Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 TANZİMAT EDEBİYATINDA NATÜRALİZM

Natüralizm, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da ortaya çıkmış bir edebiyat akımıdır. Natüralizm, realizme tepki olarak değil, realizmin gerçekçilik oranını yetersiz bulduğu için doğmuş bir akımdır. İlk örneklerini Emile Zola, “Deneysel Roman” adlı eseri ile vermiştir. Alphonse Daudet, Guy de Maupassant, Henrik İbsen, Goncourt Kardeşler, J. Steinbeck bu akıma bağlı olan sanatçılardır. Bu akıma bağlı olan yazarlar, eserlerinde nesnel bir anlatıma başvurmuş, edebiyata gözlem ve deneyi sokarak sanatçının tam bir bilim adamı tarafsızlığıyla davranması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bunu yaparken de yaşamın acımasız ve kaba yanlarını da olduğu gibi yansıtmışlardır. Çevrenin birey üzerinde ezici bir etkisi olduğu düşüncesinde olan natüralist yazarlar, yapıtlarında, iç karartıcı mekânları, gecekondu semtlerini ve yeraltı dünyasını bir belgesel diliyle işlemişlerdir. “Sanat, toplum içindir.” anlayışına bağlı kalmışlar, çevre betimlemelerine önem vermemişlerdir. Natüralizm, Türk edebiyatına, deneye dayalı bilimlerin ateşli savunucusu Beşir Fuad’ın etkisiyle girmiştir. Roman ya da öykü yazarı olmayan Beşir Fuad, bazı yapıtlarında doğalcılığın temel ilke ve yöntemlerini savunarak dönemin romancı ve öykücülerini etkilemiştir. Türk edebiyatının ilk natüralist romanı 1891’de Ahmet Midhat Efendi’nin yazdığı Müşahedat’tır. Bu akımın Türk edebiyatındaki önemli temsilcilerinden biri Nabizade Nazım’dır.

 İLGİLİ İÇERİK

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT ROMANININ KARŞILAŞTIRILMASI

TANZİMAT EDEBİYATI ÖSS/ÖYS/LYS SORULARI

TANZİMAT EDEBİYATI BULMACA

TANZİMAT EDEBİYATI ÖĞRETİCİ METİN ÖRNEKLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ OLUŞUMU

TANZİMAT TİYATROSU

TANZİMAT I.DÖNEM ve II.DÖNEMİN DİL ANLAYIŞLARI

TANZİMAT EDEBİYATI TEST

TANZİMAT I. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT II. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT EDEBİYATI (1860-1896)


 

Şemsettin Sami (1850 - 1904)

Tanzimat edebiyatının üretken isimleri arasında yer alan Şemsettin Sami, çok çeşitli türlerde eser vermiştir. Gazetecilik ile başlayan yazı hayatı, edebî tercüme, dergicilik, ansiklopedik neşriyat, dil ve sözlük çalışmaları ile devam eder. Asıl şöhretini sözlük ve ansiklopedik yayın sahasında kazanan Şemsettin Sami, önde gelen dilcilerimizden biridir. Elli dört yıllık ömrüne çok sayıda eser sığdırmıştır.

1881’lerden itibaren yazdığı yazılarda “Osmanlıca” ve “Çağatayca” tabirlerini reddederek, bunların, hakikatte geniş bir coğrafi sahaya yayılmış tek bir Türk dilinin birer şivesinden başka bir şey olmadığını ifade etmiştir. En doğru tabirin Osmanlıca yerine “Garp Türkçesi” ve Çağatayca için “Şark Türkçesi” demek olacağını önemle belirtir. Bu görüşe uygun olarak meşhur lügatine “Kâmus-ı Türkî” adını vermiştir.

Türk dilinin Şemsettin Sami’yi en fazla meşgul eden meselesi edebiyat ve yazı dilimizin Arapça ve Farsça kelime ve kurallarının hâkimiyetinden kurtulup, millî kimliğini kazanması davası olmuştur. Onun bu düşünceleri “Genç Kalemler” hareketinden önce atılan en önemli adımdır. Dilimizden çıkarılmasını istediği, Türkçeleri mevcut bulunan ve konuşma dilinde kullanılmayan kelimelerdir. Konuşma diline girmiş kelimeleri artık Türkçenin malı olmuş kabul etmiştir.

Dil ile birlikte edebiyatımız hakkında da aynı bakış açısıyla düşünceler ileri sürmüş, Türk edebiyatının başlangıcını Orta Asya dönemine götürmüştür. Orhun Âbideleri ve Kutadgu Bilig’i o dönemin diline ilk tercüme eden odur. Bunların okullarda okutulmasını istemiştir. Edebiyat sahasında önceliği Halk edebiyatına vermiştir. Ayrıca Lâtin harflerinin kabulüne taraftar olmuş; bizde de başta Arapça ve Farsça olmak üzere çeşitli doğu dillerini modern yöntemlerle okutacak bir kurumun gerekliliği üzerinde durmuştur. Çocuk kitaplarını başlı başına bir mesele olarak ele almış, edebiyatta yeniliğe taraftar olmuştur. Bütün bunların ötesinde Ahmet Mithat Efendi gibi, halkın eğitilmesini, bunun için sade bir dil ile her alanda yayın yapılmasını istemiş; bu yolda romanlar, piyesler kaleme almıştır. Şemsettin Sami’nin bütün yayın çalışmalarında bu eğitimci rolünü görmek mümkündür.

….

Şemsettin Sami, 1872-73 yıllarında ilk olarak Hadika gazetesinde tefrika edilen, ardından 1875’te kitap halinde basılan Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat isimli eseriyle bizde roman türünün ilk örneklerinden birini vermiştir.

Ahmet Midhat’tan sonra, hikâye ve roman tarzını ilk deneyen Şemseddin Sami’dir. 1873 yılı başında fasikül hâlinde yayımlanmaya başlanan Taaşşuk-ı Tal’at ve Fıtnat adlı romanı, sonu faciayla biten romantik bir aşk macerasını anlatır. Devrin “Millî Roman” anlayışına da uygun olan bu eser, gerek teknik ve gerekse karakter analizleri bakımından, çok başarılı değildir. Ayrıca, yazarın eserdeki dil yanlışları dikkatlerden kaçmamaktadır.

Bu romanda Tanzimat dönemi tiyatro ve romanında çok işle- nen bir konu olan aile baskısıyla yapılan evliliklerin trajik bir sonla biteceği tezi işlenmiştir. Şemsettin Sami, Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’la hem Batılı anlamda yeni bir türün ilk örneklerinden birini vermiş, hem de gençlerin isteklerinin dikkate alınmadığı, baskının hâkim olduğu aile düzeninin bir eleştirisini yapmıştır. Roman, görücü usulü evlilik, birbirine denk olmayan kişilerin evliliğinin ne gibi sonuçlara yol açacağı, kadınların esareti gibi sosyal sorunların ironik bir üslûpla anlatıldığı romantik bir aşk serüveni etrafında odaklanmıştır.

Eser, Batılı romana özgü birtakım özelliklere sahip olsa da genelde klâsik Doğu hikâye geleneğinin kısmen devamı sayılır. Yazarın amacı bir sanat eseri olarak roman yazmak değil, ahlâka ve sosyal yaşantıya dair birçok ibreti ve öğüdü okuyucuya iletmektir.

Roman, yanlış düşünme ve davranış biçimlerinin eleştirisi ve bunlara karşı yeni değerlerin savunulması üzerine oturtulmuştur. Örneğin “üfürükçüye” karşı “hekim” ön plana çıkarılmıştır. Romanda ağırlıklı olarak görücü usulü evlilik anlayışının yanlışlığı üzerinde durulmuştur. Yazar, görücü usulü evlilik karşıtı düşüncelerini romanda Saliha Hanım karakterinin ağzından verir. Romanda ayrıca, evlenecek kıza bu konuda söz hakkı tanın-mamasının sakıncaları anlatılmaktadır.

Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı eseri, geleneksel anlatım tarzından modern anlatım tarzına geçişin ilk örneklerindendir. Bu bakımdan her iki anlatım biçiminin de özelliklerini barındırmaktadır. Bu eser, Doğulu toplumların iki ünlü hikâyesi “Leylâ ile Mecnun” ve “Kerem ile Aslı” hikâyeleriyle tematik açıdan benzerlikler taşır. Ancak romanla bu iki eski hikâye arasında bazı farklar görülmektedir. Bu farklar, romanın geleneksel anlatım teknik ve özelliklerinden batılı modern anlatıma geçişini de ortaya koyan bir niteliktedir. Bunları ana hatlarıyla şöyle verebiliriz: Hikâyelerdeki kişilerde ve olaylarda masal ve efsanelere özgü “olağanüstülük” unsuru egemendir. Duygular daha lirik ve mistik niteliklidir. Âşıklar, aşkları uğruna uzun yolculuklara çıkarlar, sevgililerine kavuşmak için büyük mesafeler kat ederler. Sosyal baskılar karşısında akılcı olmaktan çok, duygusal tepki gösterirler. Çevre ve mekân, duyguları dışa vurmada bir araçtır.

Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat romanında ise, “gerçekçilik” unsuru daha belirgindir. Aşk duygusu olağanüstü abartılardan sıyrılarak daha İnsanî bir hâle gelmiştir. Talat, sevgilisine kavuşmak için pratik çözümler üretmeye çalışır, sosyal çevre baskısına aldırmadan akıl yoluyla çözüm bulmaya gayret eder. Çevre ve mekân tasvirleri daha gerçekçidir. Yazar, dili kullanmada başarısızdır. Akıcı olmayan, pürüzlü bir dili vardır. Yer yer dil bilgisi bozukluklarına rastlanmaktadır. Bunun da başlıca nedeni, yazarın 21 -22 yaşlarına kadar Türkçenin dışında Arnavutça, Fransızca, Rumca, İtalyanca, Lâtince, Eski Yunanca gibi dillerde eğitim görmesidir. Ancak sonraki dönemlerde Türkçeyle daha fazla haşir neşir olduğundan dili kullanımını düzeltmiştir. Yazar, romanında kişileri kendi sosyal ve ekonomik konumlarına uygun olarak konuşturur.

Yazar eserinin bir yerinde konuyu gerçek bir olaydan almış olduğunu belirtir. Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, ilk olmanın kusurlarını taşır. Olayların gelişmesinde tesadüflere büyük yer verilmiştir. Yazar eserde kendi kişiliğini gizlemez; ara sıra okuyuculara seslenir, anlaşılmayacağını sandığı noktalar hakkında açıklamalarda bulunur. Üslubunda yer yer “meddah ağzı”na uygun söyleyişlere rastlanmaktadır. Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, dil ve söyleyiş bakımından kusurlu olduğu için büyük bir sanat değeri taşımaz. Bununla birlikte, tiplerin canlandırılması ve kişilerin kendi ağızlarına göre konuşturulması yönünden oldukça başarılıdır.

Eserlerinden bazılar:: 

Cep Kütüphanesi Serisi (Bu dizide dili sade, ucuz ve küçük hacimli 32 kitap çıkarmıştır.)

Roman Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat

Sözlük: Kâmus-ı Fransevî, Kâmus-ı Arabî, Kâmus-ı Türkî

(Türkçe sözlük)

Basılmamış eserleri; Kutadgu Bilig, Orhun Âbideleri

İLGİLİ İÇERİK

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT ROMANININ KARŞILAŞTIRILMASI

TANZİMAT EDEBİYATI ÖSS/ÖYS/LYS SORULARI

TANZİMAT EDEBİYATI BULMACA

TANZİMAT EDEBİYATI ÖĞRETİCİ METİN ÖRNEKLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ OLUŞUMU

TANZİMAT TİYATROSU

TANZİMAT I.DÖNEM ve II.DÖNEMİN DİL ANLAYIŞLARI

TANZİMAT EDEBİYATI TEST

TANZİMAT I. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT II. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT EDEBİYATI (1860-1896)


 

Nabizade Nazım (1862 -1893)

Beşiktaş Askerî Rüştiyesi’nde okumuş, buradan yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuştur. Bir süre bu okulda matematik ve topografya dersleri vermiştir. Bu görevine devam ederken kemik veremi hastalığından dolayı Haydarpaşa Hastanesi’ne kaldırılmış, ancak hastalığın pençesinden kurtulamayarak çok genç yaşta vefat etmiştir.

Nabizade Nazım şiir, hikâye ve roman türünde dikkate değer eserler kaleme almıştır. V. Hugo, A. de Musset, A. Dumas, L. Büchner ve Chateaubriand gibi Batılı yazarlardan çeviriler yapmıştır.

Şiirde sadece bir amatör olarak kalmış olan sanatçı, hikâye ve roman alanında başarılı eserler vermiştir. Nabizâde Nâzım, Tanzimat edebiyatının son yıllarında kendini göstermeye başlayan, realist ve natüralist eğilimin temsilcilerinden biridir. Özellikle Karabibik adlı eseri, Türk edebiyatında realist akımın ilk yerli örneği olarak kabul edilmiştir. Ancak, o zamana kadar romantizmle beslenmiş ve ona alışmış olan hikâye ve roman okuyucusunun baskısı altında bulunduğu için yer yer romantizme kapılmaktan kurtulamamışsa da, Karabibik ve Zehra’da realizme çok yaklaşmıştır. Karabibik’in ön sözü, realizm ve natüralizmin küçük bir beyannamesi hâlindedir. Yazar, realizm ve natüralizmin esaslarını açıkladıktan sonra, bunlara bir örnek olarak da Karabibik’i yazdığını söyler. Gerçekten sanatçı, bu eser ile köy yaşamını gerçekçi bir şekilde yansıtmıştır. Kahramanı bir köylü olan ve olayı Antalya’nın bir köyünde geçen hikâye, köyün bütün hayatını tam bir realizmle yansıtır. Yazar, realiteye bağlılık düşüncesi ile köylülerin şivelerini de aynen vermiştir. Bu durumu ile Karabibik, Türk edebiyatındaki köy roman ve hikâye tarzının ilk örnekleri arasındadır.

Nâbîzâde Nazım’ın özelliklerinden biri de eserlerindeki bütün kahramanları kendi seviye ve yetiştikleri çevreye göre konuşturmasıdır.

Yazarın “Zehra” adlı romanı, psikolojik tahliller bakımından Namık Kemal’in İntibah’ı ile Servet-i Fünûn romanı arasında dikkate değer bir noktada durmaktadır. Yazar, asıl başarısını Zehra’da göstermiştir. Bu uzun hikâyedeki denemelerinden sonra romana geçen ve büyük bir gözlem ve araştırma gücüne sahip bulunan Nabizade Nazım, kıskançlık temasına oturtulmuş olan olayı ve olayların geçtiği çevreleri tam bir realizmle betimlemeyi başardığı gibi, karakterlerin betimlemesinde ve analizinde de aynı başarıya ulaşmıştır. Romandaki psikolojik analizler, hele kıskançlık psikolojisinin geliştirilmesi ve ayrıca bazı sosyal çevrelerin tanıtılması dikkate değer bir özenle yapılmıştır. Bu bakımdan Zehra, edebiyatımızda ilk psikolojik roman denemesi olarak da kabul edilebilir. Yalnız, devrin genel eğiliminden gelme bir alışkanlıkla, olayda entrika unsuruna fazla yer verilmiş ve sonuç çok trajik bir şekilde düzenlenmiştir. Her yönden modern bir roman anlayışına eriştiğini gösteren romancı, üslûp bakımından, Namık Kemal’in izindedir. Dilde de, Farsça ve Arapça kelimelerden ve tamlamalardan mümkün olduğu kadar uzaklaşarak, ortalama bir dil kurabilmiştir.

Gerek Karabibik, gerekse Zehra, sanatçının teorik fikirlerinin başarıyla uygulandığı eserlerdir. Nâbîzâde Nazım, Hasba’da roman ile hikâye arasındaki fark üzerinde de durmuş, bu iki türü tarif etmeye çalışmıştır.

Eserleri: Karabibik, Hikâyeler, Zehra, Hasba, Sevda, Hâlâ Güzel (hikâye ve roman), Heves Ettim (şiir)

 

İLGİLİ İÇERİK

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT ROMANININ KARŞILAŞTIRILMASI

TANZİMAT EDEBİYATI ÖSS/ÖYS/LYS SORULARI

TANZİMAT EDEBİYATI BULMACA

TANZİMAT EDEBİYATI ÖĞRETİCİ METİN ÖRNEKLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ OLUŞUMU

TANZİMAT TİYATROSU

TANZİMAT I.DÖNEM ve II.DÖNEMİN DİL ANLAYIŞLARI

TANZİMAT EDEBİYATI TEST

TANZİMAT I. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT II. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT EDEBİYATI (1860-1896)

SON EKLENENLER

Üye Girişi