Kullanıcı Oyu: 2 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MİZAHİ ANLATIM

Mizah, “eğlendirme, güldürme ve bir kimsenin davranışına incitmeden takılma amacını güden ince alay, gülmece”dir. Olayların gülünç, sıra dışı ve çelişkili yönlerini yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme veya güldürme sanatıdır. Bu amaçla yazılan edebî eserler de mizah türü içinde sayılır. Buna göre mizah, gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan edebiyat türüdür.

En kaba şakadan en ince espriye kadar bütün mizah örnekleri, birbiri ile uyum içindeki olaylar arasındaki çelişkinin birdenbire ortaya çıkarılmasına dayanır. Mizah gelenek ve kuralların sorgulanmasında önemli bir rol oynar. İki amacı vardır, saldırma ve savunma. İnsanın topluca yaşamaya başladığı dönemle birlikte mizah da ortaya çıkmıştır. Kentleşmeyle birlikte daha soyut ve dolaylı bir özellik kazanmıştır.

Mizahı bedensel şiddetten ayırıp keskin dilli bir sanata dönüştüren Atinalılar olmuştur. Orta Çağ’da kilise ve kralları alaya alan masallarıyla şenliklerde halkı eğlendiren öykü anlatıcılarıyla birlikte yeni bir mizah türü yaygınlaşır. 20. yüzyılda ise yeni bir mizah türü doğar. Komik öğelerin yanı sıra ürkütücü ve korkunç öğelere de yer veren kara mizah ortaya çıkar. Yine siyasal mizah da bu dönemde önem kazanır.

Türk edebiyatında gerçek anlamda ilk mizah ürünleri masallar, fıkralar ve seyirlik oyunlardır. Divan edebiyatında da, sık rastlanmamama birlikte, mizah yer almıştır. Tanzimat Döneminde Türk mizahının çehresi geniş ölçüde değişir. Teodor Kasap ve Direktör Ali Bey’in Fransız edebiyatının etkisiyle yazdıkları tiyatro eserleri önem kazanır. Şinasi’nin Şair “Evlenmesi”, Ziya Paşa’nın “Zafername Şerhi”, Namık Kemal’in imzasız fıkra ve yergileri bu tiyatro eserlerini takip eder. İkinci Meşrutiyetle birlikte Türk mizah edebiyatında büyük gelişmeler görülür. Baha Tevfik, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon gibi birçok yazar mizah yazılarıyla ünlenir. Cumhuriyetle birlikte Türk mizahı yeni bir kimlik kazanır. Cumhuriyet Dönemi yazarları geçmişi eleştiren ancak dönemi savunan bir tutum benimserler. Çok partili dönemle birlikte mizah kapsam ve konu bakamından büyük zenginlik kazanır. Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rifat Ilgaz, Orhan Kemal, Bedii Faik, Haldun Taner, Muzaffer İzgü, Çetin Altan gibi yazarlar bu dönemde mizahın önemli isimleridir.

Mizahla ilgili bu ön bilgilerden sonra mizahi anlatım üzerinde durabiliriz. Mizahi anlatım, gülmece üzerine kurulu anlatımdır.  anlatım tarzında insanları güldürürken düşündürme amaçlanır

Mizahi anlatım, çok farklı konuları anlatmak için kullanılabilir. Toplumdaki aksaklıklar, bozulmalar, insanların hataları, yaşamın içindeki gülünç durumlar vb. mizahi anlatımla dile getirilir Tüm bu konular dile getirilirken ince bir alay, eleştirel bir tutum sergilenir. Mizahi anlatımın temelinde hiciv, yani eleştirel yaklaşım söz konusudur.

Alay ve hiciv, mizahi anlatımın temel unsurlarındandır. “Alay” insanların, toplumun veya çeşitli durumların gülünç, kusurlu eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapmaktır Mizahi anlatımı sağlamada kullanılan önemli unsurlardandır alay. Hiciv ise toplumu, bireyi veya bir durumu eleştirmektir, hiciv de mizahi anlatımda yararlanılan öğelerdendir. Özellikle kara mizahta hiciv ağır basar. Kara mizah, yalnız güldürmeyi değil, düşündürmeyi ve yergiyi de amaçlar. Mizahi anlatımda eleştiri her zaman öne çıkmasa da kara mizahta eleştiri genellikle ağır basar.

Mizahi anlatımın temelinde ince alay ve espriler vardır. Mizahi anlatımda zeka ürünü esprili ifadeler kullanılır. Bu ifadeler sayesinde topluma ya da bireye yönelik düşünceler, eleştiriler daha rahat aktarılır. Bu aktarım sırasında ses ve taklitlerden yararlanılır. Kimi zaman abartıya başvurulur. İşin içine abartı karıştığından mizahi anlatımda gerçekten sapma da söz konusudur.

Bu anlatıma tiyatro, fıkra, sohbet gibi türlerde, günlük yaşar yaşamda vb. başvurulur. Mizahi anlatımın kullanıldığı metinlerde dil sanatsal işlevde kullanılır. Bunun yanında heyecana bağlı işlevde ya da kanalı kontrol işlevinde kullanıldığı görülür.

Mizahi anlatımın gene! özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür:

  • Okuyucuyu hem eğlendirmek hem düşündürmek amaçlar 
  • Okuyucuda bırakılmak istenen etkiye göre düzenlenir.
  • Mizahi anlatımda ses, taklit, hareket ve konuşma önem kazanır.
  • Mizahi anlatımda gerçekler bire bir anlatılmaz, bu yüzden gerçekten sapma vardır.
  • Roman, hikâye, tiyatro, fıkra, sohbet, deneme, şiir gibi türlerde kullanılır.
  • Mizahi anlatım, daha çok, olaya dayalıdır. Ayrıca dil, genellikle sanatsal işlevde kullanılır

 --------------------------------***------------------------------------------------------

MİZAHLI ANLATIM-2
Edebî eserlerin kimisi güldürücü, mizahlı bir üslûpla yazılmış olabilir. Bu, her şeyden önce, sanatçının üslûbunu meydana getiren mizacı, yetişme tarzı, çevresi, eğilimleri vs. ile ilgilidir. İnsan tabiatında, hüzün kadar tebessüm, övgü gibi yergi, beğenme kadar kınama, taşlama; ululama duygusunun yanı sıra küçümseme, alay etme» çekiştirme, gülünç etme istekleri de bulunduğuna göre, bu aykırı ve karışık hislerin mizah kalıbına dökülerek, edebî eserlere yansıması olağandır. Kimi yazar ve şairler öyle konular seçer veya konuyu öyle bir üslûpla donatırlar ki güldürücü, iğneleyici, alaycı bir hava meydana çıkar. Bunların maksadı da ötekiler kadar ciddî olabilir, fakat eserleri mizah tekniğince güldüren üslûpla yazılmıştır, Başka deyişle: mizahlı anlatım kullanmışlardır. Konuya girmeden önce mizahın ne olduğunu, hangi şartlarla meydana gelebileceğini araştıralım.
Ünlü Fransız filozofu Bergson (1859-1941), Le Rire (Gülme) adlı eserinde "söz mizahı"nın esaslarını inceleyerek şu sonuçlara varmıştır:
a) Şaşırtıcı, beklenmedik, saçma bir sözü, beylik bir cümle kalıbımı sokmakla komik bir sonuç alınır.
Meselâ: "Yemek aralarında bir şey yemeyiniz gibi klişe bir sağlık öğüdünü ele alan kişi:
"Ben yemek aralarında çalışmayı hiç sevmem" demiş olsa, beylik cümle kalıbı içine şaşırtıcı bir söz kattığı için mizah cümlesi yapmış olur.

Büyük şairimiz Fuzulî de ünlü Şikâyetnamesinde:
"Selâm verdim almadılar" gibi beylik bir şikâyet kalıbı arasına "rüşvet değildir deyü" gibi beklenmedik bir nükte katmak suretiyle, yüzyıllar boyu unutulmayan mizahlı cümlesini yapmıştır: "Selâm verdim, rüşvet değildür deyü almadılar"
Birine "Allah selâmet versin" diyecek yerde, dil sürçüyormuş gibi yaparak "Allah belânı versin" diyen Ortaoyunu sanatçısı da aynı mizah kuralından faydalanmış oluyor.

b) Mecazlı anlamda kullanılıyormuş gibi gösterip esasta yalın bir tarzda kullanılan bir söz veya cümle de her zaman güldürücü olur.
Çünkü bu gibi hallerde biz kendimizi mecaz mantığına alıştırmış iken, birdenbire sözün gerçek anlamı ile karşılaşır, irkîlir ve güleriz.
"Bütün insanlar kardeştir" diyecek yerde "Bütün insanlar kız kardeştir” denince, ciddî olmayan bir cümle meydana gelir. Çünkü insanların kardeş olması, alışılmış bir mecazdır. "Kızkardeş" kelimesi ise bize gerçek anlamı düşündürerek şaşırtır ve güldürür. Aynı güldürücü hava çoğunlukla mecazlı anlamı olan deyimlerin çıplak, düz mânâlarını düşündüğümüz veya bu durum, (sözle, yazıyla, karikatürle) bize îma edildiği zaman da belirir. Sözgelişi; filan zavallı gelin "duvağına doyamadı" dediğimiz zaman, onun murat almadan öldüğünü veya kocasından ayrıldığını söylemiş oluruz. Oysa deyimi çıplak mânâya alırsak "Su obur kadın duvağını yiye yiye bitirdi, yine de doymadı" gibi komik bir sonuç elde edilir. Aynı deneyiş Türkçenin pek çok deyimleri üstünde yapılabilir.
Ordu hayatımızdan alınmış çok güzel bir fıkra vardır: Kıtaları teftiş etmekte olan bir paşa, Hasan adındaki ere sorar:
- Vatan nedir?
Er, ciddiyetle cevap verir:
- Vatan bizim anamızdır paşam.
Bu cevaptan memnun olan kumandan, bu sefer Hasan'ın yanındaki ere dönüp sorar:
Sen söyle bakayım, vatan nedir?
Vatan, Hasan'ın anasıdır.
Hasan adındaki er, "ana" sözünü tam bir mecaz halinde kullandığı için cevap ciddîdir. Hâlbuki arkadaşı, aynı söze yalın ve gerçek bir anlam verdiği için, bilmeyerek mizah yapmış, bizi şaşırtmış ve güldürmüştür.

c) Bir fikrin tabiî bir ifadesi başka bir tona aktarılmakla daima gülünç bir netice elde edilir.
Sözgelişi, resmî ve formüllü bir dille kaleme alınması gereken bir dilekçenin yahut bir siyasî nutkun köylü ağzı veya külhanbey argosuyla yazılıp söylenmesi; şairane bir konunun matematik terimleriyle aşçı, tüccar, bankacı kelimeleriyle ifadesi; ilmî bir olayın mahalle kahvesi mantığıyla anlatılması; edepsizce bir şeyin kibar sözlerle nakledilmesi söz mizahının (komedyaların) en çok baş vurduğu usullerdir.

Aşağıdaki söyleşme, Hüseyin Rahmi'nin Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanından alınmıştır. Cahil mahalle kadınları Halley kuyruklu yıldızının dünyaya çarpması söylentileri üstüne fikir beyan etmektedirler:
"Bedriye Hanım: - Dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpacakmış.
Emine Hanım: - Aman ben de korkacak bir şey zannettim. Ne kadar telâşçısın kardeş. Çarpacaksa çarpsın... Ne var? Kapımı kapar evceğizimde otururum, bir yere çıkmam. Şimdi kanlar; "Nasıl çarpacakmış bakalım" diye sürü sürü seyre giderler!
Bedriye Hanım: - A! Gitmem gitmem. İt köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok.
Emine Hanım: - Kız, nasıl şey, tarif et...Meraktan çatlayacağım.. Ben de gidip göreyim bari,
Bedriye Hanım: -Ah nasıl tarif ederim anacığım? Deniz kızı gibi mi desem, Ankara keçisi mi, yoksa Van kedisi gibi mi desem? İşte öyle saçaklı bir kafa... Badem gibi çekik gözler... Taranmış keten gibi beyaz nuranî saçlar..."

ç) Küçük şeylerden büyük şeylermiş gibi bahsetmek, genel olarak mübalâğa etmektir. Mübalâğa uzatıldığı ve bilhassa sistemli olarak yapıldığı zaman daima mizah meydana gelir.
Söz mizahında en çok başvurulan yollardan biri de, nesneleri olduğundan çok fazla veya çok az göstermek yani mübalâğa etmektir. 15. yüzyıl şairlerimizden Şeyhî, Harnâme'sinde tasvir ettiği bir eşeğin zayıflığını şu beyit ile anlatır:
Arkasından alınca palanı
Sanki it artığıydı kalanı.

Yine Tanzimat şairlerimizden Ziya Paşa, Zafername'sinde batırmak istediği Sadrazam Âli Paşa'yı, şişkin sözlerle överek küçük düşürmeye çalışır:
Kimseler olmadı bu feth-i mübîne mazhar
Ne Skender, ne Hü'lâgû ne Sezar u Anibal..
Askere verdi kumandayı misal-i Bonapart
Gerçi kim, gelmedi hiç silsilesinden ceneral.
Bergson'un verdiği bu dört kuraldan çıkarılacak sonuç

Bizi güldüren (yani mizahlı) sözün, alışılmamış, şaşırtıcı, garip ve beklenmedik oluşudur. Ayrıca, görünür, görünmez bir çelişme, bir çatışma her türlü mizahın şartlan arasındadır. Mizah, ciddî'nin tersi olduğuna göre, biz bir şeye gülerken, onu başka bir şeyle (farkında olarak, olmayarak) karşılaştıryoruz, çatıştırıyoruz demektir. Mizahlı bir sözü deli saçmasından ayırt etmek için, onun bir zekâ eseri olarak tam yerinde ve zamanında söylenip söylenmediğine, bir de bizi şaşırtmakla kalmayıp mantığa da uygun düşmesine dikkat etmek gerekir.

Mizah Çeşitleri
Mizah (hümur) sözünü genel bir terim olarak kullanıyoruz. İçinde güldürücü kavramı bulunmak, saçma ve bayağı olmamak şartıyla, en hafif dokunuşlardan en ağır yergilere kadar her şey mizah sınırına girer.
Hepsi mizah sayılmakla birlikte, aralarında oldukça anlam farkı bulunan ve dilimizde çok geçen terimler vardır. Bunlardan başlıcalarını görelim:
Şaka söz ve yazı ile gülüşmek için birisine takılmak veya onu aldatmaktır. Şakanın tatlı olması için ilk şart, işi şakaya getirerek, mizahı kötüye kullanarak takıldığımız kimseyi kırmamaktır. "Şakalaşmak" deyiminden de anlaşılacağı gibi şaka ancak iki veya daha çok kişi arasında olabilir. Eskiler buna lâtife de demişler ve "Lâtife lâtif gerek" kuralım koymuşlardır.
Alay bir kimsenin şahsı, fikirleri veya sözleri ile eğlenmek; herhangi bir eser; kişiyi, topluluk veya nesneyi hafife aldığını güldürücü sözlerle belirtmektir.
Nükte (espri) bir olay, kişi veya düşünce üzerine, zekâ inceliğine, bilgiye dayanan, kısa ve anlamlı bir söz söylemektir.
Hezel bir konuyu ve düşünceyi alay üslubuyla işlemektir. Eski yeni edebiyatımızdaki bazı tanınmış şiir parçalarının benzerlerini (nazirelerini) aynı vezin ve kafiyede fakat alaylı bir tarzda yazmak da hezel sayılır. Bu işleme, o şiirleri tehzil etmek denir.

18. yüzyıl Divan şairimiz Şeyh Galib'in
Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenare düştü
Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsâre düştü.

Matlâlı meşhur gazeli, Yusuf Ziya Ortaç tarafından Çimdik imzasıyla şöyle tehzil edilmiştir:
Tekne-i maişet, kırılıp kenare düştü
Dayanır mı, dar gelir bu, yem-i ihtikâre düştü,

Kesilip nefes pek erken, suya indi bizde yelken
Hah, konsol, ayna derken bütün evpazara düştü

Ne ocakta bir tutam od, ne kazanda bir yudum aş
Yere mutfağın damından iki sıska fare düştü.

Yine coştu bezm-i işret, dolup taştı câm-ı rüşvet
Kuşa kurda son ziyafet, dil-i pire düştü.

Şathiyye tasavvufî görüş ve bilgilerin, şaşırtıcı ve alaycı bir ifade ile söylendiği yazı ve şiirlerdir. Yunus Emre'nin tasavvufi mânâlarla yüklü olan şu şathiyyesi çok meşhurdur;

Çıktım erik dalma, andayedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der: "Neyersin kozumu."

Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım
Nedir, diye sorana bandım verdim özünü.

İplik verdim çulhaya, sarıp yumak etmemiş
Becit becit ısmarlar gelsin alsın bezini.

Bir sinek, bir kartalı kaldırıp vurdu yere
Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu.

SON EKLENENLER

Üye Girişi