Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SAFAHAT - MEHMED AKİF

Mehmed Akif Ersoy'un (ö. 1936) yedi kitaptan oluşan şiir külliyatı.

Mehmed Akif'in gençlik yıllarında çok sayıda şiir yazdığı bilinmektedir. Dergiler­de ve dostlarında bulunan örneklere ve kendi ifadesine göre bu şiirler Tanzimat döneminde bazı değişikliklerle devam eden divan şiiri, özellikle de Ziyâ Paşa ve Mual­lim Naci, kısmen Abdülhak Hâmid tarzın­da yazılmıştır. Kitaplarına almadığı bu tür şiirlerden daha sonra vazgeçtiği, hiçbir şi­irinin yayımlanmadığı 1901 -1908 yılları ara­sında hayalden uzak, içinde yaşadığı top­lumun meselelerine çözüm arayan bir yol­da kararlı olduğu anlaşılmaktadır.
 
 
İlk defa 1329'da (1911) İstanbul'da bası­lan ve Safahat adını taşıyan kitap eserin diğer kitaplarına göre hacimce en geniş olanıdır ve tamamı 1908-1910 yıllarında Sırât-ı Müstakimde yayımlanmış man­zumeleri ihtiva etmektedir. Şair, okuyu­cuya hitaben baş tarafa eklediği beş be­yittik başlıksız manzum parçada, şiirde sa­nat anlayışının tasannudan uzak olduğu­nu, sadece kendi sıkıntılarını muhatabına aktarma arzusu taşıdığını ifade eder. Bu kitaptaki şiirlerin en eskisi, neşri sırasında alt tarafına konulan kayda göre 23 Hazi­ran 1904 tarihini taşıyan "Bir Mersiye"dir. Şiirlerin çoğu şairin kendi çevresinde mü­şahede ettiği toplumun acılarını dile ge­tirir. Böylece daha sonraki bir manzume­sinde belirteceği, "İnan ki her ne demiş­sem görüp de söylemişim" formülü bu ilk kitabından itibaren gerçekleşmeye başla­mıştır. Mehmed Akif in toplumun alt taba­kasına mensup insanların hastalık, ölüm, fakirlik, sefalet, iptilâlar ve kötü yönetim karşısındaki çaresizliğini, suskunluğunu bir fotoğraf gerçekçiliğiyle ve küçük manzum hikâyeler şeklinde anlattığı şiirleri şunlar­dır: "Hasta", "Küfe", "Hasır", "Meyhane", "Mezarlık", "Bayram", "Selma", "Seyfi Ba­ba", "Kör Neyzen", "İstibdat", "Mahalle Kah­vesi", "Köse İmam", "Âhiret Yolu", "Yemiş­çi İhtiyar." Yine toplumun daha üst yapı­da ve daha soyut meselelerini dile getiren manzumeleri de "Durmayalım", "Geçinme Belâsı", "Merhum İbrahim Bey", "Azim", "Canan Yurdu", "Bir Mezar Taşına Yazıl­mıştı" ve "Âmin Alayıdır. "Kocakarı ile Ömer" ve "Dirvas" başlıklı, konusunu İs­lâm tarihinden alan iki manzum hikâye ile birer ideal devlet adamı portresi çizerken "Acem Şahı", "İstibdat", "Hürriyet" başlıklı şiirler şairin dönemin siyasî yöneticilerine karşı tenkitleridir. Bunlara daha soyut / felsefî mânada insanı ele aldığı "İnsan", "Bir Resmin Arkasına", "Bu da Bir Mezar Taşı İçin Yazılmıştı", "Tercümedir", "Hüsrân-ı Mübîn", "Hasbihal" adlı manzumeler eklendiğinde ilk Safahat'taki kırk dört şii­rin toplumu ve içindeki insanı işlemekte olduğu görülür. Bunların dışında kalanlar­dan "Fâtih Camii" çocukluk hâtıralarını, "Bir Mersiye", "Selma", "Merhum İbrahim Bey" yakınlarının ölümü üzerine duygula­rını, "Ressam Haklı", "Şair Huzurunda Mü­nekkit", "Bebek yahud Hakk-ı Karâr" şairin nükte ve hiciv tarafını yansıtır. Çoğu lirik tarzda olan "Hasbihal", "Canan Yurdu", "Gül-Bülbül", "İstiğrak" ve özellikle "Tevhid yahud Feryad" şairin dinî-mistik duy­gularını ifade eder.

 

Eserin bundan sonraki bölümleri yine Safahat üst başlığı ile fakat ayrı adlarla yayımlanmıştır. İkinci kitap Süleymaniye Kürsüsünde adıyla tek ve uzun bir me­tindir. 1912'de Sırât-ı Müstakîm'de (bu sırada Sebîlürreşâd adını almıştır) dokuz sayı tefrika edildikten sonra aynı yıl kitap olarak da çıkar. Birinci şahıs ağzından bir tahkiye olan eserin başında şair Galata Köprüsü'nden Yenicami'ye doğru gitmek­tedir. Halic'in yosunlu suları ve bakımsız sokaklar birtakım nüktelerle anlatılırken yol üzerindeki Yenicami, daha sonra Sü­leymaniye Camii sanatkârane bir şekilde tasvir edilir. Caminin kürsüsünde yaşlı bir vaiz konuşmaktadır. Hikâyenin bundan son­rası, aslen Özbekistanlı olan bu vaizin do­laştığı Türk-İslâm dünyasında gördükle­rini zaman zaman yorumlayarak anlattık­larıdır. Mehmed Akif'in, İslâm coğrafyasını ve ka­vimlerini dikkate alarak İslâm idealiyle (İs­lamcılık) ilgili fikirlerini dile getiren ilk ese­ri olması bakımından Süleymaniye Kür­süsünde ayrı bir önem taşır. Ona göre İslâm toplumunun çöküşünün sebebi İs­lâm'ın aslî kaynaklarından uzaklaşılmasıdır. Kürsüde konuşan vaizin anlattıklarıy­la, o yıllarda İstanbul'a gelen Özbekistan­lı Abdürreşid İbrahim'in aynı dönemde ya­yımlanan Âlem-i İslâm ve Japonya'da İntişâr-ı İslâmiyyet adlı kitabında İslâm coğrafyası hakkında yazdıkları arasında pa­ralellik bulunmaktadır. Bu bilgilerin dışın­da "İslâm'ı asrın idrakine söyletmek" için yapılan yorumlar doğrudan doğruya Akif'e aittir. Vaizin konuşması bir dua ile sona erer.

 

Hakkın Sesleri adını taşıyan üçüncü ki­tap (İstanbul 1331) Balkan savaşları yılları­nın acılarını dile getiren on şiirden oluşur. 1913 yılının Ocak-Mayıs aylarında Sebîlürreşâd'da çıkan ve kronolojik sırayla kita­ba giren ilk dokuz manzumeden sekizi Kur'ân-ı Kerîm'den bazı âyetlerin, biri bir hadisin serbest yorumunu ihtiva eder. So­nuncu şiir "Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi" başlıklı kısa bir manzumedir. Başlıkları ol­mayan şiirlerde âyet veya hadis metni ve tercümesinden sonra manzume metni gel­mektedir. Gerek âyetlerin gerekse hadisin ortak mealleri insanların kendi hataları se­bebiyle uğradıkları musibetlerin etrafında toplanmaktadır. Mevlid gecesiyle ilgili şiir ise bu musibetlerden ibret alıp uyanmaya bir çağrı ve Hz. Peygamber'in ruhaniye-tinden istimdat mânası taşımaktadır. Ki­tabın sonunda Akif'in yakın dostlarından Ferit Kam'ın "Enîs-i Ruhum Akif'e " hitabıyla sanata ve şiire dair bir çeşit takriz mahiyetindeki mektubu bulunmaktadır.

 

Safahat'ın, adı ve mahiyeti bakımından ikinci kitapla benzerlik gösteren dördün­cü kitabı Fâtih Kürsüsünde de (İstanbul 1332) tek ve uzun bir manzumeden olu­şur. 1913-1914 yılları içinde Sebîlürreşâd'ın yirmi sekiz sayısında tefrika edil­miştir. Başlangıçta, Anadolu yakasından vapurla gelip Galata Köprüsü'ne inen iki arkadaş buradan yürüyerek Fatih'e gider. Yolda yine nükteli bir sohbet esnasında etrafta gördükleri şeyler hakkında bazan bunların getirdiği çağrışımlarla birtakım dinî, siyasî konularla dil ve edebiyat konu­larına girip 11. Meşrutiyet hareketinden sonra ortaya çıkan bozuklukları eleştirir­ler. Nihayet Fâtih Camii'ne giren iki arka­daş kürsüdeki vaizi dinlemeye başlar. Va­azın konusu çalışma hakkındadır. Vaiz ko­nuşmasının içinde bir laytmotif gibi, "Be­kayı hak tanıyan, sa'yi bir vazîfebilir / Ça­lış, çalış ki beka sa'y olursa hak edilir" mıs­ralarını altı defa tekrar eder. Manzume­nin bu beyitle birbirinden ayrılan parçala­rının her birinde hilkatin, gezegen ve yıl­dızların, bulutların, maddenin en küçük parçalarının, yeryüzündeki varlıkların, kı­saca bütün kâinatın devamlı hareket ha­linde olduğu söylenir. Eski İslâm medeni­yetinden ve Batı'dan örnekler verilerek ça­lışmanın hak edilen semeresi ortaya ko­nur. Doğu milletleri ve İslâm dünyası dal­dığı derin uykudan uyanmalı ve miskinlik­ten kurtulmalıdır. Böylece Akif, Süleyma­niye Kürsüsünde tasvir ettiği İslâm dün­yasının perişanlığını onun tembelliğine, kur­tuluşunu da çalışmasına bağlamaktadır. Ona göre ebedî hayatın varlığına inanıldığı kadar çalışmanın da insanlık görevi oldu­ğuna inanmak gerekir. Bu kitap da vaizin bir duasıyla sona erer.

 

Hakkın Sesleri ile paralellik gösteren beşinci kitap Hâtıralar başlığını taşır (İs­tanbul 1335). Manzumelerin çoğunun Se­bîlürreşâd'daki neşir tarihleri 1913-1915 yılları arasıdır. Bazılarının altında Berlin'de kaleme alınmış olduğu kaydı bulunmak­tadır. Kitaptaki on manzumeden dördü âyet, ikisi hadis meallerinin serbest yoru­mudur. Bu defa Balkan savaşlarının yol açtığı facialara I. Dünya Savaşı acıları da eklenmiştir. Altı şiirin dışında kalan "Uyan" başlıklı manzume halkı meskenetten uyar­mayı hedefler. Kitabın son üç şiiri Akif'in 1914-1915 yıllarında gerçekleştirdiği üç seyahatin intibalarını taşır. Bunlardan "el-Uksûr'da" Mısır'a yaptığı ziyarette tarihî harabeler karşısındaki duygularını anlatır; uzun bir manzume olan "Berlin Hâtıraları'nda Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın verdiği gö­revle gittiği Berlin'de çeşitli yönleriyle Doğu'yu ve Batı'yı karşılaştırır. Şiirin doku­zuncu bölümü "Târîh-i Kadîm" sebebiyle Tevfik Fikret ve arkadaşlarının tenkidi için kaleme alınmıştır. Kitaba ikinci baskısın­da giren (1918) sonuncu şiir "Necid Çölle­rinden Medine'ye" ise şairin aynı teşkilâ­tın verdiği görevle gittiği Necid'den Medi­ne'ye kadar olan yolculuğunu ve Hz. Peygamber'in kabrini ziyaretinde yaşadığı duy­gularını dile getiren en lirik şiirlerindendir.

 

Safahat'ın altıncı kitabı Asım (İstanbul 1342) Akif'in yazılışı ile basılması arasında­ki sürenin en uzun olduğu eseridir. Âsım'ın ilk parçaları Sebîlürreşâd'da 1919 Eylü­lünde çıkmaya başlamış, araya Mehmed Akif'in Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçişi ve faaliyetleri girmiş, bu sebeple dergide sadece bir kısmı uzun ara­lıklarla çıkabilmiştir. Hacimce ilk Safahat­tan sonra en genişi ve manzum diyalogla­rının en uzunudur. Kitabın tamamına ya­kın bölümü Hocazâde ile Köse İmam ara­sında geçer. Arada ve sonda Âsım'ın ve Emin'in konuşmaları da bulunur. Yer yer dinî-lirik ve millî heyecan gösteren parça­ların bulunduğu bu diyalog şu konular et­rafında çerçevelenebilir: I. Dünya Savaşı içinde Çanakkale muharebelerinden bir müddet sonra İstanbul'da Hocazâde'nin Sangüzel'deki evinde Köse İmam ile Ho­cazâde uzun bir sohbete girişir. Mehmed Akif'i temsil eden Hocazâde'nin babası, Köse İmam'ın da vaktiyle hocası olmuştur. Hocazâde'den bir önceki nesle mensup olan Köse İmam dertleşmek için Hocazâde'nin evine gelmiştir. Önce komşusunda geçen bir olaydan bahsedecek, ardından oğlu Âsım'dan dert yanacaktır. Komşudaki olay vesilesiyle Köse İmam şahidi olduğu bir­takım üzücü hadiseleri fıkralarla, hikâye­lerle süsleyerek anlatır. Aile kurumu çök­mektedir. Köylünün sağlığı gibi ahlâkı da bozulmuş, geçimi ise bitmiş tükenmiştir. Millet basiretsiz ve kötü idarecilere körü körüne uymaktadır. Birbirini anlamayan eski nesil-yeni nesil, halk-aydınlar, mektep-medrese ikiliği memleketi gittikçe de­rinleşen bir çatışmaya sürüklemektedir. Köse İmam'ı bedbin eden bu gerçeklerin karşısında Hocazâde ümitlidir. Doğu yahut İslâm dünyası bu uyuşukluktan kurtula­caktır. Âsim bu ümidin en güzel örneği­dir. Âsım'ın nesli her türlü imkânsızlık ve kötü şartlar içinde mücadele vermiştir. Bunun son örneği Çanakkale savaşlarıdır. Burada Âkif in Çanakkale şehidleri için yazdığı uzun lirik parça Hocazâde'nin ağzın­dan söylenir. Kitap, savaştan kurtulmuş bir vatanda İslâm'ın ve Türklüğün gelece­ği için Batı'nın ilmini, tekniğini kazanmak üzere Âsım'ın Avrupa'ya gönderilmesiyle sona erer.

 

Mehmed Akif'in Mısır'da yaşadığı sırada Kahire'de yayımlanan Safahat'ın son kitabı Göigeler'dir (Kahire 1352). On yedisi kıta olmak üzere kitapta yer alan kırk bir şiir­den en eskisi 4 Temmuz 1334 (1918) ta­rihini taşırken Akif'in sağlığında basılmış son şiiri de 22 Ağustos 1349 (1933) tarihli "Sanatkâr" başlıklı manzumedir. Gölgeler­de 1918-1921 tarihlerini taşıyanların çoğu, özellikle bunlar arasında yine âyetlerin ser­best yorumları olan "Hâlâ mı Boğuşmak", "Yeis Yok" ve "Azimden Sonra Tevekkül" manzumeleri öncekiler gibi irade, ümit ve gayret temaları üzerine kurulmuşken di­ğerleri genellikle şairin Mısır'daki bir çeşit sürgün hayatını ve bedbinliklerini yansıtır. Beklediği İslâm idealinin gerçekleşmeme-sinin verdiği ümitsizlikle vatanından uzak yaşamaya mecbur bir ruh halinin doğurdu­ğu karamsarlık "Hüsran", "Şark", "Umar mıydın?", "Mehmed Ali'ye", "Bülbül", "Ley­lâ", "Firavun ile Yüzyüze", "Vahdet" şiirle­rinde açıkça hissedilir. Gölgelere asıl özel­liğini veren ise hayatında ve eserinde ta­savvufa meyletmemiş olduğu bilinen şai­rin dinî fikirlerinin mistik duygulara yönel­diği "Gece", "Hicran" ve "Secde" şiirleridir. Altlarındaki kayıtlara göre ikamet etmek­te olduğu Hilvan'da bir duygu yoğunlu­ğuyla yazıldığı anlaşılan şiirler Akif'in en lirik parçalarındandır. Bunlara yine ben­zer ruh halini yansıtan "Said Paşa İmamı" ve "Hüsam Efendi Hoca" manzum hikâye­leri de eklenebilir. "Sanatkâr" başlıklı şiiri ise Akif'in Müslümanların dertleri ve ha­yal kırıklıkları ile geçen hayatının kısa, duy­gulu bir özeti olduğu gibi Safahat'ın ön­ceki ciltlerinde belirmeyen, fakat şahsiye­tinin önemli bir tarafını teşkil eden sanat sevgisini, özellikle de Batı mûsikisine olan ilgisini aksettirir.

 

Safahat'ın her kitabı ayrı ayrı olmak üzere Mehmed Akif hayatta iken birkaç defa basılmış, ölümünden sonra ve özel­likle vefatının 5O. yılından itibaren pek çok yayınevi, resmî ve özel kuruluşça bugüne kadar yedi kitap bir arada olarak bazıları inceleme de ihtiva etmek suretiyle 100'-den fazla baskısı yapılmış, böylece Safa­hat Türkiye'de en çok tiraja ulaşan şiir ki­taplarından biri olmuştur. Bu basımlar arasında Akif'in Safahat'a almadığı şiir­leriyle beraber (Safahat, İstanbul 1987), bütün şiirlerin ilk yayın tarihleri, dergide ve çeşitli basımlarındaki karşılaştırmaları, özel adlar fihristi (Safahat: Edisyon Kritik, Ankara 1990) ve eski-yeni harflerle tenkitli neşir (Safahat, İstanbul 1991) olmak üze­re önemli birkaç yayın M. Ertuğrul Düzdağ tarafından gerçekleştirilmiştir. Ayrı­ca İsmail Hakkı Şengüler'in on ciltlik Açık­lamalı ve Lügatçeli Mehmed Âkit Külliyatı'nın (İstanbul 1990-1992) I-IV. ciltleri Safahat'a ayrılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

(Safahatla İlgili çeşitli tema ve konular üzerin­de araştırma, dil ve üslûp çalışmaları olmak üze­re pek çok kitap, makale, yüksek lisans ve dokto­ra tezleri bulunmaktadır; burada sadece eser hak­kında yapılmış genel değerlendirme ve yorumlar gösterilmiştir). Mehmed Akif Ersoy, Safahat: Es­ki ve Yeni Harflerle Tenkidli Neşir (haz. M. Er­tuğrul Düzdağ). İstanbul 2007, hazırlayanın girişi, s. 19-65; Ali Nihad Tarlan, Mehmed Âkif ue Sa­fahat, İstanbul 1971, s. 52-134; Ö. Faruk Huyugüzel, "Mehmet Akif in Asım'da Başvurduğu An­latım Vasıtaları ve Teknikleri", Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif Ersoy (nşr. MÜ Fen-Edebi-yat Fak), İstanbul 1986, s. 31-52; M. Orhan Okay, Mehmed Âkif: Bir Karakter Heykelinin Anato­misi, Ankara 1989, s. 37-59, ayrıca bk. tür.yer.; Mustafa Can, "Safahatın Konu Bakımından Tas­nifi", Mehmet Âkif İlmî Toplantısı, Bildiriler (nşr. Millî Kütüphane), Ankara 1989, s. 63-80; Fevziye Abdullah Tansel. Mehmed Akif: Hayatı ve Eser­leri, Ankara 1991, s. 147-198; İnci Enginün. "Sa-fahat'ta İstanbul'un Romanı", Vefatının 60. Yı­lında Mehmed Âkif Sempozyumu Bildirileri (haz. İnci Enginün), İstanbul 1997, s. 63-77; Nu­rettin Topçu. Mehmet Akif, İstanbul 1998, s. 57-73; Sezai Karakoç, Mehmed Âkif, İstanbul 1999, s. 33-46; Himmet Uç, Mehmet Âkif ue Hikâye San'atı, Ankara 2000; M. Ertuğrul Düzdağ, Meh­med Âkif Ersoy, İstanbul 2004, s. 161-176; Fa­zıl Gökçek, Mehmet Akif in Şiir Dünyası, İstan­bul 2005; M. N. [ecmettin] Hacıeminoğlu, "Safa­hat'm Dil ve Üslûbu", TDED, XVIII (1970), s. Si­li 2; Mustafa Tatçı, "Safahafta Tasavvufi Un­surlar", Gazı Üniversitesi Eğitim Fakültesi Der­gisi, II/l, Ankara 1986, s. 157-171.

M. Orhan Okay, DİA, 35

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi