Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 ANLATICI BAKIŞ AÇILARI

Bir metnin bakış açısını bulabilmek için “Olan biten kimin gözünden ve kime göre anlatılıyor?” sorusu sorulur. Bir edebî metinde birden fazla bakış açısıyla yazılmış bölümler bulunabilir. Aynı manzarayı izleyenler farklı noktalara dikkat eder, bu ayrıntıları farklı biçimlerde ele alabilir. Bu bağlamda öyküleyici anlatımda anlatıcı bakış açısı üçe ayrılır.

İlâhî (tanrısal, hâkim) bakış açısı: Anlatıcı, olayları ve kişilerin iç dünyaları dahil olmak üzere her şeyi bilir. Olay, üçüncü kişi tarafından anlatılır. Anlatıcı, anlatımın tüm verilerine egemendir. Kahramanların düşüncelerini, ruhsal durumlarını, niyetlerini bilir ya da sezer; geçmişlerini ve geleceklerini de bilir. Kahramanların gizli konuşmalarını, kafalarından ve gönüllerinden geçeni anlatır. Her zaman ve her yerdedir. Aynı anda farklı yerlerde meydana gelen olayları aktarır. İstediği yerleri özetler. Kahramanlardan daha fazlasını bilir. Olayın tüm ayrıntılarına, görünen ve görünmeyen tüm yönlerine hâkimdir. Bu özelliği çerçevesinde, öykünün yaratıcısı olduğunu da sezdirir.

İlahi bakış açısı, edebî metinlerde kullanılan en eski yöntemdir. Anlatıcı, olayların içerisinde yer almaz. Anlatıcı, olaylara geniş bir perspektiften bakar. Bu yöntemde sınırsız bakış açısı vardır. Anlatıcı zaman zaman anlatıma kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda bulunabilir. Her şeye egemen olduğu için olayları yorumlar. Öyküyü kimi zaman hızlandırma, kimi zaman da yavaşlatma olanağına sahiptir. Öyküde ne kadar kişi varsa her birinin açısından olayları ayrı ayrı görmemizi sağlar.

Koca bir tomurcuğun oluşmasına tanıklık eden Küçük Prens, bunda doğaüstü bir güzelliğin saklanmış olduğunu sezinledi. Nedir ki çiçek, güzelliği için gerekli hazırlıkları yeşil odasının çatısı altında tamamlamakla yetiniyordu. Kılı kırk yararak seçiyordu renklerini. Uslu uslu süsleniyordu. Öyle herkesin bildiği gelincikler gibi buruşuk giysilerle çıkmak istemiyordu ortalığa. Göz alıcı güzelliğini eksiksiz sunmak istiyordu. E, ne demeli? Gösteriş meraklısının biriydi işte! Kısaca, gizemli hazırlığı günlerce sürdü.

(Antoine de Saint-Extıpery, Küçük Prens)

Kahraman bakış açısı: Anlatıcı, metindeki kahramanlardan biridir. Olayları kahraman kadar bilir. Olay, birinci şahıs ağzından anlatılır. Olayı anlatan “ben” vardır. Bu “ben”, öykünün kahramanı, tanık ya da gözlemcisi veya daha da geri planda yer almış kahramanlarından biri olabilir. Bir insanın sahip olduğu veya olabileceği bilme, görme, duyma, yaşama imkânları ile sınırlıdır. Kahramanla eşit bilgiye sahiptir. Hikâyeyi kendi bakış açısından anlatır. Kendi dil ve üslubunu kullanır. Okurda anlatıcının kurmaca değil, yazarın kendisi olduğu duygusunu uyandırır. Okuyucu ile daha sıcak, samimi ve inandırıcı bir diyalog kurmasıyla okuyucuya daha yakındır. Özellikle eserin hatıra, günlük, mektup tarzında kaleme alınması, bu etkiyi daha çok güçlendirir.

Bursa'da, Bursa yollarında yeşili gördüm. Ben böylesine katmerli yeşili ömrümde görmedim. Bursa'nın yalnız sonbaharını görmüş, bayılmıştım. Baharını görür görmez ayıldım. Aklımı başıma devşirdim. Ben böyle bir baharı, böyle bitip tükenmek bilmeyen, açıldıkça açılan, uzadıkça uzayan bir baharı İstanbul’da görmedim. Avrupa’nın yarısından çoğunu dolaştım, görmedim.

(Bedri Rahmi Eyuboğlu)

***

Ay’ı Boyamak “Hasan Özçakar, işsiz günlerinden birinde, boyu yararsız ve dural anların yüküyle daha ufalmış, almayıvermeyi, yürümeyi, yani bir şeyi değiştirmeyi unutmuş kollar ve bacaklarla oturuyordu. Öyle bir şeyi bir şeye bağlamayan bir zaman aralığında. Sonra elleri, bir durumdan başka bir duruma geçmeye yarayan özelliklerini hatırladılar. Uzanıp aldığı gazetedeki bir ihale ilanında, Kızılay binasının tepesindeki ayın “kapalı zarf usulüyle” boyatılacağım okudu. İşte bir iş, belki de zengin olmaya ilk adım. Hemen davranmalı, kaçırmamalı bu fırsatı, kolları, bacakları oynatmak, yararlı olmalı, diye düşündü, ufak boyu uzadı az. Oturdu, büyük bir özenle Kızılay Genel Müdürlüğü’ne yazdı teklifini. İşi alacağına pek güveni yoktu; neden olsun? Soyut bir şey değildir güven. Bir şeyin yerine konan, bir şeyin bir şeye dönüşmesidir; örneğin bir gümüş şamdan güvene dönüşür, bir ev, bir kat yeni elbise, ya da fiyakalı bir iş, dolgun bir aylık, bütün bunlar güvene dönüşebilir şeylerdir. Hasan Özçakar’ın güvene dönüştürebileceği bir şeyi yoktu, boyu poşu bile. Sonra, ne boyacıydı, ne de boyadan, boyamaktan anlardı; bir şeyden anlamak da güvene dönüşebilir. İşte güvensizlik ve umutsuzluğun verebileceği ataklıkla, gelecek yeni güvensizliklerden, umutsuzluklardan korkmadan yazdı teklifini, aklının alabileceği en ucuz parayı istedi, on yıl da garanti verdi.”
Sevgi SOYSAL

Gözlemci bakış açısı: Anlatıcı, olup biteni kamera sessizliğiyle arkadan izler. Olay, üçüncü şahıs ağzından anlatılır. Anlatıcı olayların içerisinde yer almaz. Bu yöntemde olaylar dışarıdan görüldüğü biçimiyle, nesnel bir tarzda aktarılır. Olaylar anlatıcının gözünün önünde oluyormuş izlenimi verilir. Kişilerin duygu ve düşünceleri, eylemlerinden hareketle sezilir. Anlatıcı ne öyküyü ne de öykü kahramanlarını etkiler. Kimi zaman ikinci dereceden bir kahraman olarak öyküde yer alabilir. Olay ve kişilerle ilgili olarak hem kendi hem de başka tanıkların gözlemlerini, görüşlerini aktarabilir. Bir “yansıtıcı” konumundadır. Onun bilme, görme, duyma yetenekleri geçmiş ve geleceğe uzanmadığı gibi, kahramanların ruh hâllerine de yetişemez.

Nefes nefese kalmıştı. Nihayet dağın doruğuna varmıştı. Oflaya puflaya heykeli taşıdı doruğa. Yere koyar koymaz aslan dile gelip kükredi. Öyle bir kükreyişti ki bu, dört bir yana korkunç bir gürültü hâlinde yayıldı. Aslanın kükreyişi kentlere kadar ulaştı. Sesi duyan bir grup insan Ganim’in bulunduğu yere doğru geliyordu.

(Beydeba, Kelile ve Diınne)

Öyküleyici anlatımda  “çoğulcu bakış açısı”da kullanılabilir.  Bu, anlatıcılardan iki veya daha fazlasının aynı eserde kullanılmasıdır. Gerçekte çoğulcu bakış açısı, tek bir anlatıcının esas olduğu eserde, olay örgüsünde yer alan kahramanlardan birkaçının bakış açılarına yer verilmesini içerir.

Şimdi öyküleyici anlatıma bir örnek verelim.

Nasrettin Hoca’nın canı ciğer çeker. 1 kg ciğer alır, eve gelir. Hanımına: “Hanım şu ciğeri akşama pişir de yiyelim." der ve evden ayrılır. Hoca'nın hanımı dayanamaz, ciğeri güzelce pişirir ve afiyetle yer. Hoca ziyafet hayalleriyle akşam eve gelince ciğeri sorar. Hoca’dan çekinen hanımı: “Kediyedi. ” der. Canı sıkılan Hoca, hemen teraziyi eline alır, kediyi tartar. Kedi, 1 kg gelir. Bunun üzerine hanımına döner ve: "Hanım, bak, kedi 1 kg, benim aldığım ciğer de o kadardı. Eğer bu, kediyse benim aldığım ciğer nerede? Yok, bu, ciğerse bizim kedi nerede?" der.

Bu metinde “olay”, ciğerin yenmesidir. “Kişiler”, Nasrettin Hoca ve karısıdır. “Yer”, evdir. “Zaman”, akşamdır. “Olay örgüsü”; Hoca’nın ciğer alması, ciğeri eve getirmesi, karısının ciğeri pişirip yemesi, Hoca’nın hesap sormasıdır. Anlatıcı “üçüncü kişidir. Bakış açısı “hâkim bakış açısı”dır.

Öyküleyici anlatımın “sanatsal (betimleyici) öyküleme” ve “açıklayıcı (öğretici) öyküleme” olmak üzere iki türü vardır.

“Daha aşağıda, pancurları açık maviye boyalı, o beyaz badanalı evde, Melâhat Ablalar otururdu. Yaşlı anasının babasının biricik kızı Melâhat Abla. Tek katlı evin sokağa bakan odası Melâhat Abla’nındı. Sokak pencereleri önünde, bir duvardan bir duvara uzanan, üstü tek kırışıksız, saçakları dantelli beyaz örtülerle kaplı, kenarlarında Melâhat Abla’nın kendi eliyle işlediği yastıklar dizili minder. Ovula ovula aşınmaya yüz tutmuş pırıl pırıl döşeme tahtaları. Minderin önünde küçük, tertemiz bir kilim. Daima taze badanalanmış duvarlarda kartpostallar. Melâhat Abla’nın ilkokul hatıraları... Üzeri beyaz işlemeli örtülerle kaplı tahta bir masanın üstünde ucuzundan bir ayna ile krepon kâğıdından yapma güller.”

Sanatsal (Betimleyici) Öyküleme

Okuru olayın içine çeken, olayı ona yaşatan ve okuru etkilemeyi amaçlayan öykülemedin Bir betimlemede olay da varsa o anlatım yöntemi öyküleme sayılır. Sanatsal öyküleme roman, hikâye, masal gibi anlatmaya bağlı sanatsal türlerde kullanılır. Bu öykülemede dil, şiirsel (sanatsal) işlevdedir.

Venedik’i trenden iner inmez sevdim. Günlük güneşlikti sokaklar. Daha otelimize varmadan dünyayı değişmiş buldum birdenbire. Bir başka iklim, başka rüzgâr esiyordu burada. Cıvıl cıvıldı her yer, cıvıl cıvıldı gelen geçenler. Gülüyor, konuşuyor, şarkı söylüyorlardı.

(Selahattin Batu, Avusturya ve Venedik Günleri)

Açıklayıcı (Öğretici) Öyküleme

Birtakım bilgileri zamansal oluşuma (kronolojiye) göre anlatan ve sanatsal bir kaygının güdülmediği öykülemedin Temel amaç, okuru bilgilendirmektir. Anı, gezi yazısı, biyografi, otobiyografi, günlük, tarih gibi öğretici türlerde kullanılır. Bu öykülemede dil, göndergesel işlevdedir.

Fatih Sultan Mehmet, 5 Nisan’da yaklaşık yüz bin kişilik bir orduyla İstanbul’a hareket etti. Gemileri de yağlı kızakların üzerinde, karadan Haliç’e yürüttü. 29 Mayıs’ta Osmanlı ordusu surlara son bir taarruza girişti. Surların Eyüp bölümünde oluşan yarıklardan girerek şehri fethetti.

zambak yayınları

SON EKLENENLER

Üye Girişi