1.
Türk çocukları ve gençleri için okunması gerekli olan kitapların bir listesini çıkarmak üzere son aylarda MEB'in, ilgililer arasında bir ön soruşturma yahut araştırma yaptırdığını duyduk. Mahiyetini tam bilmemekle beraber böyle bir listenin ilk ve ortaöğretim öğrencileri dikkate alınarak hazırlattırıldığını tahmin ediyorum. Güzel ve yerinde bir teşebbüs. Bunun daha da genişletilerek yükseköğretim yapmakta olan gençlere teşmil edilmesi gerekir. Hatta eğitim çağı dışında genel olarak Türk aydınının okuması gerekli eserlerin de bir listesi üzerinde çalışmalar yapılmalıdır (...)
2.
Edebi fıkra örneği:
Bir toplumda ahlak ve âdetlerin ne şekilde değiştiğini, kelimelerin başkalaşmasında görmeli, "üstat" kelimesinin son senelerde aldığı mana bu bu bakımdan küçük bir incelemeye değer. Eskiden "üstat", herkesçe onaylanan yetkinliklere verilen büyük bir derecenin ismiydi. Üstat, dahiden bir rütbe aşağıda idi. Üstat Ekrem, edebi derecelendirmede Dahi-yi Azam'ın arkasından gelirdi. Üstat, ehliyetin son olgunluk aşamasını ifade ettiğinden yaş, baş, saç ve sakal kavramlarını da içerirdi. İhtiyarın hürriyet gördüğü devirlerde üstat kelimesinin de utanılacak bir manası olamazdı. Son senelerde maddi hayat zevkinin istila edici bir şekil almasıyla "üstat" kelimesinin de yavaş yavaş gözden düştüğü görülür.
3.
Gazete fıkrasına örnek:
Hemen her akşam eve içim sıkkın dönüyorum. Niçin? Bu niçinin yanıtı yok. Bir işim mi sapa sardı? Bir yerim mi ağrıyor? Birisiyle miç çatıştım? Hayır... Sadece içim sıkkın. Belki siz de benim gibisiniz. Belki herkes, bütün vatandaşlar böyle, nedensiz bir bunaltı içindeler... Hayır, hayır, bu üzüntülerin nedeni mi yok dedim? Evet, nedeni yok, ama nedenleri var. Dikkat ediyorum, bizim bütün şikayetlerimiz, küçük şikayetler toplamıdır...
4.
Efendim, Fransa demokrasinin beşiğiymiş, özgürlükler ülkesiymiş, insanlığa değerler armağan etmişmiş, "Ben senin düşüncene katılmıyorum ama..." diye başlayan vecizenin altında da bir ünlü Fransız düşünürün imzası varmış. Değildir... Fransa özgürlükler ülkesi değildir, demokrasinin beşiği filan da olmamıştır. İnsanlığa armağan ettiği şey "devrim"dir, "jakobenizm"dir, oligarklara hayat veren "seçkinler konvansiyonudur. Ünlü Fransız düşünürü de ünlü filan değildir... "Voltaire" denildiğinde Fransa'da bile gülüp geçerler, "eserlerini" ciddiye almazlar. Bugün de "başörtüsü yasağı"yla, "yabancı düşmanlığı'yla, "antiislamizm"le ve dünya tarihinin kaydettiği en çapsız politikacı olan Sarkozy'le anılmaktadır; daha doğrusu bu "değerlerle" dünya önünde rezil olmaktadır.
5.
Gazetelerle yüz-göz olmam şöyle böyle 1959 yılında başlar desem, mübalağa etmiş olmam; okumam-yazmam olmasa da ilm ü irfan tahsiline başlayışım daha o tarihlerde necib Türk gençliğini fena halde alakadar eden Teksas, Tommiks, Kinova, Pekos Bili ve emsali İtalyan işi çizgi romanlarıyla olduğu için alfabenin harflerine yabancı değildim. Babam eve Hayat mecmuası alıyor olmalıydı ki onunla birlikte yaşadığımız ender hâtıralardan biri olması hasebiyle mecmuada devrin en ünlü pehlivanı Yaşar Doğu ile yapılmış bir röportajı çok iyi hatırlıyorum. Fotoğrafta Yaşar Doğu evinde yere sırt üstü uzanmış, o günlerde birkaç yaşında olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk göğsüne oturmuş durumda; pehlivan bu defa yenildiğine pek içerlemiş görünmüyor, hatta resmen gülümsüyor; alttaki yazı durumu açıklıyor zaten: "Benim sırtımı sadece oğlum yere getirdi!"
6.
Ulusal futbol geyiklerimizden biri de "gitsin" kampanyasıdır. Guus Hiddink'i beğenmiyoruz. Taktik teknik açıdan yetersiz buluyoruz. Futbolcu seçimini eleştiriyoruz. Yaptığı oyun içi değişiklikleri yerden yere vuruyoruz. Bunlar genellikle teknik eleştiriler ve bu sınırı aşmadıkça sorun yok. Fakat sorun, "eleştiri önceliğini" elinde bulunduranlarda. Bunlara (futboldan anladığını iddia eden ama ayağı bir kez bile topa değmemiş arkadaşlara) ilişkin düşüncelerimi daha sonra yazacağım. Bir de sırf eleştirmek için eleştirenler var. Hiddink'i mental açıdan yetersiz buluyorlarmış. Bize uygun değilmiş. Futbolumuzu bilmediği gibi, futbolcumuzun duygusal gelgitlerine de yabancıymış. Gözü hep dışarıdaymış. Bir an önce buralardan kurtulmanın yollarını arıyormuş. Kötücül bir adammış. Hem bizi (ulusal kimliğimizi), hem futbolumuzu küçümsüyormuş. Böyle şeyler yazanlar da var. "Dünyada 10 teknik adam say" deseler, Hiddink'i mutlaka zikredersiniz. Nasıl bir çalıştırıcı olduğu, hangi kariyerde geldiği, kulüp takımlarında neler yaptığı, futbola kattıkları dünyanın malumu. Bununla birlikte, disiplini ve profesyonelliğiyle de bilinen sayılı teknik direktörlerden biri. Gelgelelim, biz, Hiddink'i "başımıza gelmiş en kötü şey olarak" görüyoruz.
7.
Epeydir görüşmemiş iki arkadaş, her gün on binlerce kişinin aktığı bir ana yol ağzında karşılaşınca ne yapar? Elbette hâl hatır faslından sonra iki satır sohbet etmek, "Ee, daha daha ne var ne yok?" diye konuyu derinleştirip birbirinden haberdar olmak ister. Gölgeliğine sığındığımız pastanenin garsonu anlayışlı davrandı; gündüz gözüyle ramazan ortasında bir şeyler atıştırmaya niyetli olmadığımızı hissedince saygılı bir edâ ile çekilip başka müşterilerle ilgilenmeye başladı. Çocuğu takdir ettik. Sonra o meşhur ve malum soruyu sordum, "Ee ne var ne yok bakalım; çoluk-çocuk, ev-bark nasıllar?" Kendisine bu soru yöneltilen dünyanın en akıllı bilgisayarının yarım saat düşündükten sonra işlemcisinden dumanlar çıkararak intihara yeltendiği söylenir; özellikle, ne var ne yok faslında garibimin devreleri yanmış diye bir efsane anlatılır ya, işte o soru. "Vallahi" dedi, "İyilik sağlık işte, geçinip gidiyoruz. Kendime ramazanda izin verdim, kafama göre takılıyorum."
8.
Zeytinburnu civarına dikilen üç gökdelen, tarihî yarımadanın klasik siluetini bozuyormuş. Mimar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada tafsilatlı bilgi var. İBB Başkanı Kadir Topbaş, hadiseyi doğrulamakla birlikte, "Sadece Salacak tarafından bakıldığında fark ediliyor, diğer açılardan silueti bozmuyor." demiş. Konu üzerinde inceleme ve araştırmalar da devam ediyormuş. Bu arada gökdelenlerin 25. katlarına eriştiğini de ilave edelim; bir nevi "Ba'de harabü'l Babil" durumu yani. Bu durum bana, azılı eşkıyalarla dolu tehlikeli bir yolculuğa çıkmak üzere hazırlık yapan bir kervanbaşının, o havalinin en yiğit, en deligöz bahadırı ile kervanı korumak için anlaşma yapmasına rağmen yine de soyulmaktan ve daha fenası, fena halde hakarete uğramaktan nasıl kurtulamadıkları fıkrasını hatırlattı. Lütfen mektup yazıp, "Ne olur, fıkranın geri kalanını anlatın, vallahi söz kimseye söylemem." diye ricada bulunmayınız. Arif olan anladı zaten; arif olmayanlar için yapabileceğim bir şey yok çünkü fıkranın final kısmını nedense aniden unutuverdim!
İLGİLİ İÇERİK
NASRETTİN HOCA FIKRA ÖRNEKLERİ