Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

DÂVA, BUGÜNÜ DÜNE BAĞLAMAKTIR

Soru - Kendinizi tanıtır mısınız?

Cevap - Yazar ve hocayım. Yarım asri aşan hayatım okumak ve okutmakla geçti. Sekizi tercüme, dördü telif bir düzine kitabım ve yüzlerce makalem var. Hisar, Kubbealtı, Türk Edebiyatı adlı dergi ve haftalık ga­zetelerde tetkik ve tenkitlerim yayımlanmaktadır. Fransızca bilirim. İngilizceyi anlar ve Arapçayı sökerim. Başlıca işim düşünmek ve düşündük­lerimi cemiyete sunmaktır.

Soru - Türkiye'miz bugün şiddetli buhranlar içinde yüzüyor. Büyük Gazete bu buhranların ana sebebi olarak Tanzimat'tan beri devam eden İslâm'dan uzaklaşma cereyanını görmektedir. Siz bu mevzuda ne düşü­nüyorsunuz?

 

 

Madde üzerindeki fetihleri, Batı insanını doyuramıyor artık; fakat istismar hummasından da vazgeçemiyor. Allah'sız bir dünyanın kanma bilmeyen ihtirası insanlığa çok pahalıya mal oldu.

Biz de dünyanın bir parçasıyız. Eskiden yekpare bir topluluktur. Aynı iman etrafında kümelenen, beraber gülüp beraber ağlayan bir müminler topluluğu... Avrupa'nın taarruzları, halktan kopan aydınlar zümresini kolayca büyüledi. Önce Avrupa'da okuyan, Tercüme Odası'nda yetişen, bir kelimeyle yeni bir dünyanın iğvalarına herkesten çok mâruz bulunan entelyansiya halktan koptu. Sonra başsız kalan kitle, ihtişamlı mazisinden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Devleti Aliyye, temel direklerinden biri olan Yeniçerileri imha etmek suretiyle kendi ölümünü hazırlamış oldu. Yeniçeri, ulemanın biricik desteği idi. El ele veren bu iki zümre, saltanatın her türlü keyfi hareketini önleyen aşılmaz bir setti. Ulemâ Şeriatin temsil­cisiydi. Şeriatin, yani ezeli hakikatlerin... Kanunname-i Süleymani son­suz bir selâhiyet veriyordu ulemâya. Hatâ eden hükümdarı ikaz etmek, onun vazifesiydi. Hatada ısrar edilirse, vükelayla bi'l-istişâre ikazlarını tekrarlayacak, ciddi bir netice alamazsa orduya dayanarak hükümdarı tahttan indirecekti. Yeniçeri ortadan kalkınca ulemâ tabii müttefikini kay­betmiş oluyordu. Bu itibarla İkinci Mahmut'un ve Abdülmecit'in istibdadı karşısında hiç bir engel kalmamıştı artık. Ulema ister istemez sahneden çekilecekti. Batılılaşma, sarayla etrafındaki bir avuç yabancılaşmış hava­sın yani bürokrasinin eseridir.

Hulâsa olarak diyebiliriz ki, İslâm'ın mukavemet kaleleri Yeniçeri ile beraber yıkılmıştır. Ulema sahneden çekilmiş yerine hiçbir fikir çilesi, ye­rine hiç bir hazırlığı olmayan yeni bir zümre, yani entelyansiya geçmişti. Bugünkü buhran uzun bir tarihin eseridir. Bunu yalnız Avrupa'nın taarruzlarıyla izah edemeyiz. Kaynaklarından uzaklaşan ihtiyar bir medeni­yet, genç bir medeniyet karşısında mağlup olmaya mahkûmdu. Bu çözü­lüş hızla ilerledi Bugünün şaşkın, zavallı ve paramparça topluluğu hâline geldik.

Soru - Tanzimat'tan bu yana ısrarla yürütülen Batılılaşma hareketi millet, devlet ve ülkemizi ilerletmeğe muvaffak oldu mu? Yoksa geriletti mi?

Cevap - Bir medeniyetin başka bir medeniyete istihale etmesi ham bir hayaldir. Bu hayali çok pahalıya ödedik. Batılılaşmanın, batmak oldu­ğunu idrâk etiğimiz zaman iş işten geçmişti. Bir medeniyet başka bir me­deniyetten ancak malzeme alır. Bu malzeme bütün insanlığın ortak malı­dır. Her müessese her iklimde gelişmez. Hangi müesseselerin hangi iklimlerde gelişeceği ancak uzun bir tefekkür ve sabırlı bir tetkik ile anla­şılır. Kendi tarihimizi, kendi içtimaî bünyemizi bilmeden, tarihine yabancı olduğumuz, temellerine eğilmediğimiz, tezatlarından habersiz bulunduğu­muz bir dünyanın siyasî müesseslerini aynen benimsemek hatâların hatâsı idi.

 

Soru - Harf devrimi faydalı mı, zararlı mı olmuştur?

Cevap - Önce bu devrimin mazideki mürevviçlerine bir göz atalım. İslâm harflerinin terakkimize mani olduğunu ileri sürenler, Avrupa'nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. Bir Volney, bir Baron de Tott vs. İslâmiyet'e düşmandılar. Başlıca hedefleri bizi tarihimizden, irfanımız­dan, bir kelimeyle İslâmiyetten koparmaktı. Bu bedbaht telkinler önce bir­çok dürüst Türk münevverini de büyüler gibi oldu. Sonra meselenin vehametini kavramakta gecikmediler.

Yakın çağlarda Abdullah Cevdet gibi Avrupa irfanıyla sermest mü­nevverler, elbise değiştirir gibi harf değiştirmemizi teklife yeltendiler. Batı­lılaşmış entelijansiyamız bu teklifi can kulağı ile dinledi.

 

Harf devriminin fayda ve zararları ortadadır. Ziya Paşa gibi:

Eyvah bu bâziçede bizler yine yandık

Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık!

demek budalaca bir şikâyet olur. Lâtin harfleri kabul edilmiş, bu harflerle aşağı yukarı elli yıldan beri kitaplar basılmış, dergiler çıkarılmış, gazete­ler yayınlanmıştır. Dava bir karşı devrimle yeniden eski harflerimize dön­mek değilir. Nesillerin hafızası ile oynamanın ne vahim neticeler doğurdu­ğunu biliyoruz: Dava, irfanımızı yeniden fethetmek... Dava, ecdadın tefekkür hazinelerini bugünkü nesillerin tecessüsüne açmak, bir kelimey­le bugünü düne bağlamaktır. Dâva; Lâtin harflerinin yanında İslâm harf­lerine de hayat hakkı tanınması, Osmanlıcanın mekteplerimize girmesi, ilmin ve ihtisasın sesine kulak verilmesi; inkırazın eşiğine sürüklenen za­vallı ülkemizin kaderi üzerinde hiç bir peşin hükme saplanmadan düşü­nülmesidir.

 

Soru - Türkiye niçin Ortadoğu'nun Japonya'sı olamadı?

Cevap - Niçin olsun? Ben Japonya'nın maddî fetihlerini, refahını, bir kelimeyle şevket ve ikbalini gıptaya şayan bulmuyorum. Üç kıtaya hâkim olmuş bir medeniyetin, dünyaya adalet ve kardeşlik dağıtmış bir ülkenin hiç bir zıpçıktı "uygarlığı" taklide ihtiyacı yoktur. Türkiye'nin kendisi kal­ması; insanlığın bütün keşiflerinden, bütün fetihlerinden faydalanarak ih­tişamlı mazisine lâyık bir istikbal inşa etmesi başlıca muradım..

Soru - Batı'nın faydalı taraflarını taklitte başarısızlığa uğramamızın sebebi sizce nedir?

Cevap - Batı'nın faydalı tarafı diye bir şey yok... İnsanlık bir bütün­dür. Tekâmül meşalesi elden ele dolaşır. Batı ile Doğu, insan beyninin iki yarım küresidir. 'Hikmet İslâm'ın kaybedilmiş malıdır, nerede bulursa al­malı" emr-i celilini unutmamalıyız. Şöyle diyelim: Köklü bir medeniyetin iktibasları şuurlu olmak, aklın ve tecrübenin süzgecinden geçmek ve içti­maî bünyeye uymak şartıyla faydalıdır. Biz batı'nın, bize teklif ettiği mü­esseseleri değil, kendi ihtiyacımız olan unsurları iktibas etmeliydik.

Tekrar ediyorum: Batiyi Batı yapan fikrî temeller, insanlığın ve İslâm'ın ortak hazinesinden alınmıştır. Bizim için söz konusu olan bir istir­dattır, yani kaybettiğimiz hazinelere sahip çıkmaktan ibarettir:

Soru - Son yıllarda çıplaklık, seks, müstehcen basın ve sinema ce­miyetimizi sardı. Bu hâl, sosyal bir hastalığın belirtisi midir?

Cevap - Elbette öyledir. Bir hürmet ve muhabbet buhranı içindeyiz. Radyomuz sabahtan akşama kadar şuursuz lânetlemelerin yer aldığı bir cehennem makinesi hâlini aldı. Ülkemizde ferman dinleten tefrikadır. Maşerî şuurda on kişinin üzerinde birleştiği bir dünya görüşüne rastla­mak imkânsız. Bu mefhum ve mukaddes hercümerci içinde hayvanlığın ve biyolojinin hayâsız zevklerine teslim olmak mukadder değil mi?

Soru - Sağ cephe çeşitli hizip, grup, fırka ve cereyanlara bölünmüş görünüyor. Bu parçalanma mevzuunda görüş ve temennileriniz nelerdir?

 

Cevap - Evet.

"Dost bî perva, felek bi-rahm, devran bî-sükûn,

Derd çok, hem-derd yok, düşman kavi, tâli zebûn."

Cevap - Buhran cihanşümuldur. Derebeylik nizamını devirmek iste­yen Avrupa burjuvazisi, önce kiliseyle hesaplaşır. Kiliseyi yıkarken nassları da devirir. Maddecilik bir yükselen içtimai sınıfın kavga silahıdır. De­rebeylik müessesesi de, rahiplerin saltanatı da sona erer. Fakat bu zafer Avrupa'ya çok pahalıya mal olur. Bâtıllarla beraber hakikatler de imha edilir. Batı dünyası, yalnız muharref Hıristiyanlığı değil, Tanrı inancını da yok eder.


 

Sol perişan, sağ paramparça... Kaç insan varsa, o düşünce, o kadar ideoloji, o kadar ıslahat reçetesi. Evvelâ dillerimiz ayrı, kelimeler herkes için başka manâlar taşıyor. Tarih bir küfürler kitabı. Bu facia, dünyanın başka hiç bir ülkesinde görülmemiştir. İttihad ve Terakki, zafe­rini padişahlara hakaretle sağlamak zavallılığına düştü. Sonra İttihat ve Terakki de yerin dibine geçirildi Her yeni iktidar eski iktidarı horlamayı maarifet saydı. Zavallı gençler bakışlarını maziye çevirince, yüz kızartıcı bir facialar yığını ile karşılaştılar. Kime güvenecek, neye dayanacaklardı? Büyükleri bir tahrip humması içinde idiler. Şöhretleri, faziletleri, şahsiyet­leri tahrip... Onlar da birbirlerini tahribe başladılar. Hem de sözle değil kurşunla, bombayla: Memleket bir intihar salgını içindedir. Tek çıkar yol, bu korkunç tefrikaya bir son vermek, çılgınlıklarımızı dizginlemek, başka­larına hürmet etmek ve kinin yerine sevgiyi ikâme etmektir.

Kanaatimce sağ ve sol tasnifi Avrupa'dan ithal edilen bir bidattir. Hepimiz aynı tarihin çocuklarıyız. Düşman bir dünyanın kucağında yaşı­yoruz. Birbirimize kenetlenmez, ahmakça sloganların esiri olarak birbiri­mizi hançerlemekten vazgeçmez, İslâm'ın birleştirici bayrağı altında top­lanmaz, İslâm'ın şiarı olan müsamaha, adalet ve sevgiye kulaklarımızı tıkamakta ısrar edersek, dünyanın en büyük medeniyetini gerçekleştir­miş olan bu zavallı milletin mezarcısı oluruz.

 

Soru - Sadece siyasi faaliyetlerle kurtulabilir miyiz?

Cevap - Hayır! Zira millî bünyemize musallat olan tehlike yalnız siyasî değildir. Siyaset bir zarftan ibaret... Tanzimattan beri bu hakikati anlayamadık, idareyi belli bir isimle damgalamak ve kurtuluşu rejim de­ğişikliğinde aramak kendi kendini aldatmaktır. Aynı insanlar her rejimde aynı insanlardır. Önce insan... Yani, kim olduğunu bilen, dünya içindeki yerini tayin eden, mazinin büyük ve ağır mirasını taşıyacak ehliyette şu­urlu insanlara ihtiyacımız var. Bir odadan ötekine geçer gibi, bir ideoloji­den ötekine atlamak çocukça bir oyundur. Dikkati zarfa değil mazrufa çe­virmeliyiz.

 

Soru - Gençlere, yetişmeleri için ne tavsiye edersiniz?

Cevap - Hadisi şerif, kendini tanıyan Rabbini de tanır, buyuruyor. Önce kendilerini tanımalılar; kendilerini yani ikbal ve idbarlariyle tarihle­rinin bütününü, kendi dillerini, kendi dinlerini, kendi irfanlarını. Sonra, in- sanlığın tarihine eğilmek, Asya ve Avrupa'nın her düşüncesini hiç bir peşin hükme saplanmadan incelemek. Bu çetin yolculukta iki çetin yar­dımcıya ihtiyaç var: 1) Millî irfan hazinelerini taramaya yetecek zengin ve köklü bir Türkçe (İslâm harflerini öğrenmeden böyle bir fethe çıkılabilece­ğini sanmıyorum.) 2) Bir Batı dili, Avrupa'yı, imtiyazlı birkaç züppenin ve­sayetine ihtiyaç duymadan bizzat tetkik etmek için bir Batı dili bilmekten baka çare yoktur. Sonra "ikrâ" emr-i celiline uymak...

Cemil MERİÇ

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi