Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

1. Tanzimat Dönemi Şiirine Genel Bakış

Türk şiiri, 19. yüzyılın ortalarına gelinceye kadar, büyük ölçüde dinî değerlerin oluşturduğu Doğu’ya ait kaynaklardan beslenmiştir. Kendi seyrinde devam eden şiirimiz, 13. yüzyıldan başlayarak Divan şiiri denen köklü bir şiir geleneği içinde gelişmeye başlamış ve bu gelenek yüzyıllar boyu saltanatını sürdürmüştür. Şiirimiz, 19. yüzyıldan itibaren yavaş da olsa bu geleneğin dışında bir değişme, yenileşme sürecine girmiştir. Ama yüzyılların birikimi olan bir şiir geleneğinin birdenbire değişmesi mümkün olmamıştır.

Şiirimizdeki hızlı ve asıl değişme 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Tanzimat’la olmuştur. Çünkü bu devir, bir değişme ve geçiş dönemidir. Toplumumuz, Tanzimat sonrasında yeni bir medeniyet dairesinin içine girmiştir. Bu dönemden itibaren Doğu’ya has yaşam tarzından Batılı yaşam tarzına geçilmiştir. Bu medeniyet değişikliğine paralel olarak bireysel ve toplumsal hayatımız hızlı bir değişim süreci yaşamıştır. Şiirimiz de bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmıştır. Yani Tanzimat şiiri, bir medeniyet değişmesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Tanzimat’a kadar Batı’dan tamamıyla ayrı bir düşünüş ve anlayış içinde gelişmiş olan Doğu şiiri, Batı’nın yeni fikirlerini kısa zamanda kendine mal edememiştir. Onun için Tanzimat döneminde bile gazelciler, kasideciler yetişmiştir.

Bu dönemde her sahada görülen Doğu-Batı uygarlığı çatışmasına şiirde de tanık oluruz. Şiirde bir yandan eski alışkanlıklar sürerken, öte yandan yenilikler ortaya çıkar. Bir yandan eski nazım şekilleri devam ederken, bir yandan Batı’dan, özellikle Fransız edebiyatından alınan nazım şekilleri kullanılır. Eski nazım şekilleri devam ederken konu genişler, konu birliğine, kompozisyon bütünlüğüne gidilir. Gazel, kaside, murabba, kıt’a, terkib-i bent gibi Divan edebiyatı nazım şekilleriyle o zamana kadar pek ele alınmayan hürriyet, vatan sevgisi, adalet, millet, ilerleme, tabiat, teknik, fizik ötesi gibi kavramlar işlenir.

 


a. Tanzimat dönemi şairleri

 

Tanzimat edebiyatı şairlerini kendi içinde iki gruba ayırmakta fayda vardır:

Tanzimat’ın birinci kuşak şairleri:

Tanzimat edebiyatının birinci dönemi 1860 ile 1876 yılları arasını kapsar. Bu dönemin en önemli temsilcileri Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal’dir. Hatta bu devreye Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal Mektebi de denilmektedir.

 

Bu sanatçıların ortak özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Sanat toplum içindir görüşünü benimsediler ve bu doğrultuda eserler verdiler.
  • Dilde sadeleşmeyi, ölçüde heceyi savundular; ama bunu tam olarak uygulamadılar.
  • Fransız devrimci yazarlarından esinlenerek zulme, haksızlığa kalemleriyle savaş açtılar.
  • Divan edebiyatını eleştirdiler, Halk edebiyatını savundular; ama bu düşüncelerini eserlerine yansıtamadılar.
  • Şiirde estetik güzelliği değil, içeriği ön plana çıkardılar.
  • Edebiyatı fikirlerini aktarmak için bir araç olarak gördüler.
  • Önceki şiirimizde bulunmayan vatan, millet, hak, hukuk, hürriyet ve meşrutiyet gibi kavramları şiire taşıdılar.
  • Eski nazım şekilleriyle yeni kavram ve duyguları işlediler.
  • Edebiyatın yanında siyasetle de ilgilendiler.

Şimdi bu sanatçıları kısaca tanıyalım:

 

 Şinasi (1826- 1871)

 

1826 yılında İstanbul’da doğan Şinasi, Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatının ilk örneklerini verdi. Zekâsı ve kabiliyeti ile dikkati çeken Şinasi, 1849’da devlet hesabına maliye tahsili için Paris’e gönderildi. Burada Fransız edebiyatını ve sanatçılarını yakından tanıma fırsatını buldu. Batı’daki fikir ve sanat akımlarından etkilendi. Türkiye’ye Avrupaî bir düşünce ve edebiyat çığırı açmak hevesiyle döndü.

Yurda dönüşünde Mustafa Reşit Paşa ve Yusuf Kâmil Paşa’nın himayesinde memurluklar yaptı. Daha sonra devlet hizmetinden çekilerek, 1860’ta Agâh Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahval, 1862’de tek başına Tasvir-i Efkâr adlı gazeteleri çıkardı.

Şinasi’nin en önemli yanı, yeni fikirlere sahip olması, bu fikirleri basın ve edebiyat yoluyla yaşama geçirmesidir. Yazar, halk dilini benimsemiş, Türk edebiyatında ilk tiyatro örneği olan Şair Evlenmesi adlı oyunu ve Karakuş Yavrusu ile Karga Hikâyesi’ni halk diliyle yazmıştır.

Eserleri:

Şiirlerini Müntahabat-ı Eş’âr adlı kitapta toplamıştır. Fransızcadan yaptığı çevirileri de Tercüme-i Manzume adıyla küçük bir kitap hâlinde yayımlamıştır.

Tiyatro: Şair Evlenmesi.

Atasözleri: Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye.

Şinasi’nin asıl önemli eseri çıkardığı gazeteler ve bu gazetelerde yayımladığı makalelerdir.

 

Namık Kemal (1840 -1888)

Tekirdağ’da doğan Namık Kemal, özel dersler alarak Arapça, Farsça ve Fransızcayı öğrendi. 1858’de İstanbul’a gelen sanatçı, burada bazı sanat çevrelerine girerek değişik şairlerle tanıştı. Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet gibi Encümen şairlerinden ilk klasik şiir sevgisini aldı ve klasik şiir tarzında ilk önemli şiirlerini yazdı.

İstanbul’da Tercüme Odası’na girdi, orada Şinasi ile tanıştı ve Batı edebiyatına yöneldi, Osmanlılar Cemiyeti’ne girdikten sonra Avrupa’ya kaçtı. Ziya Paşa ile Londra’da Hürriyet gazetesini çıkardı. 1872’de İstanbul’a dönen Namık Kemal, yazdığı Vatan yahut Silistre piyesinin oynatılmasından sonra Magosa’ya sürüldü. Orada roman, tiyatro, tarih ve tenkit türlerinde birçok eser yazdı. 1876’da İstanbul’a döndü. Hükümet aleyhine yaptığı sert eleştiriler üzerine Midilli adasında mecburî ikamete tâbi tutuldu. Sonra mutasarrıf olarak Rodos’a, oradan da Sakız’a gönderildi. Sakız adasında öldü. Namık Kemal, millî değerlerimizi yok etmeden Avrupalılaşmayı ve modernleşmeyi amaç hâline getirdi.

Bir mücadele adamı ve idealist olarak yalnız Tanzimat döneminde değil, sonraki kuşaklar üzerinde de etkili oldu. Düşünce ve telkinleriyle de yeni bir edebiyatın kurulmasında büyük bir rol oynadı.

Namık Kemal, şiirlerinde çoğunlukla sosyal konuları işledi. “Bâis-i şekva bize hüzn-i umumîdir Kemal Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına" beyti onun sanat ve yaşam anlayışını özetler.

Eserleri:

Şiirleri Divan’ında toplanmıştır.

Romanları: İntibah, Cezmi.

Tiyatroları: Vatan yahut Silistre, Gülnihal, Âkif Bey, Kara Belâ, Zavallı Çocuk ve Celâleddin Harzemşah.

Biyografileri: Selâhaddin-i Eyyubî, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Terceme-i Hâl-i Nevruz Bey.

Tarih: Barika-i Zafer (İstanbul’un Fethi), Devr-i İstilâ, Silistre Muhasarası, Kanije, Osmanlı Tarihi.

Makale-tenkit: Mütahabat-ı Tasvir-i Efkâr, Tahrib-i Harabat, Takip, Kemal Beyin İrfan Paşaya Mektubu, Mukaddime-i Celâl, Talim-i Edebiyata Dair Risale, Renan Müdafaanâmesi

 

Ziya Paşa (1829 - 1880)

Ziya Paşa, 1829’da İstanbul’da doğdu.

1856 yılında Mustafa Reşit Paşa tarafından saraya Mabeyn-i Hümayun kâtibi olarak alındı.

Klasik şiir geleneğini sürdüren Encümen-i Şuarâ’ya (Leskofçalı Gâlip, Lebip, Osman Şems, Hersekli Arif Hikmet gibi şairlerin oluşturduğu edebî topluluk) girerek şiir ve edebiyat sohbetlerine katıldı. 1862 yılından itibaren çeşitli yerlerde mutasarrıflıkta bulundu. Namık Kemal’le beraber yurt dışına kaçarak hükümet aleyhinde yazılar ve şiirler yayımladı. Londra’da Hürriyet gazetesini çıkardı. Avrupa’da beş yıl kadar kaldıktan sonra 1871 yılı sonlarında İstanbul’a geldi.

Tanzimat edebiyatının belli başlı özelliklerini sanatında toplayan Ziya Paşa, aynı zamanda klasik Türk şiirinin de son büyük temsilcilerinden biri sayılmıştır. Terkib-i bent ve terci-i bendiyle ünlü olan Ziya Paşa’nın na’t, münacaat, kaside, mersiye ve gazelleri; teknik, duyuş ve düşünüş yönünden eskiye bağlıdır, fakat fikir yönüyle batılı bir nitelik taşır.

Şiirlerinin hepsinde şekil ve dil bakımından eskiye bağlı kalmakla beraber içerik bakımından yenilikçi oldu. Devrinin siyasi ve sosyal olaylarını, politikacıların kötü tutumlarını, sosyal ahlakın düşkünlüğünü kuvvetli bir hiciv unsuru ile şiirlerinde işledi.

Eserleri:

Şiirleri: Eş’ar-ı Ziya.

Yergi: Zafernâme (Nazım - nesir karışık).

Nesirleri: Rü'ya, Defter-i A’mal Mukaddimesi.

Tercüme eserleri: Endülüs Tarihi, Engizisyon Tarihi, Tartuffe. 

Antoloji: Harabat.

 


Tanzimat’ın ikinci kuşak şairleri:

Tanzimat edebiyatının ikinci dönemi 1876 ile 1896 yılları arasını kapsar. Bu dönemin en önemli temsilcileri Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem ve Muallim Naci’dir.

Bu sanatçıların ortak özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • “Toplum için sanat” felsefesini bırakıp “sanat için sanat” görüşünü benimsediler.
  • Siyasi ortamlara ve devlet yönetimine pek karışmadılar.
  • Sosyal konulardan çok, bireysel konuları ele aldılar.
  • Birinci kuşak şairlerine göre daha ağır bir dil kullandılar.
  • Birinci kuşağın mücadeleci kişiliğine karşılık bu devre sanatçıları biraz içe dönük ve uyumlu bir kişiliğe sahiptirler.
  • Hem şekil hem de içerik olarak öncekilere göre daha yeni bir edebiyat ortaya koydular.
  • Klasik, romantik ve realist edebiyat akımlarını Türk edebiyatına başarıyla yansıttılar. bireysel ve yenilikçi sanat anlayışıyla Fünûn edebiyatının oluşumuna da

Bu dönemin önemli şairlerini kısaca tanıyalım:

 

Abdülhak Hamit Tarhan (1852 - 1937)

Abdülhak Hamit, öğrenimini daha çok, özel hocalardan ders alarak tamamladı. Daha on yaşındayken Paris’e gitti. On üç yaşında,

Tahran Elçiliğine gönderilen babasıyla İran’a gitti. 1876’da Paris Elçiliği kâtibi olarak meslek yaşamına başladı. Daha sonra dış ülkelerde konsolosluk ve elçiliklerde çeşitli görevler yaptı. Bu vesileyle Paris, Londra, Bombay gibi büyük şehirlerde bulundu.

Abdülhak Hamit, Doğu ve Batı edebiyatlarının çeşitli sanat ve özelliklerini eserlerinde ustalıkla birleştiren bir Tanzimat şairidir. Doğu ve batı sanatını, bu sanatların ülkelerine giderek kendi kaynaklarından öğrenmiştir.

Sanatında romantik özellikler bulunan sanatçı; yer yer, şiiri tiyatrolaştırmış, bazen tiyatroya hikâye çeşnisi katmıştır. Şiirlerinde zengin bir lirizm; taşkın ve tezatlı bir söyleyiş göze çarpar.

Abdülhak Hamit’in şiirlerinde metafizik düşünceler büyük bir yer tutmuştur: “Makber, Ölü, Bunlar Odur, Hacle” gibi eserlerinde şair, eşinin ölümü üzerine geçirdiği psikolojik aşamaları çok açık bir şekilde ortaya koyar. Şiirlerinin diğer bir kısmında ise sosyal düşüncelere yer vermiştir. Hem metafizik konulu hem sosyal düşünceleri ele aldığı şiirlerinde bir düzen bulmak zordur. Ayrıca şiirlerinde tabiat ve aşk unsurları büyük bir yer tutmuştur.

Abdülhak Hamit, şiirden başka, tiyatro türünde de pek çok eser ortaya koymuştur. Bu eserlerin konularını çoğunlukla tarihten (Türk, Hind, Asûr, Arap tarihleri) almıştır. Sanatçının eserlerindeki dağınıklık, itinasızlık ve düzensizliğe rağmen; yeni edebiyatımızın gerçekleşmesinde, Türk edebiyatına Batılı bir karakter verebilecek olan yeni bir neslin yetişmesinde büyük rol sahibi olduğu söylenebilir.

Eserleri:

Şiirleri: Sahra, Makber, Kahpe, Divaneliklerim Yahut Belde, Bunlar Odur, Hacle, Bâlâ’dan Bir Ses, Vâlidem, Yadigâr-ı Harp, İlham-ı Vatan...

Manzum Piyesleri: Nazife, Tarık, Eşber, Zeynep, Liberte, Turhan, Finten, Hakan, Macera-i Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Zeynep, Tarık.

 

Muallim Naci (1850 - 1893)

Asıl adı Ömer olan sanatçı, İstanbul’da doğdu. 1857’de babası ölünce annesiyle beraber dayısının yanına, Varna’ya, gitti. İstanbul’da yarım kalan öğrenimini burada tamamladı. Arapça, Farsça ve Fransızcayı öğrendi. 1867’de Varna Rüştiyesi’ne öğretmen oldu. Naci mahlâsıyla şiirler yazmaya başladı. Kısa sürede dikkatleri üzerine çeken Muallim Naci, Mutasarrıf Sait Paşa’nın kâtibi oldu. Onunla birlikte Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde çalıştı. İstanbul’a dönünce gazeteciliğe geçti. 1883’ten itibaren Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetti. Bu süre içinde klasik edebiyat taraflarına arka çıktı, gazetede onların yazılarına yer verdi. Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) ve Mekteb-i Hukuk’ta (Hukuk Fakültesinde) edebiyat öğretmenliği yaptı. Kalp krizinden öldü. Mezarı, Divan Yolu’nda Sultan Mahmut Türbesi’nin bahçesindedir.

Muallim Naci, Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinde o günlerde etkisi epey azalan klasik şiiri yeniden canlandırmaya çalıştı. Batı etkisiyle gelişen yeni edebiyatın o günkü temsilcileri Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit’e karşı klasik edebiyatı savundu. Muallim Naci, aldığı köklü medrese kültürünün etkisiyle daha çok, klasik tarzda şiirler yazmıştır. Ancak o, yeniliklere son derece açıktı ve Batılı edebiyat anlayışına uygun birçok şiire imza attı. Her iki tarzda kaleme aldığı şiirlerinde devrine göre yalın ve duru bir Türkçe kullandı. Aruz ölçüsünü Türk diline ustalıkla uyguladı.

Eserleri:

Tenkitleri: Muallim, Yazmış Bulundum, Demdeme.

Şiirleri: Ateşpâre, Şerare, Füruzan, Sümbüle I. (kısım), Yadigâr-ı Naci.

Hatıra: Ömer’in Çocukluğu.

Tiyatro: Heder.

Edebiyat Tarihi :Osmanlı Şairleri, Esami.

Edebiyat Bilgileri: Istılahat-ı Edebiye.

Sözlük: Lügat-i Naci

 

 

Recaizade Mahmut Ekrem (1847 -1914)

İstanbul’da doğan Ekrem, Arapça ve Farsçayı babasından öğrendi. Daha sonra Fransızcayı da öğrenen sanatçı, Namık Kemal’i tanıdı ve onun yanında “Encümen-i Şuara” toplantılarına katıldı.

Namık Kemal’i tanımasının ardından edebiyat çevrelerine girmiş ve onun Fransa’ya gitmesi üzerine, 1867’de Tasvir-i Efkâr gazetesinin yönetimine geçmiştir. Eski-yeni edebiyat tartışmalarının merkezinde yer almıştır. Tanzimat ve Batı düşüncesinin yeni kuşağa benimsetilmesinde önemli rol oynamıştır. Sanatta güzellik ilkesini benimsemiş, “sanat sanat içindir” anlayışına bağlı kalmıştır. Eserlerinde daha çok, tabiat, aşk ve ölüm temalarını işlemiştir. Oğullarının, özellikle de çok sevdiği Nejad’ın ölümünden duyduğu acıyı dile getirdiği şiirleriyle daha çok karamsar duygular işlemiştir.

Eserleri:

Şiir: Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebâb, Zemzeme (3 cilt), Tefekkür (düz yazı ile karışık), Pejmürde (düz yazı ile karışık), Nijad Ekrem (2 cilt, anılarla birlikte), Nefrin.

Roman: Araba Sevdası.

Öykü: Saime, Muhsin Bey, Şemsa.

Oyun: Afife Anjelik, Vuslat, Görev Çağrısı, Çok Bilen Çok Yanılır.

Edebiyat üzerine yazdıkları: Ta’lim-i Edebiyat, Takdir-i El-han, Takrizat.

 

b. Tanzimat dönemi şairlerinin şiir anlayışı

Tanzimat’tan önceki şairler şiiri meslek edinmiş, gönüllerini, kaderlerini şiire bağlamış, gerçekten şair olan insanlardı. Tanzimat sanatçılarının çoğu, şiir ustası olmaktan çok, şiir heveslisi ve fikir işçisidir. Bu şairlerin en iyilerini bile bugün usta sanatçı olarak değil, birer öncü, yenilik getirici olarak değerlendirebiliyoruz. Bu sanatçıların çoğu, şiir yoluyla toplumu uyandırmak, yüceltmek amacını taşımışlardır. Haksızlığa, baskıya karşı sesini şiirle duyurmaya çalışmışlardır.

Ziya Paşa, Şinasi, Namık Kemal gibi şairler söz sanatlarından, şiiriyetten uzak bir şiir anlayışı benimsemişlerdir. Bu şiire “düşünce şiiri, fikir şiiri” denebilir. Hatta bu dönem şiirine “manzum nesir” demek daha doğru olur.

Şiir hakkında ilk değerlendirmeyi Ziya Paşa “Şiir ve İnşa” adlı makalesinde yapmıştır. Ziya Paşa, bu değerlendirmede Divan şiirine şiddetle karşı çıkarken, gerçek Türk şiiri olarak Halk şiirini göstermiştir. Ancak yazdığı “Harabat” adlı antolojinin ön sözünde bu görüşlerinin tam tersini, yani Divan şiirini savunurken, Halk şiirini alaya almıştır. Bir şiirinde Halk şiirine olan ilgisinden dolayı duyduğu pişmanlığı şöyle ifade etmiştir.

Gâhîce Garîbî’yi okurdum

Âşık Kerem ’e yanar dururdum

Âşık Ömer’i ki gâh alırdım

Uçkur sözüne şaşar kalırdım

Ayrıca Batı edebiyatını örnek almayı gereksiz görmüş ve

 “Bilmem ki neden her işte mutlak 

Avrupalıya mukallid (taklit) olmak” 

diyerek Batı taklitçiliğini eleştirmiştir.

 

Ziya Paşa bu ikilemi yaşarken, Namık Kemal eski şiir geleneğini yıkma konusunda kararlı bir tutum sergilemiş ve Ziya Paşanın “Harabat”taki fikirlerine “Tahrib-i Harabat” ve “Takib” adlı eserlerinde şiddetle karşı çıkmıştır. Namık Kemal, bu eserlerinde eski şiiri mantıksızlıkla suçlamış, özellikle de bu şiirin “mazmun”larını alaya almış ve Doğu şiir zevkini canlandırma isteğine karşı çıkmıştır. Ayrıca,

Türkîde kaside görmedim ben

Beş beyti bile mutâbık-ı fen

Mazmunları vehmdir zünûndur

Akla göre âdeti cünûndur

diyerek Divan şiirini tutarsızlıkla, mantıksızlıkla suçlamıştır.

Tanzimat’ın birinci kuşağının toplumsal değerlere dayalı şiir anlayışı, ikinci kuşakta kişisel değerlere bağlı şiir anlayışı olarak değişme göstermiştir. Ayrıca ikinci kuşak şairleri, şiiri sanat açısından ele alma yoluna gitmiştir. Mesela Recaizade Mahmut Ekrem, öncekilerin şiir üzerindeki eski-yeni değerlendirmelerine karşılık, şiirin edebiyat içindeki yerini ve ne olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Bu konuda o, “sanatın amacı güzelliktir" diyerek sanat ölçülerini ön plana almıştır. Bu güzelliğin oluşumunu ise konu güzelliğinin ve üslup güzelliğinin bir araya gelmesine bağlamıştır.

Birincilerin şiire, somut ve akla dayalı yaklaşımı karşısında Ekrem, daha soyut sanat ölçüleri içinde yaklaşmıştır.

Abdülhak Hamit ise şiir sanatı üzerinde düşünmekten çok, yeni şiir tarzını uygulayan bir şair olarak karşımıza çıkar. Namık Kemal’in eski şiir hakkındaki yıkıcı düşüncelerini o, yazdığı şiirlerle uygulamaya koymuştur.

Sonuç olarak bu dönem şairleri, şiirde şekilden muhtevaya kadar yeni bir arayış içine girmişlerdir. Sanat üzerinde düşünme ve bunları uygulama, ilk başta birtakım kusurları ve çekinceleri de beraberinde getirmiştir. Hem şekilde, hem konuda eskiden oldukça farklı ve değişmeye yönelik hamlelerin, şiir kültürünü gene eski edebiyattan alan bu sanatçılarda bocalama yaratmıştır. Kendi içlerinde zaman zaman düştükleri çelişkiler ve ikilemler bundan kaynaklanmıştır. İşte bu gerçek, onların yenilik yolunda hızlı ve kesin bir sonuç almalarını engellemiştir. Aslında onlardan daha fazlasını beklemek de aşırı iyimserlik olurdu. Çünkü onlar, bir anlamda eskiyi hırpalama, eski şiir geleneğini temelden sarsma gayreti peşinde koşmuşlar ve bunu takip ederek yeni adımlar atma yoluna gitmişlerdir. Bu iki ayrı işlemi yürütme elbette güçtü. İşte onlar bu güç işi başarmaya çalışmış ve yeniliğin ileri hamlelerini kendilerinden sonra geleceklere bırakmışlardır. Küçük küçük de olsa, atılan her bir adım, yeniliği benimseyen ve devam ettirenlerce ileriye götürülmüş ve böylece Tanzimat dönemi, yenileşen Türk şiirinin kaynağı olma özelliğini kazanmıştır. Nitekim onların açtığı yolda yürüyen Servet-i Fünûncular, başta Tevfik Fikret ile Cenap Şehabettin olmak üzere Türk şiirinin çehresini değiştirmeye çalışmışlardır. Cumhuriyet döneminde ise Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in de katkıları ile yenileşen Türk şiirinin, olgun ürünlerini vermeye başladığını görüyoruz.

 

 


TANZİMAT DÖNEMİ ŞİİR-2

Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa söz sanatlarından uzak, söz oyunlarından arınmış bir şiiri getirirler. Buna, «düşünce şiiri, fikir şiiri» de denilebilir. Tanzimat şiirinin bu üç büyük öncüsü şiiri, mecazlardan, mazmunlardan kurtararak mısralarında fikri çıplak olarak vermişlerdir. Namık Kemal; yüzyıllar boyu  devam ede gelen insanın güçsüzlüğü görüşüne karşı dikilir; insanın bir kahraman olduğu görüşünü savunur. Bu inancı Hamit daha ileri götürür; kâinat karşısında iyimser, hayranlık duygularıyla dolar. Günlük yaşantıdan doğan izlemler, Tanzimat şiirine girer.

Tanzimat'a girerken, bireysel ve toplumsal yaşantımız hızlı bir değişim içerisindedir. Şiirimiz buna katılmak zorunda kalmıştır. Yeni bir insan anlayışı şiirimizi etkilemiş; şairler kudretlerini uluslarından almak zorunda kalmışlar­dır. Yeni şiirin en belirli özelliği, gerçeğin, yaşantının dili oluşudur. Türk şiirinin söz oyunlarından kurtuluş hareketi Şinasi ile başlar. Şiirimize konuş­ma dilini getiren odur. Şiirimize ilk kompozisyon yine Şinasi ile girer. Namık Kemal siyasete, Abdülhak Hamit felsefeye giderler. Türk şiirinde duygusal bir deyiş yaratanlar Abdülhak Hamit’le, Recaizade Ekrem'dir. Muallim Naci; şiirimizin özünü neoklâsisizme götürmek ister. Yeniyi arayanlar, eskiyi aşmak zorundadır. Şiirimizin vezin, nazım aşamalarını bilmeyenler, yeni şiirimizin neler getirdiğini anlayamazlar.Edebiyatımıza Batılı anlayışla ilk nazım yeniliklerini getiren, bu yenilik­leri Sahra, Makber adlı yapıtlarında ortaya koyan şairimiz, Abdülhak Hâmit't ve Namık Kemal'in «Vaveyla» sı bundan sonra gelir. Hamit’ten sonra özle bir­likte şiirimizin biçimi de yenileşir. Divan şiirini yıkanların, yeni şiiri kurmağa çalışanların öncülerindendir. Hamit. O; Türkçe, Farsça, Arapça, Fransızca, söz­cükler içerisinde yaşadığı için, şiirlerinde bu dört dilin etkilerini gösterir. Tan­zimat şiirinde yeni bir şiir dilinin kurucu sayılır.

Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa eski biçim içerisine yeni bir öz; mazmunlu deyişler yerine konuşma diline giden bir Türkçe koyarlar. Nedim'le, Şeyh Galip, Divan nazmında yenilikler yapmak için büyük çaba gösterirler. Fakat onların bu çalışmaları bugünkü nazım anlayışımızdan çok uzak, Divan Şiiri özelliklerinden dışarı çıkacak bir nitelikte değildir. Halk Şiirimizden söy­leyiş içtenliği, Divan Şiirimizden dizeler disiplini, Batı'dan kişinin günlük dramını almamız gerekli görülür.

Tanzimat dönemi, iki uygarlığın çarpışmasının şiirde de tanık olur. Bir eskilik sürerken, öte yandan yeniliklere açık bir edebiyat yaratılır. Konu genişlerken, konu birliğine, kompozisyon bütünlüğüne gidilir. Eski nazmı biçim­lerinin yerini, Batı'dan gelen, özellikle Fransız Edebiyatı'nın kullandığı yeni biçimler alır.

Tanzimat şiiri; biçimle öz yönünden, yeni özleyişlerin olanaklarıyla zorlanır. Gazel, kaside, murabba, kıt'a, terkib-i bent gibi divan, nazım şekillerinin içerisine, o zamana kadar görülmeyen, hürriyet, vatan sevgisi, adalet, milin, terakki, tabiat, teknik, fen, ilim, materyalist fizik ötesi düşünceler girer.

Tanzimat Şiiri; divan şiirine göre, daha canlı, daha çeşitlidir. Divan şiirinde zihinsel bir varlık gösteren duyumlar, Tanzimat'la fikirleşir. Bu dönemdeki Türk şiirine manzum nesir de denilebilir. Tanzimat şiirini, Divan şirinden ayıran en önemli ayrılığı, toplumcu özelliğinde aramalıdır. Divan şiiri «bireyci» oluşuna karşı Tanzimat şiiri «toplumcu» dur.Tanzimat şiirinde aşırı bir öz kaygısı vardır. Muhtevanın zenginliği, şekil mükemmelliğinden üstün tutulur. Tanzimat'la başlayan edebiyatımızda biçim, dil, ülkü bakımlarından yepyeni bir anlayış görülür. Bu anlayışın kaynağı Fran­sız Edebiyatıdır. Tanzimat'tan sonra, Divan şiirinin üslûpçuluğu yıkılır. Şiirin konusu genişler, doğa, felsefe, iç ve dış yapı olanakları gelişir, fakat beklenen şiir yaratılamaz.Batı Uygarlığındaki Türk Şiiri ile her geçen gün biraz daha Divan Şiiri'nden ayrıldık. Tanzimat şiiri ile Divan Şiirinin geleneksel yapısı yıkıldı. Divan Şiiri; genellikle, aruza uygun, kafiyeli sözleri şiir sayar. Yeni Türk Şiiri, nazmın şiir olmayacağı görüşündedir. Türk Şiiri, Tanzimat'tan zamanımıza doğru gel­dikçe, soyuttan somuta varır. Yeni şiirimizin en büyük özelliği, mısra yapısını getirmiş olmasıdır.

 ZAMBAK 

İLGİLİ İÇERİK

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT ROMANININ KARŞILAŞTIRILMASI

TANZİMAT EDEBİYATI ÖSS/ÖYS/LYS SORULARI

TANZİMAT EDEBİYATI BULMACA

TANZİMAT EDEBİYATI ÖĞRETİCİ METİN ÖRNEKLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ OLUŞUMU

TANZİMAT TİYATROSU

TANZİMAT I.DÖNEM ve II.DÖNEMİN DİL ANLAYIŞLARI

TANZİMAT EDEBİYATI TEST

TANZİMAT I. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT II. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT EDEBİYATI (1860-1896)

SON EKLENENLER

Üye Girişi