Vakit Gazetesi Çevresi ve Sosyal Gerçekçiler
Ele alınan hikâye konuları ve kullanılan teknikler açısından kısaca gözden geçirilen 1920 sonrası döneme başka bir açıdan daha dikkat etmek gerekir. Söz konusu yirmi yıllık dönem süresince siyasi ve sosyal hayat daima çalkantılar içindedir. Bu dönemde edebiyat hayatını da yakından ilgilendiren iki önemli gelişme yaşanır. 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılmış, 1928'de de harp inkılâbı gerçekleştirilmiştir. Edebiyat ortamına yansıması gecikmeyen bu gelişmeler dolayısıyla kısa ve verimsiz bir bocalama devresi geçirilir. Aynı yıllarda aydınlar arasında yavaş yavaş gerçekçiliğin farklı boyutları ve algılama biçimleri de ortaya çıkmaktadır. Bir kısım aydın, gözlemci bir yaklaşımla gündemdeki sosyal sorunlara çözüm önerileri sunarken bir yandan da yeni şekillenmekte olan inkılâpların savunusuna hazırlanırlar. Köy ve kasaba gerçeği edebiyatın, özellikle ronanının, konusu olmaya başlar. Geçmişe ve özellikle Cumhuriyet öncesi dönemlere bakışta sert bir eleştiri yer alır.
Yukarıda sözü edilen tarzın öncüsü sayılabilecek olan ve kendisiyle birlikte yazanların hiçbirine benzemeyen konu seçimi, metin kurgusu ve anlatımı dolayısıyla ilk hikâyelerinden itibaren dikkati çeken isim Sadri Ertem'dir. Başlangıcından itibaren "ne yazarım " sorusu ile birlikte "nasıl yazarım " sorusunu da önceleyen Türk hikâyecilerinden ayrı bir tavır içinde olan Ertem, Ahmet Midhat ekolünü benimsediğini sıklıkla vurgular ve 1930'larm başında -farklı bir içerikle de olsa- bu ekole uygun hikâyeler yazma başlar. Onun hikâyelerinde; dil ve üslup endişesi taşımaksızın savunulan, toplumsal yapıya uygunluğu sınanmamış, kitabi bir gerçeklik vurgusu olan toplumsal tezler yer alır. Hikâyelerinin biricik amacı, bu tezlerin ispatlanması ve uygun mesajların halka iletilmesidir. Toplumsal ve kişisel sorunların yalnızca maddi sebeplerle açıklanabileceği, maddeciliğin tüm beşeri eğilimler karşısında galip geleceği, Anadolu halkının şeyhlerin ve ağaların nüfuzlarına karşı korunması gerektiği, köyün ve köylünün geri bırakıldığı, medrese mezunlarının laik düzene baş kaldırdığı ve inkılâplara bağlılık gibi tezlerin savunulduğu bu hikâyelerde kurgu ve olay örgüsü önemsenmez, halkın içinden çıkarılmış, yaşayan tipler inşa edilmez.
Metin olarak edebiyat tarihi içinde kalıcı bir yer edinen eserler kaleme almamasına rağmen, dönemin edebiyat ortamını bir şekilde etkileyen Sadri Ertem'in en önemli özelliği, gençleri yazmaya teşvik etmesi, hatta zaman zaman onların hocası ve rehberi olmasıdır. 1930-1931 yıllarında hikâye ve yazılarını yayınladığı Vakit gazetesi de bu çalışmada önemli bir rol oynar. 1920'li yıllarda isimlerini duyurmuş olan; Refik Ahmet Sevengil, Hakkı Süha Gezgin, Kenan Hulusi Koray Reşat Enis Ay gen, Celalettin Ekrem ve Bekir Sıtkı Kunt gibi yazarlar, Vakit gazetesinde ve gazetenin haftalık ilavelerinde hikâyelerini yayınlamaya başlarlar. Tahir Alangu'nun "Vakit Gazetesi Hikâyecileri" adını verdiği bu grup, Sadri Ertem'in Vakit ve Yedigün'de yayınladığı sanat ve edebiyat görüşlerine uymaya çalışmaktadırlar. Ancak Sadri Ertem 'in fikirlerini beğenmek ve Vakit gazetesi yazarı olmak dışında ortak yanları olmayan; takip etmeye çalıştıkları yöntemin edebi başarısı ise oldukça tartışmalı bulunan grup, kısa süre içinde üyelerinin hikâye yazmayı bırakmasıyla kendiliğinden dağılır. 1930'larm ikinci yarısından itibaren, özellikle Sabahattin Ali hikâyesi ile birlikte Sadri Ertem ekolünün etkileri silinmeye, toplumcu söylem değişmeye ve yüksek sesle söylenen basmakalıp sözlere hiç yer vermeyen, sosyal çevreyi oldukça arka planda bırakan, gözlemci ve eleştirel gerçekçi bir bakış açısı hakim olmaya başlar (İslam 2004)
(Dr. Ayşenur Külalıoğlu İslam, Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yay., Ank. 2007)
Anadolu Romanı ya da Romanda Toplumcu Gerçekçilik
1940'lı yıllardan itibaren romanda gerçekçiliğin bir uzantısı olarak değerlendirilen köye ve köy insanına yöneliş başlar. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Cumhuriyet ideolojisi çevresinde işlenen köy romantizmi, Yakup Kadri'nin Yaban'ıyla yerini köy gerçekçiliğine bırakır. Artık Türk okuru, o zamana kadar kendisine tanıtılan köy ve köylülerin, Anadolu'yu duyduklarından ve hayal ettiklerinden tanıyan İstanbul yazarlarının anlattığı gibi olmadığını fark eder. Köy Enstitüleri'nden yetişen köy kökenli yazarların eser vermesiyle uzun yıllar devam edecek olan Anadolu ya da köy-kasaba romanı akımı başlar. Bu tür romanlar, konularını, daha çok toprağa bağlı insanların hayatından alırlar. Mahmut Makal'ın (d.1933) 1950’de doğduğu köyde öğretmenlik yaptığı Nurgöz köyü ile ilgili gözlemlerinden oluşan Bizim Köy adlı kitabını yayımlamasıyla köye ve köy hayatına olan ilgi iyice artar. Makal, bu eseriyle konu bulmakta güçlük çeken Türk romancılarına yeni kaynak göstermekle kalmamış, aynı zamanda Köy Enstitülü yazarlar kuşağına da öncülük etmiştir. (Kaplan 1997:134-135)
Köy romanına duyulan ilginin temelinde dönemin siyasal gelişmelerinin de etkisi olduğu görüşü yadsınamaz. Demokrat Parti'nin tek parti iktidarına karşı başlattığı siyasal muhalefet ve bir süre sonra gerçekleşen iktidar değişikliği, biraz da köyü oy deposu görme anlayışının da etkisiyle köyler ve köylüler yeni politikaların hedefi hâline gelir. Bir zamanlar adam yerine konulmayan köylü, hiç olmazsa seçim dönemlerinde ilgi odağı hâline gelir. Daha yerinde bir söyleyişle köylü tek parti iktidarının esirgediği yakınlığı ve ilgiyi yeni siyasal oluşumda bulur. Öte yandan yeterli olmasa da köylünün üzerindeki vergi, angarya gibi baskılar azalır Köylerin okullaşması, daha çok Köy Enstitülerine eğitim için giden gençlerin bilinçlenmeleri ile köy ve köy sorunları kültür ve edebiyata büyük oranda malzeme olur. Ülkede her şey gibi romancılar da ele aldıkları konular da değişmeye başlat Andaç'ın söyleyişiyle "Sanayileşme ve köylülük... ve sınıfsal yapılanmalarla ya sanılan sorunlar yumağı bu dönemde biçimlenir. Kaçınılmaz olarak, dönemin bu sosyo-ekonomik yapısı toplum yaşamını, inanışını, insanın gündelik yaşantısını et kiler."(Andaç 1998:182)
Enstitü çıkışlı romancılar, biçim, anlatım teknikleri gibi sanat kaygılarından uzakta, toplumsal gerçekleri ele almış ve romanı dünya görüşleri için bir ileti aracı olarak görmüşlerdir. Bu anlayış iledir ki, yazılan romanların büyük bir bölümü dönem için bir belge hüviyetinde olsa da; tarihsel, sosyolojik ve psikolojik derinlikten uzakta, daha çok kaba bir bildiri düzeyinde kalmıştır.
Bu konuda geniş çaplı bir araştırma yapan Ramazan Kaplan'ın tespitlerine göre köy romanlarının temel yapısı çoğunlukla ağa ile merkezi idarenin temsilcisi konumundaki muhtarın kıskacında kalan köylülerin çatışması üzerine kurulmuş tur. İşlenen izleklere gelince: din, batıl inançlar; gelenekler ağa ve jandarma baskısı, topraksız köylü ve toprak kavgaları, toprağın çoğu zaman zorla köylüden alınarak belli ellerde toplanması, kanundışı hak arama çabalarını sembolize ede eşkıyalık, su ve toprak sorunu; öç alma, teknolojik gerilik, traktörün köye girişi il el emeğinin ucuzlaması ve ardından gelen yoksulluk, işsizlik ve buna bağlı olara kasabaya ve kente göç edenlerin simsarlar elinde sömürülmesi, bununla bağlantılı olarak namus anlayışının ve kişiliğin yozlaşması; kan gütme, ırza tecavüz; göçebelikten yerleşik düzene geçişin sıkıntıları, idari yapının tenkidi, çok partili hayat ve köylü, evlilik ve sorunları, köy öğretmeninin yalnızlığı, köylünün psikoloji bunalımı... gibi başlıklar altında toplanabilir. (Kaplan 1997)
Köy romancılığının kuşkusuz en önemli yanlarından biri devlet uygulamalarına karşı bir tepki havası taşımasına rağmen Türk halkının özellikle Türk köylüsünün ortak özelliğini yansıtması; ikincisi ise yazarların o zamana kadar Anadolu'yu duydukları ya da düşlediklerine göre değerlendiren başkent romancılarının aksine içlerinde yaşadıkları insanları ya da tanık oldukları olayları anlatmalarıdır. Bu arada onların köy sorunlarına bakış tarzlarım çok partili hayata geçiş sırasında eşrafı ve ağaları destekleyen partizanca tutumların, boş vaadlerle ve seçim yatırımlarıyla köylüyü aldatan kimi politikacıların etkili olduğunu söylemek ödev niteliğinde.
Toplumcu-Gerçekçi Bakış
1960 sonrası, Türk romanında yeni tekniklerin ve farklı eğilimlerin görüldüğü/denendiği bir dönemdir. Toplumcu-gerçekçi bakış adı altında bölümlediğimiz bu dönem romancıları etkisi altında kaldıkları ideolojilerin de etkisiyle yeni arayışlara ve yapılanmalara girerler. Bu yönelişler, varsıllık-yoksulluk kutupluluğuna dayalı bir çizgide, küçük sapmalarla devam eder. Anadolu’daki köy ve kasabalardaki sosyal hayatı esas alan romanlarda bu kutupluluk ağa-ırgat, yönetici-köylü, mütegallibe-köylü gibi zıtlıklar üzerinde şekillenir. Ülkemizdeki yaygın tanımıyla "sol edebiyat" söz grubuyla nitelenen bu yapılanmada romancılar, sosyalist, marksist, komünist bir ideolojiye bağlı olsalar da büyük bölümü olaylara ve kişilere insancıl bir dikkatle yaklaşmışlardır.
Olaylara insancıl ve evrensel değerler açısından bakan yazarların romanları büyük ölçüde konularını yazarın yaşam öyküsünden ya da yakın çevresinden alırlar. Bu romancılardan Necati Cumalı'nın, Nezihe Meriç 'in, Nejat Gülen 'in, Feride Çiçekoğlu'nun, Demir Özlü 'nün, Orhan Kemal 'in roman kişileri de çoğu zaman özyaşamsal özellikler taşırlar.
Anadolu köy ve kasabalarını konu alan romancılardan Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Kemal Bilbaşar gibi kimileri, ideolojik bir tek yanlılıkla, benzer konuları tekrarlamanın kolaylığında, köy/kasaba sorunlarını işlemeyi ısrarla sürdürürken; Sabahattin Ali, Kemal Fahir, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, gibi kimileri bir süre sonra şehir insanının ve büyük şehrin sorunlarını ele alan konulara yönelirler. Yine aynı kaynaktan beslenen roman yazarlarından Cevat Şakir, Tarık Buğra gibi kimileri de Anadolu kent ve kasabalarındaki insanların bireysel sorunlarını ele alırken; Mehmet Şeyda, Tarık Dursun K. gibi kimileri de kişilerinin sorunlarına toplumcu-gerçekçi bir dikkatle yaklaşırlar.
(Dr.Osman Gündüz, Yeni Türk Edebiyat El Kitabî,Grafiker Yay., Ank. 2007)
İLGİLİ İÇERİK