Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Tanzimat Şiirinin Anlamsal Yönü

Tanzimat şairleri şiirde biçim güzelliğinden çok, içeriği ön plana çıkarmışlardır. Çünkü şiiri, fikirlerini, dünya görüşlerini aktarmada bir araç olarak kullanmışlardır. Bundan dolayı Tanzimat şairleri, şiirin muhtevasında (içerik) büyük değişiklikler yapmışlardır. Yalnız tema noktasında da Tanzimat şairlerinde tam bir birliktelik görülmez. Tanzimat’ın birinci kuşağının toplumsal değerlere dayalı şiir anlayışı, ikinci kuşakta yerini ferdî değerlere bağlı şiir anlayışına bırakır.

Bu bakımdan Tanzimat şiirini işlediği konular bakımından incelerken, siyasi ve sosyal değerleri ön planda tutan Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal kuşağını, yani birinci kuşağı ayrı; bireysel konulara ağırlık veren Recaizade M. Ekrem, Abdülhak Hamit kuşağını, yani ikinci kuşağı ayrı değerlendirmekte fayda vardır. Gerçi bu farklılık, şiirimizde bir konu zenginliği oluşturma yolunu da açmıştır. Öyle ki Ekrem, “Zerrâttan şümûsa (zerrelerden güneşlere) kadar her güzel şey şiirdir.” tezini ortaya atmış ve şiirin kapılarını her konu için aralama yoluna gitmiştir.

Siyasî değişme ve gelişmelere paralel olarak birinci kuşağın ele aldığı sosyal değerleri şöyle sıralayabiliriz: Şinasi’nin dile getirdiği “hak, adalet, kanun, medeniyet, millet, hükümet, reisicumhur” gibi sosyal içerikli, meşrutiyet ile ilgili kavramlar; Ziya Paşa’nın ele aldığı “müsavat, hürriyet, cumhuriyet” gibi değerler ile daha da zenginleşmiştir. Namık Kemal’de “hak, adalet, hürriyet ve vatan” temi tek amaç olmuştur. Şinasi ve

Ziya Paşa bu değerleri, tespit ve tenkit ederken, Namık Kemal bir ideoloji hâline getirmiştir. “Vatan” teması etrafında “hürriyet, eşitlik ve halk” kavramlarını bütünleştirmiştir.

Edebiyatımızda ilk kez “vatan ve hürriyet” temini en geniş biçimde işleyen Namık Kemal olmuştur. Bu temalar üzerinde onun oluşturmuş olduğu coşkulu atmosfer, Cumhuriyet sonrası edebiyatımıza kadar sürmüştür. Onun “Vatan Mersiyesinden bir dörtlük okuyalım:

Ah yaktık şu mübarek vatanın her yerini 

Saçtık eflâke kadar dûduna âteşlerini 

Kapadı gözde olanlar çıkacak gözlerini 

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini

(Ah şu mübarek vatanın her yerini yaktık; dumanını ve ateşlerini de göklere kadar saçtık; gözde olanlar çıkacak gözlerini kapadı. Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı, yazısı kara annesini kurtaracak biri yokmuş.)

Ziya Paşa özellikle “Terkib-i Bend”de bir yandan sosyal adaletsizliği yergi yoluyla iğnelerken bir yandan da Batı taklitçiliği, İslam dünyasının bazı sosyal problemleri, insanların zaafları, dünyanın geçiciliği gibi konuları dile getirmiştir.

“Dehrin ne safâ var acabâ sîm ü zerinde 

İnsan bırakur hepsini hîn-i seferinde”

beytinde, dünyanın geçiciliğini hatırlatan Ziya Paşa; buna rağmen insanların altına, gümüşe, daha doğrusu ölüm yolculuğunda geride bırakacağı şeylere rağbet etmesi karşısındaki şaşkınlığını ifade ediyor.

Ziya Paşa bizde, şiirde felsefi düşüncenin ilk örneklerini de sunmuştur.

Şinasi ise “Münacat” ile “İlahi” adlı manzumelerinde Allah’a yakarışı manevi değil, maddi değerler ile beslemiştir. Şinasi,

Vahdet-i zâtına aklımca şehâdet lâzım

Cân ü gönlümce münâcât ü ibâdet lâzım

deyişiyle Allah’ın birliğini aklın kavrama ölçüleri içinde aramaya çalışmıştır. Bu yaklaşım, ikinci kuşak içinde ölüm fikri ile hayat-ölüm-ölüm sonrası biçiminde metafizik düşünceye zemin hazırlamıştır.

Tanzimat edebiyatının ikinci kuşak şairlerini, kişisel duygulanmaların şiirini benimseyen ve devam ettirenler olarak değerlendirmek gerekir. Özellikle bu dönem sanatçıları üzerinde Batı’nın “romantik” edebiyatının etkisi olmuştur. Buna bağlı olarak ilk çeviriler ve özellikle Namık Kemal’in Victor Hugo hayranlığı, Recaizade’nin Chateaubriand’dan Atala çevirisi, bu dönemin, romantizmin büyülü havasına girmesini hızlandırmış ve “tabiat” ikinci kuşak şiirinin en önemli teması durumuna geçmiştir. Yani bu tema, ikinci kuşak şiirinin en çok işlediği ve yeni damgasını vurduğu bir konu olmuştur. Macera-yı Aşk ve Duhter-i Hindu piyesleriyle tabiata açılan Abdülhak Hamit, Sahra adlı şiir kitabındaki bazı şiirlerinde kır hayatını şiirleştirmiştir. Hamit, Hindistan’ın el değmemiş tabiat güzellikleri karşısında hayranlığını gizleyememiştir. O yıllarda yazdığı Külbe-i İştiyak, Kürsiyi İstiğrak, Zamane-i Ab, Bunlar Odur’daki bazı şiirlerde bu hayranlık açıkça görülür. Üstelik Külbe-i İştiyak’ta sürekli,

Çemendir, bahardır, kûh-sârdır, subh-ı rebî’îdir

Bu yerlerde doğan bir şâir olmak pek tabî’îdir

(Çemendir, denizdir, dağdır, ilkbahar sabahıdır, bu yerlerde doğanların bir şair olması pek doğaldır.) diyerek şairlik ve şiiriyet ilhamını tabiatta bulduğunu dile getirmiştir.

Recaizade Ekrem, tabiatı, sanat için bitmek tükenmek bilmeyen bir kaynak olarak görmüştür. Ekrem, şiirlerini topladığı “Nağme-i Seher”de ve “Zemzeme”lerde tabiatın değişik görünümleri karşısındaki hayranlığını dile getirmiş ve zengin bir tabiat tablosu çizmeye çalışmıştır. Özellikle yeni tarzda kaleme aldığı “Çoban”, “Çiçek” gibi şiirlerinde tabiatı acemi bir sanatçı gibi seyretmiştir. Zemzeme’den onun tabiata olan hayranlığını dile getirdiği bir bölümü okuyalım:

 

Ne güzel manzara, ne hoş Elhân!    

Ona dil-besteyim, buna hayrân.    

Lâfz-ı pür-hande ma’nâ-yı giryân:

Varsa bunlar demek bedi’ü beyân;

Hem gülü hem hezârı pek severim.

(Manzara ne güzel, nağmeler ne kadar hoş! O manzaraya gönül bağlamışım, o nağmelere ise hayranım! Eğer bedi ve beyan ilimleri varsa gülüşle dolu söz bedi, ağlayan mana ise beyandır. Hem gülü hem de bülbülü pek severim)

Bu arada Ekrem, yazdığı tabiat şiirleri ile Servet-i Fünûn şiirinin peyzajını hazırlamıştır. Servet-i Fünûn şiirinde, özellikle Tevfik Fikret’te görülecek olan tablo-şiir tarzının ilk örneğini de Recaizade Mahmut Ekrem vermiştir. Hoşuna giden bir resim veya bir kartpostala bakarak şiir yazma denemesini o başlatmıştır. Onun Pejmürde’deki tablo şiirlerinin birinden birkaç beyit okuyalım:

Atmış nikab-ı hüsnün mahbube-i zer-efser 

Kırlar yeşil giyinmiş, açmış bütün çiçekler

 

Âhenk-rîz-i Gülşen mürgan-ı aşk-perver 

Câri sefada cûlar, sâri hevâya anber

 

Aks-î sehâb-ı rengîn, zıll-î cibâl-i ahdar 

Deryâ-yı lâciverde olmakta ziynet-âver

 

Envâr içinde âlem, eşvâk içinde yer 

Fasl-ı bahardır bu, ey dilber-i semen-ber

(1. Beyit: Altın taçlı sevgili, güzel yüzünün örtüsünü atmış, kırlar yeşil giyinmiş, bütün çiçekler açmış.

2.    Beyit: Aşk içindeki kuşlar, gül bahçelerini ahenge boğmuş; ırmaklar safa içinde, havaya amber kokuları yayılıyor.

3.    Beyit: Rengârenk bulutların aksi, yemyeşil dağların gölgesi, lacivert denizi süsleyip durmaktadır.

4.    Beyit: Âlem nur içinde kalmış, her yer şevk içinde; ey yasemin duruştu güzel, bu güzel günler bahar günleridir.)

Özellikle Tanzimat’ın ikinci dönem şairlerinde öne çıkan temalardan biri de “ölüm’dür. Bu tema Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit’in şiirinde geniş yer tutmuştur. Ekrem’de çocuklarının kaybından kaynaklanan bu ölüm düşüncesi onun şiirlerine de yansımıştır. Bu konuda ilk çocuğu Pirâye için kaleme aldığı “Tahassür” ile ilk adımı atmıştır. Pek sevdiği oğlu Nijad’ın ölümü ile sürekli ölüm üzerinde konuşur ve düşünür hâle gelmiştir. Ah Nijad adlı şiirinden bir dörtlük okuyalım:

Bu ayrılık bana yaman geldi pek,

Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.

Ya gel bana, ya oraya beni çek 

Gözüm nûru oğulcuğum, Nijad’ım!

Hamit de karısı Fatma Hanım’ın ölümünden sonra ölüm üzerine yoğunlaşır. Özellikle Makber’de varlık, hayat ve ölüm ile ölüm sonrası üzerinde durur. Hacle ise ölümle ilgili dağınık düşüncelerin ürünüdür. Hamit’in “Ölü” adlı şiirinden birkaç beyit okuyalım:

Ölüm kılar bizi ikâz hâb-ı gafletten 

Ayırmayan da o, lâkin zalâm-ı hayretten

 

Ölüm değil mi eden bir mariza bahş-ı sükûn 

Ederse de onu mehcûr bezm-i ülfetten

 

O rütbe rene görür sanki bunda insan ki 

Ölünce hiç göz açmaz menâm-ı râhattan

 

1. Beyit: Ölüm bizi gaflet uykusundan uyanmak için ikaz eder, üstelik hayret karanlığında bırakan da odur.

2. Beyit: Onu alıştığı dost çevresinden ayırsa bile hastaya sükûnet veren ölüm değil midir?

3.Beyit: İnsan bu dünyada öylesine sıkıntı çeker ki ölünce rahat uykusundan hiç gözünü açmaz.)

Günlük olaylar ve duygulanmalar”, özellikle Tanzimat'ın <inci dönem şiirine giren bir başka konudur. Recaizade M. Ekrem’in “Yâdigâr-ı Şebâb”da denediği bu değişik duygular, Hamit’in kaleme aldığı “Sahra” ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Kır ve şehir hayatının izleri sanatçının “Belde” adlı eserinde Paris hayatına kadar uzanmıştır. Şimdi “Belde”de yer alan Otöy Paris’te bir semt) adlı şiirden birkaç beyit okuyalım:

Üç fakr üzre kenar-ı Sen’de 

Bir gece hep Otöy’e gitmiş idik

 

Seyr-i mehtaba dalıp gülşende 

Ne Safâlarla sabah etmiş idik

 

O Otöy bülbülünün feryâdı 

Çıkmadı gitti gönülden yâdı 

….

Evi vermez idi sâhib-hâne 

Bilse kim gitmiş idik biz Mabil’e

 

1. Beyit: Üç kira arabası ile Seinne nehri kıyısında hep birlikte Otöy’e gitmiş idik.

Beyit: Gül bahçesinde mehtabı seyre dalıp neşe içinde sabahı etmiş idik.

2. Beyit: O Otöy bülbülünün şakıması ve ondan kalan hatıra gönülden çıkmadı gitti.

3. Beyit: Bizim Mabil’e (Paris’te ünlü bir eğlence yeri) gittiğimi bilseydi ev sahibi, bize evi vermezdi.)

Eski şiirin en temel konularından biri olan “aşk”, Tanzimat sanatçılarının elinde yeni bir ruh kazanmıştır. Bu dönemde eskinin soyut aşkı yerine insani ölçüleri yansıtan bir aşk ve sevgi anlayışı öne çıkmıştır, Şinasi, “Eşi yok bir güzeli sevdi beğendi gönlüm / Kıskanır kendi gözümden yine kendi gözüm” diye aşladığı “Arz-ı Muhabbet” adlı şiiri ile aşk anlayışına yeni bir oluk getirmeye gayret etmiştir. Bu dönemdeki kadın ve sevgide Divan şiirindeki sevgili tipinden çok farklıdır. Bu sevgili yaşayan, duyan, ağlayan daha doğrusu yaşamda karşılığı olan ir varlıktır. Ancak Tanzimat’ın ikinci döneminde yer alan romantik şairlerde aşk ve sevgili maddi değil, hayalidir. Bu sanatçılarda somut aşkın yerini acılar, iniltiler yaratan hayali aşk alınmıştır. Bunlar hayal gücünün yarattığı sevgili tipleri üzerine şiirler yazmışlardır, işte Recaizade M. Ekrem ile başlayan ve eskinin mistik aşkı ile romantiklerin hayali aşkını birleştirmeye çalışan bu aşk anlayışı, ikinci kuşak şiirinin en belirgin özelliği olarak karşımıza çıkmıştır. Ekrem, biraz da romantiklerin etkisiyle bu temi yeni tarzda ele alıp işlemeye çalışmıştır. Onun,

Nageh tecessüm eyledi karşımda bir vücud

Bir kahraman-ı işve, mehabetli bir sanem

Mısralarında tarif edilen hayali sevgili tipidir.

Sonuç olarak, Tanzimat şiirinde aşırı bir öz kaygısı vardır. Bu dönem sanatçıları tema zenginliğini şekil güzelliğinden üstün tutmuşlardır. Bu sanatçılar, her şeyden önce şiirin konusunu değiştirmiş ve geliştirmişlerdir. Özellikle Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi Tanzimat’ın ilk dönem sanatçıları, Divan edebiyatında sıkça işlenen aşk, hasret, ayrılık gibi kişisel konuları bir yana bırakıp toplumsal konulara önem vermişlerdir. Yani bu dönemde toplumdan uzak, bireysel ve soyut konular bırakılıp günlük hayatla, toplumla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiir konusu olarak seçilmiştir. Özellikle Tanzimat’ın ilk dönem sanatçıları, Fransız sanatçıların etkisinde kalarak, şiirleriyle haksızlığa, yolsuzluğa vs. karşı şiddetli bir mücadeleye girişmişler, “toplum için sanat” anlayışını benimsemişlerdir.

Bu dönem şiirinin ilk temaları, Şinasi’de “medeniyet, hak, hukuk, adalet, kanun, devletle milletin karşılıklı hak ve ödevleri”  gibi sosyal ve siyasi unsurlardır. Namık Kemal ile Ziya Paşa’da, bunlara “hürriyet ve vatan” temalarını da eklenmiştir. Bunların yanında, “harc-ı âlem fikir” dediğimiz herkesin bildiği sıradan konuların da öne çıktığı görülmüştür. Bu tarz düşüncelere Şinasi’nin kasidelerinde, Ziya Paşa’nın bazı gazelleri ile terkib-i bent ve terci-i bentlerinde ve Namık Kemal’in bazı gazelleri ile “Hürriyet Kasidesinde rastlamak mümkündür.

Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai gibi sanatçılar ise öncekilerin izinde yürümekle beraber, siyasi ortamın ve devlet yönetimindeki baskının Tanzimat’ın ilk yıllarına oranla ağırlaşması sonucu “toplum için sanat” felsefesini bırakıp “sanat için sanat” görüşünü benimsemişlerdir. Bu sanatçılar toplum işlerine ve güncel sorunlara pek bulaşmamışlar; aşk, ölüm, hasret gibi kişisel konuları ele almışlar, aynı zamanda metafizik düşünüşe de yönelmişlerdir. Ekrem’de daha çok, ölüm teması üzerinde toplanan bu düşünüş, Hamit’te, “ölüm, Allah, hayat, dünya, madde, ruh, varlığın mahiyeti ve sonu” gibi konulara da uzanmıştır.

Bu arada, eski şiirin yapay ve kalıplaşmış sevgili tipinden ve tabiat anlayışından da kurtulan yeni şiir, yaşayan kadın güzelliğine ve gerçek tabiata yönelerek, yeni bir sevgili tipi ve tabiat anlayışı oluşturmuştur.

zambak

 

İLGİLİ İÇERİK

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT ROMANININ KARŞILAŞTIRILMASI

TANZİMAT EDEBİYATI ÖSS/ÖYS/LYS SORULARI

TANZİMAT EDEBİYATI BULMACA

TANZİMAT EDEBİYATI ÖĞRETİCİ METİN ÖRNEKLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ OLUŞUMU

TANZİMAT TİYATROSU

TANZİMAT I.DÖNEM ve II.DÖNEMİN DİL ANLAYIŞLARI

TANZİMAT EDEBİYATI TEST

TANZİMAT I. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT II. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT EDEBİYATI (1860-1896)

SON EKLENENLER

Üye Girişi