Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 SERVET-İ FÜNÛN ŞİİRİ ÖZELLİKLERİ

1. Türk edebiyatını kesin olarak modernleştiren Servet-i Fünun büyük bir hızla sonuç aldığı ilk edebi tür şiirdir.

2. Topluluğun genelinin şair olması ve Tevfik Fikret’in güçlü bir şair olması şiir konusunda hızlı bir netice almayı sağlamıştır.

3. Servet-i Fünuncular ilk zamanlarında divan edebiyatının nazım şekillerini kullandılar. Ancak toplu olarak hareket etmeye başladıkları zaman, bu şekilleri derhal terk etmişlerdir.

4. Kullandıkları nazım şekillerini üç grupta toplayabiliriz:

  • Fransız şiirinden aynen alınanlar. (sone gibi)
  • Divan edebiyatından alınıp değiştirilenler. (Serbest müstezat)
  • Ne divan şiirinde ne de Fransız şiirinde bulunmayıp kendi kendilerine icad ettikleri ve nazımda geniş bir kafiye kolaylığı sağlayanlar.

Böylece Türk şiiri yepyeni bir görüş kazanmış oldu.

5. Şiirin konusu sınırsızlaşmıştır. Her şeyin şiire konu olabileceği kabul edildi. Ama sosyal ve siyasi konulardan uzak durmuşlardır. Şiirlerde aşk, tabiat ve aile hayatı başlıca temalardır.

6. 19. YY. Fransız şiirinin romantizminden sembolizmine kadar her merhalesini tanımışlardır. Böylece yeni bir duyuş, yeni bir zevk estetik getirmişlerdir. Beğendikleri birçok hayali de getirdiler.

7. Bu anlayış da şiirde Arapça ve Farsça kelimelerin sayısını haddinden fazla çoğaltmıştır. Arapça ve Farsça kelimelerin artması ve «sanatkârane üslup» gayesi ile yapılan çabalar Servet-i Fünun şiirini ancak sınırlı bir aydın topluluğunun anlayabileceği duruma getirdi

8. Teknik bakımdan başarıyı yakalamışlardır.

9. Kafiyede ses benzeyişlerine fazla titizlik göstermedikleri için söyleyişte kolaylık sağlamışlardır.

10  Fakat aruza bağlı kalmışlardır. Bu da teknik bir güçlüğü devam ettirmiştir. Aruzda başarılı olmuşlardır. Klasik aruz anlayışını değiştirmişlerdir.

 KENAN AKYÜZ, MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ’NDEN ÖZET

 

 

 


 

 SERVET-İ FÜNUN'DA ŞİİR

Servet-i Fünûn döneminde, Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri yayımlanan sanatçılar arasında “Tevfik Fikret, Cenap Şahabetin, Hüseyin Sîret, Hüseyin Suat, Ahmet Reşit Rey, Ali Ekrem Bolayır, Süleyman Nesip, Süleyman Nazif, Fâik Ali Ozansoy, Celal Sahir Erozan, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Şuayb” sayılabilir.

1. Servet-i Fünûn Şiirinin Genel Özellikleri

Türk edebiyatının 1896-1901 yılları arası, Batı edebiyatçılarının özellikle Fransız edebiyatçılarının öncülüğünde yenileşen bir edebiyat niteliği taşır. Servet-i Fünûn hareketinin, Türk edebiyatını kesin olarak modernleştirirken, büyük bir hızla sonuç aldığı ilk edebî tür şiirdir.

Servet-i Fünûn dönemi, Türk şiirinin genel gidişini değiştirmek ç açısından, Tanzimat’tan çok önde sayılır. Servet-i Fünûn şiiri özellikle şiir dili, imaj örgüsü, nazım şekli ve ahenk unsurlarını  kullanış yönünden Türk şiirinin 1940’lara kadar yaşadığı en | köklü değişikliklere sahne olmuştur.    

Servet-i Fünûn şiirinde şiirin yerini çoğunlukla resim alır. Onlar metafizik âlemden çok, fizik âlemle ilgilenmişlerdir. Doğanın dış görünüşü üzerine eğilmişlerdir. Onların şiir anlayışında doğanın dış tasviri, renk, biçim, devinim, resim, musiki, aşk, hayal temaları öne çıkmıştır. Yapıtlarında “mavi” renk çoğunluktadır.

Biçim

Servet-i Fünûn sanatçıları, şiirin dış yapısını değiştirme konusunda çok cesur davranmışlar; Batılılaşmada yetersiz buldukları Tanzimatçıları aşmışlardır. Divan şiiri geleneğini yansıtan beyitlerin anlam bütünlüğü anlayışı bu dönemde yıkılmıştır.

Bu dönemde yazılan şiirlerde bir mısrada anlam tamamlanmadığı zaman onu tamamlayacak kelimeler diğer mısralara bırakılmıştır. Şiiri, bağımsız parçaların, bağlantısız toplamı olmaktan çıkarıp, ona bir gövde bütünlüğü kazandırmışlardır.

Servet-i Fünûncuların yaptığı gibi, şiirde bir cümlenin mısra ortasında başlamasına veya bitmesine hatta bazen bir birimden diğer birime sarkmasına “anjambman” denir.

Dil ve üslup

Servet-i Fünûn döneminde şiir dili değişmiştir. Servet-i Fünûncular Türkçeye gereken değeri vermemişlerdir. Yabancı sözcüklerle dolu, ağır bir dil kullanmışlardır. Noktalama işaretleri ilk defa, bu dönemde şiire girmiştir.

Servet-i Fünûn sanatçıları özel bir şiir dili yaratma çabası içinde olmuşlar, hatta bunu bir “şiir davası” olarak kabul etmişlerdir.

Tanzimat şiirindeki yalınlık, fikirle yüklü üslup, Servet-i Fünûn’ da yerini mecazlara, benzetmelere, istiareye bırakır.

Servet-i Fünûn şiirinin dilinin, yabancı ve alışılmamış kelimeler kullanma ve şiir ahengine hizmet eden ses değeri yüksek ve imaj zenginliğe sahip kelimelere düşkünlük anlamında farklı iki yönü vardır.

Onların musiki değeri yüksek bir dili vardı; ama bu dil, doğal ve anlaşılır değildi.

Onlar şiirde bir şey anlatmaktan çok sanat yapmayı amaçlamışlar ve şiirde ahengi öne çıkarmışlardır. Özellikle Farsça kelimelerin söylenişinde âdeta bir alafrangalık bulmuşlardır.

Servet-i Fünûncular, söz dizimine de birtakım yenilikler getirmişlerdir. Fiil cümlelerinin yanı sıra isim cümleleri de kullanmışlardır. Kesik cümleler kullanarak, uzun cümle kurma geleneğini ortadan kaldırmışlardır. Fiilsiz cümlelere yer vermişlerdir.

Onlar, karşılıklı konuşma cümlelerini geniş ölçüde kullanmaya başlamışlardır. Cümle kuruluşlarında “ve” bağlacıyla “ah” , “of” gibi ünlemler daha çok yer almıştır. Cümle yapısında, genellikle Fransızcanın cümle kuruluşuna bağlı kalmışlardır.

Konu ve Tema

Servet-i Fünûn şiiri çoğunlukla gerçeklerden kaçmış, hayallere sığınmıştır. Servet-i Fünûncular, şiire yeni bir duyuş ve hayal kuruş tarzı, yeni bir zevk ve estetik getirmişlerdir. Şiirin konusunu alabildiğine genişletmişlerdir. İlgi çekici buldukları her öğeyi şiire konu etmişlerdir.

Servet-i Fünûncular, hem karakter yapıları hem de dönemin baskıcı siyasal koşulları nedeniyle şiirlerinde bireysel duyguların anlatımına daha çok yer vermişlerdir. Bu yüzden Servet-i Fünûn şiirinde en çok işlenen konular “aşk”, “kadın”, “doğa” ve “aile yaşanırdır.

Servet-i Fünûn döneminde “aile hayatı”na ait içten duyguların rağbet görmesi, bu dönem sanatçılarının, sosyal hayatla geniş bir şekilde ilgilenme olanağını bulamayışları karşısında, kendi içlerine ve yakın çevrelerine yönelişlerinin bir ifadesidir.

Servet-i Fünûncular, dönemin siyasal koşulları nedeniyle toplumdan ve gerçeklerden kaçmışlardır. Bu dönemde “hayal-gerçek çatışması” en çok işlenen konuların başında yer almıştır. Şairler, hayal dünyasına ve tabiata sığınmışlardır. Hüzün, ıstırap ve hastalık onlar için birer ilham kaynağı olmuştur.

Tanzimat şiirinde rağbet görmüş olan dinsel ve sosyal temalar Servet-i Fünûn şiirinde önemli bir yer tutmaz.

Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliklerinden biri de onun marazîliği, Fransız edebiyatındaki “asrın hastalığı” gibi Türk edebiyatında “belli bir devrin hastalığı” olarak kaydetmek mümkündür.

Ahenk

Servet-i Fünûncular “Sanat sanat içindir.” anlayışıyla şiirde ahengi çok önemsemişlerdir. Ahenk, bir şiiri ses yönünden pürüzsüz kılan, okurda bir musiki etkisi uyandıran temel ses un surlarıdır. Servet-i Fünûnculara göre, bir edebî eserin insana zevk veren yönünü meydana getiren unsurların başında ahenk gelir. Servet-i Fünûncular başlıca ahenk unsurları olarak “aliterasyon, asonans, vezin ve kafiye”den yararlanmışlardır. Servet-i Fünûnculara göre şiirin etkileyici ve coşkulu olabilmesi, büyük ölçüde, ahenkli oluşuna ve ahenk-anlam bütünlüğüne bağlıdır

Vezin

Servet-i Fünûn şiiri özle biçimin uyumlu bir güzellik taşımasını amaçlar. Onlara göre her veznin bir ruhu vardır. Bu görüşle vezni monotonluktan kurtarmışlardır. Aruzu Türkçeleştirerek yeni aruz kalıpları oluşturmuşlar; şiirde tek kalıp kullanma geleneğini yıkmışlardır.

Servet-i Fünûn dönemi, Türk şiirinde veznin, ritm unsuru olarak en şuurlu kullanıldığı devirdir. Veznin çeşitli olanaklarını her fırsatta değerlendirmekten geri durmayan Servet-i Fünûn şairleri bu konuda çok yol almışlardır.

Servet-i Fünûn sanatçıları değişik duygu ve ruh hâllerini aynı vezinle veya aynı ruh hâlini değişik vezinlerle ifade etmişlerdir.

Aruz ölçünsünün Divan edebiyatı döneminde kullanıla kullanıla gelenekselleşmiş kalıpları, özellikle Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin tarafından kırılmıştır. Divan şiirinin aruz anlayışını terk ederek, aruzu Türkçeye uydurmada büyük başarı göstermişler ve “Türk aruzu”nu oluşturmuşlardır.

Kafiye

Servet-i Fünûncular, kafiyenin bir ses meselesi olduğunu, dolayısıyla şiirde ahengi sağlayan unsurların başında geldiğini   savunmuşlardır. Servet-i Fünûn, Türk şiirinde “kulak için kafiye” anlayışının yerleştiği dönemdir.

Servet-i Fünûn döneminde özellikle Tevfik Fikret, kafiye ile ilgili önemli değişiklikler yapmıştır. Divan şiir geleneğinde, aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerde kafiye, aynı türden sözcüklerle oluşturulurken, Tevfik Fikret farklı türden sözcüklerle de kafiye yaparak bu geleneği ortadan kaldırmıştır. Onların amacı sözcüklerin musiki gücünü geliştirmek ve şiirde musikiyi öne çıkarmaktır.


 

Tevfik Fikret (1867 - 1915)

Servet-i Fünûn dergisine yazı işleri müdürü olmasıyla Edebiyat-ı Cedîde hareketi başlamıştır. O, bu hareketin öncüsü olmuştur.

Fikret’in şiiri, sanat anlayışında geçirmiş olduğu iki ayrı ve zıt aşamaya uygun olarak, farklı özellikler gösterir. “Sanat, sanat içindir.” anlayışına bağlı olduğu ilk aşamada (1901’e kadar) “aşk” ve “tabiat” temalarına yoğunlaşmıştır. Sosyal konuları ele aldığı ikinci aşamada (1901’den sonra) şiirlerinin ana teması “hürriyet” ve “medeniyet”tir. Sis’i yazdığı tarihten ölümüne kadar geçen on üç yıl zarfında şair bütünüyle sosyal temalara yoğunlaşmıştır. Bu dönemde siyasal alanda “hürriyet” ve “yurtseverlik”; sosyal ve kültürel alanda “Batılılaşma”; manevî alanda ise “ahlak” ve “idealizm” temalarını ele almıştır.

Fikret’in şiiri, şekil bakımından Batılı olduğu gibi; iç unsurlarıyla da bütünüyle Batılıdır. Divan şiirinin temelini oluşturan ve Tanzimat şiirinde de kısmen devam eden “beyit hâkimiyetini” yani “beyitin şiirde biricik anlam ünitesi olması, anlamın bir beyitte tamamlanması” geleneğini Fikret ortadan kaldırmıştır. Kafiyelerin sıralanışına büyük bir serbestlik getirmiş, aruzun kalıplarını müzikaliteleri bakımından ilk defa o değerlendirmiştir. Konuşma diline ait birçok ifade özelliklerini şiire sokmuştur. Ancak Servet-i Fünûn anlayışına bağlı kalarak şiir yazması, dilinin anlaşılmasını engellemiştir. Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem vermiştir. Şiirlerinde şekil bakımından parnasizmin etkisi görülür. Türk şiirinde insan, bilim, fen, teknik sevgisi onunla gelişmiştir. Şiiri sadece güzelliğin peşinde koşmaktan kurtarmış, toplumun hizmetine sokmuştur.

Eski nazmın “müstezat”ını genişleterek “serbest müstezat”ı kullanmıştır. Aruz kalıplarını değiştirmiş, kendine göre aruz kalıpları oluşturmuş, aruz ölçüsünün kafiye kurallarını yıkmış, Türk aruzunu geliştirmiştir. Ancak heceyle de şiirler yazmıştır. 1914’te yayımlanan “Şermin” adlı şiir kitabı hece ölçüsüyle yazılmış çocuk şiirlerinden oluşmaktadır.

Eserleri: Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz, 1896), Halûk’un Defteri (1911), Rübabın Cevabı (1912), Tarih-i Kadim, Doksanbeşe Doğru (1928), Şermin (1914).


 

Cenap Şahabettin (1870 -1934)

Şiirde genel olarak müziğe değer veren Cenap’ın şiirlerinde tema “tabiat - kadın - aşk” üçgeni üzerine oturtulmuştur.

Cenap’ta tabiat, genellikle, bütün Servet-i Fünûn şiirinde olduğu gibi, hülya ve hisle örülmüş, tamamıyla sübjektif bk niteliktedir; bütün cazibesini hayal 9ucünün zengin renklerinden almıştır.

Onu en çok ilgilendiren; tabiat manzaraları ile geceler, mevsimler ve bunların içinde özellikle de sonbahardır. Cenap’ta, başkalarının hayatları ve acıları ile ilgilenen şiirler hemen hemen hiç yoktur.

Cenap’ın şiirle yakın ilgisi, 1908’e kadar sürer. Bu tarihten sonra, daha çok, nesirle uğraşmıştır. Cenap’ın mensur yazılarını, şekilce, “makale, sohbet, mektup, fıkra ve vecize” olarak ayırmak mümkünse de, konu bakımından bir sınıflama yapmaya imkân yoktur. “Hac Yolunda” ile devrinin en başarılı gezi yazılarını veren Cenap, bu türü, sonraları Suriye’den ve Avrupa’dan yazdığı notlarla devam ettirmiştir. “Hac Yolunda” daki mektuplar, bu çeşit yazıları da dil ve üslup bakımından yapmacıklı bir atmosfere sokmak için yapılan büyük bir çabalamadır.

Cenap, eski - yeni mücadelesi sırasında, Servet-i Fünûn’a yazdığı makalelerle, ilk değerli tenkit örneklerini vermiştir. Bunlar, gerçekten, zamanının en bilgili, en ciddi ve özlü eserleridir. Doğu’ya ve daha çok Batı’ya ait geniş edebiyat bilgisi ve kuvvetli zekâsının hamleleri ile Cenap, karşı tarafın sıradan bir polemik içeriği taşıyan saldırışları önünde, soğukkanlı, ağırbaşlı ve doyurucu bir tavırla konuşmuştur.

Asıl mesleği doktorluk olan Cenap Şahabettin, uzmanlık eğitimi için gittiği Fransa’da tıptan çok, şiirle ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu akımdan etkilenmiştir. Bu anlayışta şiirler yazarken, değişik ritim ve hayaller yaratabilmek için dilin  olanaklarını zorlamıştır. Şiirde kelimeleri müzikal değerlere    göre seçerek kullanmıştır. “Sanat, sanat içindir.” anlayışına bağlı kalmıştır. Şiirlerinde, daha önce hiç duyulmamış Arapça Farsça kelime ve tamlamalar kullanmıştır. Duygu ve hayal yüklü tamlamalara yer vermiştir. Serbest müstezadı çok kullanmıştır. Nazmı, düz yazı ve müziğin toplamı olarak görmüştür. Aynı şiirde birden fazla aruz kalıbı kullanmıştır. Sanatı, sanat, hatta güzellik için yapmıştır. Bolca semboller kullanmış, tabiatla iç dünyanın kompozisyonunu çizmiştir. Şiirlerinde duygu, görgü, bilgi öğeleri ustalıkla birleşmiştir. Söz sanatlarıyla karışmış tamlamalar kurmuştur. Aruzu heceden üstün tutmuş, şiirde müzikalite aramıştır. Şiirlerinde toplumsal konulara değinmemiştir. Evrendeki her varlığı canlı gibi anlatma eğiliminde olmuştur. Düz yazılarında nükte ve düşünceye sıkı sıkıya bağlılık görülür. Makale, sohbet, gezi yazısı, özdeyiş ve piyesler yazmıştır. Şiirlerinde olduğu gibi, düz yazılarında da süslü anlatıma, nükteye, zekâ gösterişine, kelime oyunlarına, her türlü söz sanatına önem vermiştir.

Eserleri

Şiir: Tâmât (1887); Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra); Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)

Tiyatro: Yalan (1911); Körebe (1917); Küçük Beyler

Düz yazı: Hac Yolunda (1909), Evrak-ı Eyyam (makaleler, 1915); Afak-ı Irak (1917); Avrupa Mektupları (1919); Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (makaleler ve öz deyişler, 1918); Villiam Shakespeare (inceleme, 1931).


 

Ali Ekrem Bolayır (1887 -1937)

Namık Kemal’in oğludur. Şiir anlayışı iki döneme ayrılır. Birinci dönem (1908’ den öncesi), daha çok, bir “bireysel hassasiyetler” dönemidir. İkinci dönemde ise, bunun aksine olarak, şiirlerinde “sosyal duygulanmalara daha azla yer vermiştir.

Gerek kendi duygularını ve gerekse başkalarının sorunlarını anlatan şiirlerinle yer yer güzel ve çekici parçalar bulunmakla beraber, genellikle bir yaratma ve kompozisyon zaafı göze çarpar.

Ali Ekrem, Osmanlıcanın koyu bir savunucusu olarak kalmıştır. Nazımda vezne büyük bir değer vermesi, onu, aruzun kalıpları arasında yeni birtakım bileşimler yapmaya, yeni aruz vezinleri icadına kadar sürüklemiştir. Fakat aruz üzerindeki bu ayrıntılı uğraşmaları, onu, hece ile de ilgilenmekten alıkoymuş değildir, Servet-i Fünûn şairleri içinde, heceyi ilk kullanan şair Ali Ekrem’dir.

Dil ve anlatımda Servet-i Fünûncular içerisinde en tutucu sanatçılardan biri olarak tanınmıştır. Onun Türk edebiyatına hizmeti, eserlerinden çok, Darü’l-Fünûn’da okuttuğu dersleriyle olmuştur. Diğer bir hizmeti de çocuk şiirlerinin ilk örneklerini verenler arasında yer almasıdır.

Eserleri: Zılâl-i İlham (şiirler, 1909), Kaside-i Askeriye (şiir), Ruh-ı Kemal (şiir, 1909), Ordunun Defteri (manzum-mensur şiirler, 1909), Ana Vatan (1918), Vicdan Alevleri Şiir Demeti ( çocuk şiirleri, 1925), Baria (piyes, 1908), Sultan Selim (piyes), Lisan-ı Osmanî (edebî inceleme, manzum, 1914), Lisanımız, Lisan-ı Edebiyat (1914), Çocuk Şiirleri (1917), Edebî Meslekler (1928), Recaziade Ekrem (inceleme, 1914), Namık Kemal (inceleme, 1930)

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi