine:)

-Endülüs hükümdarlarının hazineleri içindesin Tarık! Sen, nereden gelip ne­rede durmuşsun. Yarın sana bir fâtih diyecekler. Bununla beraber sen bir kulübe­den çıktın, bir saray hazinesinden, bir mezara gireceksin.

 Şu gözünün önünde parıl parıl yanan şeyler nedir? Birtakım hükümdârân-ı mazinin tersine dönmüş taçlan! O kralları teşhis eden taçlar, senin pençende... İktidarının kemâline yirmi beş belge, yirmi beş şahit...

 Bununla beraber ey serdâr-ı galip sen yalnız bir türbedârsın! Bu taçların sahip­leri olan hükümdarlara benzeme. Onlar gaafil ve mağrur imişler. Zülcelâl'in kud­retini, beşerin aczini, zamanın inkılâbını düşünmemişler. Sen onların saray-ı sal­tanatına girdin, hazîne-i servetine malik oldun, define-i esrarını keşfettin! Rodrik sana onların istikbâlini gösterdi, sen de âleme Rodrik'in âtisini tasvir ediyorsun!

 İşte koca bir milletin âlem-i istiklâli ayağının altında yuvarlanıp duruyor. İşte dâhilinde cereyan eden ikbâl nehrine bir başka mecra açıldı, bu da mahza, senin getirdiğin inkılâb ile açıldı. Bununla beraber sen hiçbir şey değilsin bin Ziyad, sen mücerret hiçsin!

 Ne olur Rabbim, bana biraz gurur gelse, gurur ile çıksam çıksam da, sonra bir­denbire düşüp ne kadar âciz, ne kadar iktidarsız bir mahlûk olduğumu bir kere daha öğrensem! Oku, bin Ziyad, oku! Şu taçların herbiri bir bahtsız hükümdarın sergüzeştidir... Oku, İbn-i Nusayr'in kölesi!

 (Abdülhak Hâmit Tarhan, Tarık)

İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


7.

10. YIL NUTKU

Türk Milleti!

Kurtuluş Savaşına başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyet’imizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.

Kutlu olsun!

Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı it, indeyim.

Yurttaşlarım!

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyet’dir.

Bundaki muvaffakiyeti, Türk Milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz.

Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz, Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.

Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve Çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığın fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.

Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.

Büyük Türk milleti!

On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türküm diyene!

ATATÜRK (Ankara, 29 Ekim 1933)

 

İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


8.

Saadet /Alain

 Bir insan saadeti aramaya koyuldu mu, imkânı yok bulamaz; bunun da gizli kapaklı tarafı yoktur. Saadet, vitrinde görülen, seçtikten sonra da bedeli Ödenip götürülen eşyaya benzemez; iyice baktımsa eğer, evinizde de tıpkı vitrinde oldu­ğu gibi ya mavidir ya da kırmızı. Saadete gelince, onu ancak avucunuzun içine al­dığınız zaman saadettir; kendi dışınızda, etrafınızda ararsanız hiçbir şeyde saadet manzarası bulamazsınız. Sözün kısası, saadet konusunda insanoğlu ne bir hü­küm verebilir, ne de bir tahminde bulunabilir. O zaman da elinin altında tutması gerek. Gelecekteymiş gibi göründüğü zaman, iyi düşünün, muhakkak avucunu­zun içindedir. Ümit etmek, mesut olmak demektir.

Şairler, çoğu zaman hâdiseleri kötü izah ederler; haklan da yok değil; heceler­le kafiyeleri düzenlemek için öylesine yorulurlar ki, harcıâlem şeylerle yetinmek zorunda kalırlar. Saadetin uzakta ve gelecekte olduğu zaman parıldadığını, avu­cunuzun içine girdiği zaman ise hiç de iyi bir şey olmadığını söylerler; tıpkı gök kuşağını yakalamak veya su kaynağını avucumuzun içine almak istiyormuşuz gi­bi. Ama bunlar kaba saba sözlerdir. Saadetin peşi sıra gitmek imkânsızdır; bunu ancak sözle yapabiliriz. Saadeti çevrelerinde arayanları asıl üzen şey, onu gerçek­ten arzulamaya bir türlü ulaşamamış olmalarıdır

Briç oynamak bana bir şey söylemez; oynamam da ondan. Boksla eksrim de öy­le. Müzik de ancak başlangıçta bazı güçlükleri yenmeğe muvaffak olan kimsele­rin hoşuna gidebilir.

Okumak İçin de aynı şeyi söyleyebiliriz. Balzac'ın içine girmek için cesaret lâ­zım; önceleri insanın canı sıkılır. Tembel okuyucunun hareketleri bir hayli hoş­tur; yaprakları çabuk çabuk çevirir, birkaç satır okur, kitabı elinden fırlatır. Oku­manın verdiği saadet, kestirilmesi öyle imkânsız bir şeydir ki, alışık bir okuyucu bile farkına vardığı zaman hayret eder.

İlim, uzaktan hoşa gitmez, içine girmek lâzım. Başlangıçta bir zorlama, devamınca da bir güçlük olmalı. Muntazam bir çalışma ve zafer üstüne zafer... Saade­tin formülü, şüphesiz budur işte. Kumarda, müzikte, savaşta olduğu gibi hele bir toplu hareket varsa, asıl o zaman saadet şiddetli bir şekil alır.

Ama hareket, iş, saadet gibi hep aynı damgaları taşıyan parça parça saadetler de vardır; cimrilerin saadeti veya koleksiyoncunun saadeti böyledir; zaten bu iki­si birbirinin aynıdır. Neden cimrilik (hele cimri, eski altın paralara düşkünse) bir kusur oluyor da, mineli ziynetleri, kıymetli bibloları, nadir kitapları dolaba yerleş­tiren koleksiyoncu takdir ediliyor. Kirletmekten korktukları için kitaplarını oku­madan istif edenlerle neden kimse alay etmez de, altınını başka zevklerle değiş­tirmek istemeyen cimrilerle herkes alay eder?

İşin hakikati şu ki, bu saadetin de, bütün öteki saadetler gibi uzaktan tadına varılması imkânsızdır. Posta pulunu seven adam, pul biriktiren adamdır, ben de anlarım puldan. Aynı şekilde, boksu seven boksördür, avı seven avcıdır, siyaseti seven de diplomattır, İnsanoğlu, serbest hareket içinde mesuttur; kendi kendine edindiği kaide sayesinde mesuttur, Futbolda olsun, ilimde olsun, bir kelime ile söyleyelim: kabul ettiği disiplin sayesinde mesuttur. Bu gibi mecburiyetler ise uzaktan bakıldığı zaman hoşa gitmez, bilâkis can sıkar. Saadet, saadeti arama­yanların ayağına gelen bir mükâfattır.

(Alain, Söyleşiler i. Çeviren: Fehmi Baldaş.)

İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK 


 

9.

Mustafa Kemal’in Balıkesir Hutbesi

Atatürk, Zağnos Paşa Camisi'nde cemaate şöyle seslenmiştir:

 Ey millet Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanuni esasisi, cümlemize malumdur ki Kur'an-ı Azimüş-şandaki hükümlerdir, insanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tama­men tevakuf ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevakkuf etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiyye-i ilahiyye bey­ninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi yapan Cenab-ı Hak'tır.

 Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet iş­lerini, Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in ismi mübarekle­rine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Balıkesir'in dindar ve kahra­man insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

 Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için ya­pılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulun­mak elzemdir.

 işte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bil­hassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin dü­şündüklerini anlamak istiyorum. Amel-i milliye, irade-i milliye yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğ­renmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

 Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki bugünkü hutbe­lerin tarzı, milletimizin hissiyatı fikriyesi ve lisanı ile medeni ihtiyaçla­rıyla mütenasip görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur.

 Hutbe denildiği zaman bundan birtakım mefhum ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi söylerdi.

 Gerek Peygamber Efendimiz gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki gerek Peygamberin gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.

 Ümmeti İslamiye çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkân olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yo­lu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın de­vam edebilmesi için bir şart lazımdı.

 O da milletin lideri olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı ten­vir ve irşad için ne söylemek lazımsa zatın doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar et­mek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve mille­tin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hut­belerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bu­günkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, halife ve padişah sıfatını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.

Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösteril­mesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hut­beleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene Millet Meclisi'nde irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: "Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur." Böyle olabilmesi için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun ol­ması lazımdır.

Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.

Türk ve Türklük,

Mehmet Y. Arıyörük

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


 10.

SOKRATES’İN SAVUNMASI

Atinalılar, Sokrates'i öldürmekle, şehrinizin bir bilgini öldürmekle kınanmasından başka bir kârınız olmayacaktır. Hakikatte ben, hiçbir şey bilmiyor olmama rağmen onlar beni âlim sanıyorlar. Hâlbuki bi­raz daha sabretmiş olsaydınız istediğiniz doğal olarak gerçekleşe­cekti. Çünkü görüyorsunuz yaşım çok ilerledi. Ölüm artık bana çok yaklaştı. Şu anda hepinize değil; yalnız, bana ölüm cezasını veren­lere sesleniyorum. Onlara söyleyecek bir şeyim daha var; belki beraatim için gerekli olan müdafaada bulunmadığımdan benim mah­kûm olduğumu sanacaklar. Hayır, bence mahkûm olmanın sebebi bu değil. Bu olsa olsa, beraatimi kolaylaştıracak olan eğilmeyi, yalvar­mayı, gözyaşı dökmeyi yapamadığım için. Yoksa bu kusur, sözlerim­de ve savunmamda değil. Ben tehlikeye düştüğüm zaman ne böyle aşağılıklara, alçaklıklara saparım ne de kendimi savunmadığıma pişman olurum. Kendimi sizin alıştığınız şekilde müdafaa etmediğim için de pişman değilim. Böyle bir küçüklükte bulunmaktansa ölümü tercih ederim. Çünkü ben de başkaları da aynen savaş meydanında olduğu gibi kendisini ölümden kurtaracak gayrimeşru araçlara müra­caat etmemelidir.

Evet, çok kere savaşta bir kimse, düşman önünde diz çöküp si­lahını bırakmakla ölümden kurtulabilir. Her şeyi söyleyebilen bir kim­se için de ölümden kurtulma çareleri vardır. Yalnız, şuna iyice inan­malısınız ki sayın yargıçlarım, asıl mühim olan ölümden kurtulmak değil haksızlıktan sakınmaktır. Çünkü, kötülük ölümden daha hızlı koşar. Ben yaşlı ve ağır olduğum için yavaş koşan ölüm bana yetiş­miştir. Hâlbuki beni suçlayan kuvvetli düşmanlarıma hızlı koşan kö­tülük yetişmiştir. Şimdi, huzurunuzdan ben ölüm cezasıyla ayrılıyorum, onlar da kötülük ve haksızlık cezasına çarptırılarak ayrılıyorlar. Ben cezama razıyım, onlar da razı olsunlar. Bu mukadderat, belki böyle daha iyidir.

Ey beni mahkûm edenler, şimdi size bir kehanetimi söylemek iş­iyorum. Şu anda ben öyle bir durumda bulunuyorum ki böyle nazik anlarda insanlar bir nevi keramete erişirler. Ben de bu ruh haliyle si­ze haber vereyim ki hemen ölümümü müteakip siz de büyük bir ce­zaya çarptırılacaksınız. Beni öldürmekle size hesap soranlardan kur­tulacağınızı zannediyorsunuz. Fakat inanınız bu tahmininizin tam tersi olacak. Evet, bunda hiç tereddüt etmeyiniz.

Şimdiye kadar, size karşı koyacakları ben zor zapt ettim. Bunla­rı karşınızda bulacaksınız ve bunlar sizi şiddetle suçlayacaklardır. Bunlar daha genç olduklarından sizi daha çok yıpratacaklardır. Ati­nalılar, insanları öldürmekle, kötü hayatınızın kınanmasından kurtu­lacağınızı umuyorsanız, aldanıyorsunuz. Bu, makul bir kurtuluş ça­resi değil. En kolay ve en asil yol, başkalarını atlı vaziyete düşürmek değil kendinizi yükseltmektir. İşte, buradan ayrılmadan size söyleye­ceğim kehanet budur.

Beni beraat ettiren dostlarım, yargıçlar şimdi meşgul. Ölüme git­meden olup bitenler hakkında sizlerle de görüşmek isterim, onun için biraz daha gitmemenizi rica ederim. Birbirimizle çok kısa görüşebile­cek kadar zamanımız var. Siz, benim dostlarımsınız. Onun için başı­ma gelenleri sizlerin bilmesi lazım. Ey hâkimlerim, çünkü aziz dost­lar ancak sizlere hâkimlerim diyebiliyorum, size gerçekten şaşacağı­nız bir olayı anlatacağım. Şimdiye kadar alelade işlerimde bile kötü bir iş yapmamak hususunda içimden gelen tanrısal bir kuvvet beni alıkoyuyordu. Şimdi görüyorsunuz kötülüklerin kötüsü başıma geldi. Ama bu herkes için kötülüktü. Sabahleyin evimden çıkarken de mah­keme karşısına çıkarken de burada söz söylerken de Tanrı sesi be­ni alıkoymamıştır. Her zaman, beni alıkoyarken bugün, bu mesele hususunda alıkoymamıştır. Bu susuşun anlamı nedir? İşte sizlere bunu söyleyeceğim. Bu, şüphesiz başıma gelenlerin bir iyilik olduğu­na, ölümün bir kötülük olduğuna inananların yanıldıklarına bir işaret­tir. Çünkü iyiliğe değil kötülüğe doğru gitseydim, her zamanki işaret beni alıkoyacaktı.

Başka bir düşünüşle, ölümün bir fenalık değil bir kurtuluş oldu­ğunu umabiliriz. Ölüm ya büsbütün hiçlik ya da herkesin kabul ettiği gibi ruhun bu dünyadan göçüdür. Ölüm bir kimsenin rüyasız uykusu gibi şuursuzca bir şeyse o zaman mükemmel ve fevkaladedir. Çün­kü o zaman, zamanın bütün akışı tek bir gece gibi görünecekti. Ama ölüm, bizi bu dünyadan öbür dünyaya götüren bir yolculuk ise, her­kesin dediği gibi bütün ölenler başka bir dünyada yaşıyorlarsa, hâ­kimlerim, bizim için bundan daha büyük ne nimet olabilir? Gerçekte öbür dünyaya vardığımızda, bu dünyada doğru olduğunu iddia eden kimselerden kurtularak, söylendiği gibi asıl doğruluğu veren gerçek yargıçları, Minos'u, Rahadamanthos'u, Nakos'u, Triptolemos'u ve dürüst yaşamış olan yarı ilahları bulacaksak, bu yolculuk hiçbir za­man ceza olmaz. Bir kimse orada Orpheus'a, Musaios'a, Home-ros'a, Hesidos'a kavuşacaksa karşılığında ne vermez ki? Şayet bu doğru ise bırakın dostlarım bir daha, bir daha öleyim. Hele, Paleme-des ile Telemon oğlu Aias ile haksız yere ölen büyük kahramanlarla buluşmak bizim için ne büyük bir şey... Bütün bunların üstünde, bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada dâ Hakiki ve sahte bilgeliği araş­tırmayı ilerletebileceğim. Kimin bilgin, kimin cahil olduğunu daha iyi anlayabileceğim. Sayın yargıçlar, Büyük Troia Seferi'nin Önderi Odysseus'u, Sisyphos'u kadınlı erkekli daha birçoklarını deneyebilmekte ne büyük bir zevk var! Onlarla konuşmak, onlara sorular sor­mak ne sonsuz zevk. Orada sormak yüzünden, ölüme mahkûm ol­ma tehlikesi de yok. Mesut olmaktan gayri, doğruyu söyleyen orada ölümsüz korkmayınız. Şunu bilmelisiniz ki iyi bir insana ne hayatta iken ne de öldükten sonra hiçbir kötülük gelmez. Böyle olanları dai­ma tanrılar korurlar. Benim yaklaşan akıbetim sadece bir tesadüf de­ğildir. Bilakis apaçık görüyorum ki ölmek ve böylece de bütün ıstırap­lardan büsbütün kurtulmak benim için daha kıymetlidir. İşte içimden gelen sesin alıkoymamasının sebebi budur. Gene bunun için beni mahkûm edenlere kızmıyorum. Onlar bana, bile bile, iyilik etmeyi her ne kadar istememişlerse de kötülük de etmemişlerdir. Ancak onlar bana bilerek kötülük etmiş olsalardı kınayabilirdim.

Sizden bir dileğim daha kaldı. Çocuklarım büyüdükleri zaman Atinalılar, şayet erdemden çok zenginliğe tamah edecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam, onlarla da öylece uğraşın, onları öy­lece cezalandırın. Kendilerine, layık olmadıkları bir değeri verirlerse, hakikaten önem vermeleri gereken bir şeye değer vermezlerse, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz de onları öyle azarlayın. Bunu yaparsa­nız bana da oğullarıma da iyilik etmiş olursunuz.

Artık ayrılmak zamanı geldi. Ben ölüme gidiyorum, siz de yaşa­maya. Bunlardan hangisi daha iyi, bunu ancak Tanrı bilir.

Elips yayınları, 2007

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


 

11.

 HZ MUHAMMEDİN VEDA HUTBESİ

Ey İnsanlar!

Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizin­le burada ebedî olarak bir daha beraber olamayacağım.

 İnsanlar!

 Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukad­des bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecâ­vüzden korunmuştur.

 Ashabım!

 Yarın rabbinize kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketiniz­den muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bu­lunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki bildirilen kimse, bu­rada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.

 Ashabım!

 Kimin yanında bir emânet varsa, onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslı­nı ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle faizcilik yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdül-muttalip'in oğlu amcam Abbas'ın faiz alacağıdır.

 Ashabım!

 Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmış­tır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalip'in torunu (amcalarım­dan Hâris'in oğlu) Rabîa'nın kan davasıdır.

 Ey İnsanlar!

 Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkma­nızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. On­ların namus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Si­zin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, aile namusu ve şerefini­zi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz razı olmadı­ğınız kimseleri aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkuta­bilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

 Mü'minler!

Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve Onun Pey­gamberinin sünnetidir.

Ey İnsanlar!

Devamlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, 12 aydır. Bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.

Ashabım!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltana­tını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladı­ğım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. Ona cesaret verir. Dininizi korumak için bunlar­dan da uzak kalınız.

Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbiniz birdir. Babanız birdir, hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimse­nin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üs­tünlük, ancak takva iledir. Müslüman müslümanın kardeşidir. Böyle­ce bütün müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedik­çe başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatle­rimi burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.

Ey İnsanlar!

Cenâb-ı Hak Kur'an'da her hak sahibine hakkını vermiştir. Miras­çı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona aittir. Zina eden için ise mahrumiyet vardır. Babasın­dan başkasına soy (nesep) iddiasına kalkışan soysuz yahut efendi­sinden başkasına intisaba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, me­leklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi insanların ne tövbelerini ne de adalet ve şahitliklerini ka­bul eder.

Ey insanlar!

Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Su dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürme­yeceksiniz.

Zina etmeyeceksiniz.

Hırsızlık yapmayacaksınız..

İnsanlar Lâ ilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mal­larını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir.

Ashabım!

Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekâtını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbinizin Cennetine girersiniz.

Ey İnsanlar!

Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashabı kiram;

Allah'ın dinini tebliğ ettin, vazifeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler.

Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kal­dırdı, cemaat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:

Şahit ol Yâ Rab!

Şahit ol Yâ Rab!

Şahit ol Yâ Rab!

buyurdu.

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK


12.

HALİDE EDİP ADIVAR’IN FATİH SULTANAHMET MİTİNGLERİ KONUŞMASI

“Müslümanlar, Türkler, Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece, karanlık bir gece... Fakat insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp muşâşâ bir sabah yaratacağız. Yalnız ışık geldiği vakit gözümüzü güneşe karanlığı gören baykuşlar gibi açmayalım. Işık geldiği vakit hayatı karşılayacak, karşılayabilecek insanlar halinde bulunalım. Millet iyi ve fena günler gördü. Günah dakikaları ve şanlı dakikalar yaşadı. Fakat kardeşler, bugün ufak günahlarımızın üzerine öyle ateşin bir kan akmıştır ki bu kan bütün dünyanın günahını yıkayacak kadar temiz ve mebzuldü. O kan bizim vazifemizi tâyin etti, bize bir vazife bıraktı.

Hanımlar, bugün elimizde top, tüfenk denilen alet yok, fakat ondan büyük, ondan kuvvetli bir silahımız var: Hak ve Allah var (Alkışlar). Tüfek ve top düşer, hak ve Allah bakidir. Topun yüzüne tükürecek kadar evlatlar, analar, kalbimizde aşk ve iman, milliyet duygusu var. Biz dünyada millet sınıfına layık bir millet olduğumuzu, erkek., kadın ve çocuklarımıza kadar ispat ettik.

Bugün memleketimiz taksim tehlikesi karşısında adım, adım, adeden kendi durumumuzdaki milletleri başımıza efendi yapmak istiyorlar. Bugün İzmir, yarın Konya, öbür gün İstanbul, sonra Müslüman dünyasının başı olan Türk susturulmuş olacaktır. Buna karşı ne silahımız var? Kurşun, top, bomba... Bir top bebeklerimizi öldürebilir. Bizim bundan da kavi silahlarımız var. Sesimizi mutlak dünya işitecektir. İşitmek ve işittirmek için bugün kuvvetli ve metin bir millet halinde bulunmalıyız. Bugün Türkler arasında milli davalarını halledinceye kadar nasıl kurun-u vustada haftada üç gün Allah mütarekesi yapılırsa öyle Allah mütarekesi akdedilmektedir.

Arkadaşlar, Müslümanlar, Türkler, bugün buraya toplanan şu halk kütlesinin bir tek isteği var. O da en tabii haklarının kendisinden alınmamasıdır. İsteyeceğimiz basit, yüksek ve ulvi bir haktır. Bizim sözümüzü onlar dinlemeyebilirler, fakat biz padişahımızdan bize babalık etmesini rica ederiz. Biz erkeklerimizle beraber milletin kalbinden gelen en kuvvetli, en akıllı, en cesur, milleti en çok temsil edecek bir kabine isteriz. Padişahımıza halkın hissiyatını tebliğ eder ve deriz ki: İşte kara bir günyaşıyoruz, bugün herkes susmuştur. Bugün Türk ve Müslüman, padişahın etrafında toplanmıştır.

Hanımlar, efendiler, bugün bunun beş bini kadar bir miting de yapmış olsak bir semeresini göremeyiz. Fakat yarın var, çocuklarımız var. Buradaki Müslüman aleminin kalbidir. Siz düştüğünüz zaman birçok şeyler düşecektir. Kadınlar silahsız ve zayıf, fakat kalbi gayet metindir. Bütün alemi İslam hep kardeşimizdir. Bundan dönen Türk kadını değildir. 

Yaşasın milletimiz”.

“Müslümanlar, Türkler: Müslüman ve Türk dünyası en siyah bir matemle dalgalanıyor. Bu günkü heyecan emin olunuz ki Müslüman alemini bir dalga gibi sarsıyor... Biliniz ki küçük görünen Türkiye ve Türkler Müslüman dünyasının başıdır, kalbidir. Türklere indirilmek istenen darbe bütün Müslüman dünyasının kafasını koparmak içindir. Emin olunuz ki Harbi Umumide bir çok Müslüman düşmanlarımızla beraber kan döktük. Galiçya'da, Çanakkale'de, Irak'ta makam-ı hilafete karşı harb ederken onlar adalet için, beşeriyet için harp ettiler, öldüler. Emin olunuz, aldandılar.....

Bugün aldanmayalım. hissedilen bir heyecan var. Bunun sürdürmek için icad edilen yabancı haberlere inanmayalım. (İnanmıyoruz sedaları). Daha dün alemi titreten Almanya, bugün başı önünde geziyor. Kendilerinin olmayan toprakları aleme tevzi etmek isteyenler, hakkın sadası önünde eğilecekler ve hakkı teslim edeceklerdir. Dostu Venizelos'a bir hediye veren Mösyö Klemanso'nun arkasında milletlerin hak ve adalet için harb etmiş bir Fransız milleti vardır. Yunan parasıyla çıkan Fransız gazetelerinden bir kaçından maadası bütün bu hareketleri şayanı takbih buluyorlar. Türk milletini ve Türkiye'yi parçalamak isteyen Loyt Corc'un arkasındaki bir İngiliz milleti vardır. Klemanso, Loyt Corc'un ve bunlardan mürekkep olan dörtler meclisinin arkasından uyanacak, emin olunuz, büyük harpler vardır.

Dün İstanbul'a gelmek isteyen bir çarlık vardı. O çarlığın yerlerinde bugün yeller esiyor. Niçin? Biz o çarlığın nefesini Çanakkale'de boğduk. Burada devrilen yalnız Çarlık değildir. Adaletsizliktir.

Bu adaletsizlik muvakkattir. Belki de bir adaletin geldiğini görmeyeceğiz. Fakat o gecikmeyecektir. Bütün adaletlerin üstünde bir adaleti ilahi vardır ki o gelecek ve bütün milletleri sarsarak üzerinden geçecektir.

Zinhar heyecanlarınızı unutmayınız. Yarın dünyanın son tarihi perdeleri oynandıktan sonra Türkler ne yaptı diye bize bakacaklardır. Milletlerin üzerinde hakim olan adalet, Türk milleti, nihayet senin de hakkını verecektir.”

“Kardeşlerim, evlatlarım!

Ruhu göklerde olan ecdadımız minarelerimizden yedi yüz yılın şanlı Osmanlı tarihinin bugünkü faciasını seyrediyor. Bu tarihi, bu muazzam meydanda zafer alayları yapan kahraman ecdadımızın ruhları karşısında, dünyanın bir başından bir başına at süren ona mağlup erlerin gazapları karşısında başımı kaldırıyor ve diyorum ki: “Ben Türk ve Müslüman tarihinin bedbaht bir kızıyım. Eskileri kadar kahraman fakat bedbaht yeni milletin de bedbaht bir anasıyım. Bu yeni millet namına, ulu ecdadımızın ruhları önünde başımı eğip yemin ediyorum. Bugün kolları kesilmiş Türk milletinin geçmiş günlerdeki kadar cesur bir ruhu var.

Yemin ediyorum ki, göğsünü adalet ve insaniyetten alan ecdadımın ilahi namusuna hıyanet etmeyeceğiz.Allahıma ve hakka dayanarak Türk milletinin son yolunu size ve dünyaya ilan ediyorum.

Beni dinleyiniz:Kardeşlerim, evlatlarım;

Asırlardan beri sinsi sinsi devam eden Avrupa'nın istila siyaseti her vakit Türk toprakları üzerinde en vicdansız bir şekilde tecelli etmiştir. Ayda ve yıldızlarda zapt edilecek Müslüman ve Türk toprakları ve milletleri olduğunu haber alsa oraya istila ordusu göndermek için mutlak yol bulacak olan Avrupa'nın eline nihayet bir fırsat geçmiştir. Türk'e zalim ve günahkar diyen, milletlerin günahı için mahkeme kuranların bu günahı o kadar çirkin ve sefil bir günah ki, lekesini engin denizlerin nihayetsiz suları yıkayamayacaktır. Avrupa'nın bu günahı karşısında sizin için bugün yegane yükselen ses Müslüman dünyanın sesi!

Esaret boyunduruğunun zincirleri ta canına geçmiş olan Müslüman kardeşlerimiz sizin için bugün gür sesleri ile haykırıyor. Ben kardeş Müslüman dünyalarına da sizin namınıza yemin ediyorum. Davamız şudur:

Türkiye'nin mevcut olan hak ve istiklalinin elinden alınmaması. Türkler ve Türkiye ecdadlarına ve bayraklarına ve milletimizin ebedi ve ilahi hakkına hıyanet etmeyeceklerdir.

Ya Rabbi, hakkın ve milletlerin bir mahşeri, bir mahkeme-i kübrası hazırlanıyor. Bu mahkemeye millet ve hakkı çiğneyen zalimler gelecektir. Ve bu zalimleri en evvel kendi milletleri mahkum edecektir. Milletlerin ruhunda her vakit ilahi bir hak ve büyüklük vardır.

Dinleyiniz! sizin iki dostunuz var:

Bugünkü Müslüman alemi, öteki millet hakkı için bağıracak milletler; Birini kazandınız, ötekini bugünkü açtığınız davanın hak ve ulviyeti kazanacaktır.

Hükümetler düşmanınız, milletler dostunuz, kalbinizde isyan kuvvetinizdir.

Böyle muazzam bir günü Osmanlı tarihi, Osmanlı toprağında bir defa daha idrak edemeyecektir. Bugün size haber verdiğim milletlerin hak günü uzak değildir. O gün gelirse içimizden bugün burada bulunanlardan bazıları bu dava yolunda ölmüş olursa, onun mezarı üstüne istiklal bayrağınızla geliniz ve o günü müjdeleyin. şimdi yemin ediniz ve benimle tekrar ediniz:

 Milletlerin ilahi hakkı ilan olunacağı güne kadar kalbimizde heyecanımız kalacak, eksilmeyecektir.

 Yedi yüz senenin en asil ve büyük mirası olan vakarımızı, adalet ve terbiyemizi unutmayacağız.

 Yemin ediniz!

 Yedi yüz senenin tarihini ağlayan minareler altında yemin ediniz:

 Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna hıyanet etmeyeceğiz.”

 (Kaplan ve diğerleri, 1992 95-96; Adıvar, 1987: 34-35; Arıburnu 1951: 43-44.)

 

 İLGİLİ İÇERİK

SÖYLEV ÖRNEĞİ YAZMA

SÖYLEV ÖRNEĞİ

SÖYLEV-HİTABET-NUTUK

 

 

 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi