Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
ŞİİRİMİZ ÜZERİNE
Şiirimizi, eski şiirimizi kendimiz de okumalı, çocuklarımıza da okutmalıyız. Dilimizi gerçekten öğrenmenin, tadına varmanın, onunla güzel şekiller kurma gücünü edinmenin başka yolu yoktur. Edebiyat-ı Cedide'den beri, belki de ta Tanzimat'tan beri Türk yazarlarının çoğu Türk dilini beğenmez, ille değişsin de Frenkçeye benzesin isterler; en özenerek yazdıklarında bile başka bir düden çevrilmiş sandıracak bir hava, Karacaoğlan'la birlikte:
Dilleri var, bizim dile benzemez, dedirtecek bir yabancılık kokusu duyulur. Şaşılmaz öyle olmasına. Avrupa'dan gelen kitapları okumak için divanlarımızı kapattık. Avrupa'dan gelen kitaplar, okumasak olamazdı, onlar bizim kafamız için gerekli bir azık getiriyorlardı. Ama divanları kapatmak zorunda değildik: onlar da bize dilimizi öğretirlerdi. Onları kapatmış olmak yüzünden Edebiyat-ı Cedîdeciler, Avrupa'dan aldıklarını da iyice söyleyemediler, düşüncelerinin, duygularının geleceğe kalmasını sağlayamadılar. Bu yüzden onların yazılan bize en eskiden bile daha eski gözüküyor: Fuzulî'nin Bâkî'nin, Nedim’in kasidelerinde, gazellerinde öyle bir tazelik, öyle bir yenilik vardır ki Tevfik Fikret'in şiirlerinde de, Halit Ziya Uşaklıgil'in nesrinde de bulamazsınız. Fuzulî, Bâkî, Nedim o tazeliği, o yeniliği Türk dilini sevmiş, saymış olmalarına borçludurlar. Biz de onların şiirlerini okuyup, çocuklarımıza okutarak o sevgiyi, o saygıyı edinmeliyiz.
Divan şiiri milli değilmiş de halk şiiri, saz şairlerimizin koşmaları milli imiş: onun için divanları kapatıp yalnız cönkleri okumalı, ağızlarda dolaşan türküleri toplayıp öğrenmeli imişiz.. Bu tatsız şaka biraz uzun sürdü. Halk şiirimizin güzelliklerini bilmez, anlamaz değilim; Köroğlu'nun, Karacoğlan'ın diye anılan birkaç koşma, semai vardır ki en güzel gazellerimizin yanına konabilir. Ama onlar azdır. Divan şairlerimizin yazdıkları da bizim baba mirasımızdır, onları hor görmeye de, yabancı saymaya da hakkımız yoktur.
Saz şairlerimizin şiirlerini okumalıyız, ama divan şiirini de bırakamayız. Bize dilimizi asıl onlar öğretecek, tadına asil onlar erdirecektir. Fuzuli'nin gazellerini okurken, Bâkî’nin gazellerini okurken o Arapça, Farsça sözlerin altında Türkçenin tatlı sesini duymuyor musunuz? Suçu onlarda değil, kendinizde arayın. Karacoğlan'a bayılırım, ama Nedim'i, Galip'i okurken de kelimeleri her zaman anlamasam dahi, gene benim dilim olduğunu seziyorum, gene kendi dilimi duyduğum için yüreğim çarpıyor. Divan şairlerimizin Arapçadan, Farsçadan aldıkları sözler, onların dillerini Türkçe olmaktan çıkarmamıştır. O sözler birer yabancıdır; ama salınıp gezdikleri bahçenin toprağı buram buram Türkçe kokar, Türk kokar.
-Kısaltılmıştır-
(Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği)