Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

(1892-1959)

Eğitimci, yazar.

İstanbul’da doğdu. Babası, aslen Sivaslı olup XVII. yüzyılda Selânik’in Köprülü kazasına yerleşen Vâizzâdeler ailesinden askerî doktor Eşref Ruşen Bey, annesi Yaver Mehmed Paşa’nın torunlarından Nimet Fıtnat Hanım’dır. Henüz dört beş yaşlarında iken annesi veremden öldü. Babası da ihtisas için Berlin’e gidince Ruşen Eşref amcası Tevfik Paşa’nın yanında kaldı. İlk ve orta öğrenimini Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nde tamamladı (1911). Aynı yıl hem Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne girdi hem de Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nin birinci sınıfında Türkçe öğretmeni oldu. Bu görevi yanında Askerî Baytar Mektebi Fransızca öğretmenliğiyle (Mart 1912) Dârülmuallimîn-i Âliye Fransızca ve Türkçe öğretmenliğini de üstlendi (Aralık 1913). Fransızca’dan yaptığı tercümelerle matbuat hayatına girdi (1914). Dönemin ünlü yazar ve fikir adamlarıyla olan röportajları Türk edebiyatında yeni bir çığır açtı. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Güney Kafkasya heyetiyle yapılacak barış görüşmeleri için Vakit gazetesinin muhabiri sıfatıyla Batum’a gitti; Yenigün gazetesinin muhabiri olarak üç ay sürecek Kafkasya seyahatine çıktı (1918). Bu arada kısa aralıklarla İstanbul Rus Ticaret Mektebi, İngiliz High School, Alman Ticaret Mektebi (1917-1918), Robert College (1918-1919) gibi okullarda öğretmenlik yaptı. Derslerinin yoğunluğu sebebiyle 1915’te istifa ettiği Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi edebiyat öğretmenliğine yeniden tayin edildi (1919). Millî Mücadele’nin başlangıcında Tasvîr-i Efkâr gazetesinin muhabiri olarak Anadolu’da çeşitli vilâyetlerde bulundu (10 Ekim - 21 Kasım 1919). Daha sonra Millî Mücadele’ye fiilen katılmak üzere Ankara’ya gitti (21 Ocak 1921). Anadolu Ajansı’nın idare heyeti üyeliğine getirildi ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin yazar kadrosuna girdi. Londra Konferansı’na gönderilen heyette matbuat müşaviri sıfatıyla görevlendirildi. Ardından Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin muhabiri olarak Batı Cephesi’ne yollandı (13 Temmuz 1921). Aynı yıl Ankara Erkek Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Bu yılın sonlarında Buhara elçiliği başkâtipliğine gönderildiyse de yol şartları yüzünden görev yerine ulaşamadı. 1923’te Afyonkarahisar mebusu olarak Meclis’e girdi ve 1933 yılına kadar üç dönem mebusluk yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Riyâset Divanı kâtipliği, Maarif Encümeni mazbata muharrirliği ve Hariciye encümenliği görevlerinde bulundu. Dil Encümeni’ne üye seçildi. Türk Dili Tedkik Cemiyeti umumi kâtipliği yaptı ve ardından Cumhurbaşkanlığı umumi kâtipliğine tayin edildi (1933). Daha sonra Tiran (1934), Atina (1934-1939), Budapeşte (1939-1943), Roma (1943-1944), Londra (1944-1945) ve Atina (1945-1952) büyükelçiliklerinde bulundu; 9 Eylül 1952’de emekliye sevkedildi. Emeklilik yıllarını yazı yazmakla geçiren Ruşen Eşref 21 Eylül 1959’da öldü ve Âşiyan Mezarlığı’na defnedildi.

İlk yazıları Tevfik Fikret’in teşvikiyle Servet-i Fünûn’da yayımlanan Ruşen Eşref tarihî konulardan günün sosyal meselelerine, hikâyeden mensur şiire, denemeden tiyatroya kadar çeşitli edebî türlerde eser vermekle birlikte daha çok röportajlarıyla ün kazanmıştır. Bunların başında önce “Edebî Ziyaretler ve Mülâkatlar” başlığıyla yayımlanıp daha sonra Diyorlar ki adını verdiği ünlü eseri gelir. Ruşen Eşref, Yeni Mecmua’nın “Çanakkale Nüsha-i Fevkalâde”sinde yayımladığı “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat” adlı röportajıyla Mustafa Kemal’i ilk defa Türk okuyucusuna tanıtmıştır. I. Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet devri hatipleri arasında sayılan, büyük bir gözlemci ve tasvir ustası olan Ruşen Eşref gezip dolaştığı yerlerin sadece dış görünüşlerini anlatmakla kalmaz, onları aynı zamanda tarihî ve estetik hüviyetleri içinde de canlandırmaya çalışır. Onun Millî Mücadele yıllarında kaleme aldığı yazıları ise millî duyguları tarihî atmosfer içinde ve büyük bir heyecanla işleyen Türk edebiyatının en dikkate değer örneklerini meydana getirir.

Eserleri.

1. Diyorlar ki (İstanbul 1918; sadeleştirilmiş yayımı, Şemsettin Kutlu, Ankara 1985; haz. Necat Birinci - Nuri Sağlam, Ankara 2002). Dönemin ünlü şair, yazar ve fikir adamlarıyla Eski Türk edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, Servet-i Fünûn edebiyatı, Fecr-i Âtî edebiyatı, Millî Edebiyat, genç edebî nesil ve Türk edebiyatının geleceği üzerine yaptığı, Türk Yurdu dergisiyle Vakit gazetesinde yayımlanmış röportajlardan oluşmaktadır. 1916-1918 yıllarında sırayla Abdülhak Hâmid, Nigâr Hanım, Sâmipaşazâde Sezâi, Halit Ziya, Cenab Şahabeddin, Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik, Mehmed Emin, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Ziya Gökalp, Köprülüzâde Fuad, Ömer Seyfeddin,

Refik Halit, Fazıl Ahmet, Ahmed Hâşim ve Ali Kemal ile yapılan mülâkatlardan meydana gelen eser Türk röportaj edebiyatının ilk ve en önemli örneklerinden biridir.

2. Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat (İstanbul 1930). Yeni Mecmua’nın “Çanakkale Nüsha-i Fevkalâde”sinde yayımlanan (III, İstanbul 1918) röportajın kitap haline getirilmiş şeklidir.

3. Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki (İstanbul 1960). Çanakkale gazilerinden üç er ve iki subayla yaptığı, Yeni Mecmua’nın “Çanakkale Nüsha-i Fevkalâde”sinde yayımlanan röportajlardan meydana gelmektedir.

4. İki Saltanat Arasında (İstanbul 1918). Sultan Mehmed Reşad’ın ölümü, VI. Mehmed’in ilk bayramlaşma töreni ve kılıç kuşanması hakkında yazdığı, Vakit gazetesinde çıkan üç yazıyı bir araya getirmiştir.

5. Geçmiş Günler (İstanbul 1919). Çeşitli gazetelerde yayımlanan yazıları “Tarihten Yapraklar”, “Fikir ve Şiir Âleminde”, “Birkaç Musâhabe” başlıkları ile kitaplaştırılmıştır.

6. Tevfik Fikret: Hayatına Dair Hâtıralar (İstanbul 1919). Tevfik Fikret’in şahsî özelliklerine, şairliğine, şiirlerine, eğitim anlayışına, Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ndeki öğretmenlik dönemine, Âşiyan’a, hastalığına ve ölümüne dair müellifin dergilerde çıkan yazılarından oluşmaktadır.

7. İstiklâl Yolunda (İstanbul 1922). Çoğunluğu Hâkimiyet-i Milliye’de olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerdeki, Millî Mücadele ve Londra Konferansı’yla ilgili yazılarını ihtiva etmektedir. 1960 yılında birtakım ilâve ve düzeltmelerle üç bölüm halinde yeniden yayımlanmıştır.

8. Ayrılıklar (İstanbul 1923). Millî Mücadele yıllarında uzunca bir süre İstanbul’dan uzak kalan yazarın büyük hasret duygusu içinde kaleme aldığı ve bir kısmını daha önce çeşitli dergi ve gazetelerde yayımladığı yazılarından meydana gelmektedir.

9. Damla Damla (İstanbul 1928). Türk matbuatında Latin alfabesiyle basılan ilk kitaptır ve yazarın mensur şiir formunda yazdığı metinleri içermektedir.

10. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar-Hatıralar (Ankara 1933). Yazar bu eserinde, Türk Dili Tedkik Cemiyeti’nin kurulduğu 12 Temmuz 1932’den ilk dil kurultayının sona erdiği 5 Ekim 1932’ye kadar gördüğü ve yaşadığı hadiseleri hemen hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan titizlikle anlatmaktadır. 11. Boğaziçi-Yakından (İstanbul 1938). Daha önce Milliyet gazetesinde çıkan yazıların bazı değişiklik ve ilâvelerle yayımlanmış şeklidir.

12. Sur la littérature turque (Budapest 1943). Yazarın Budapeşte büyükelçiliği sırasında Macaristan-Türkiye Dostluk Cemiyeti’nce düzenlenen bir toplantıda Fransızca olarak verdiği konferansın metnidir.

13. Sur la civilisation de la Grèce antique (Athènes 1950). Müellifin 14 Haziran 1948 tarihinde Atina’da yaptığı bir konuşmanın Fransızca metni olan kitap aynı yıl Yunanca’ya da çevrilmiştir.

14. Atatürk Tarih ve Dil Kurumları-Hatıralar (Ankara 1954). Agâh Sırrı Levend’in önsözüyle yayımlanan kitap, VII. Türk Dil Kurultayı’na başkan seçilen Ruşen Eşref’in kurultay sırasındaki hâtıralarından oluşmaktadır.

15. Atatürk ve Millî Tesanüt (İstanbul 1954). Mustafa Kemal Paşa’nın, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışından Cumhuriyet’i ilânına kadar geçen süre içinde hem cephelerde hem siyasî hayatta yaptığı mücadeleyi ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra gerçekleştirdiği inkılâpları anlatmaktadır.

16. Atatürk’ü Özleyiş-Hatıralar (Ankara 1957). “Özleyiş” ve “Atatürk Devri Hâtıraları” genel başlıkları altında Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden alınıp Anıtkabir’e götürüldüğü 10 Kasım 1953 tarihinden itibaren Dünya gazetesinde iki bölüm halinde yayımladığı ve Millî Mücadele içinde Atatürk’ü en geniş hatlarıyla ele aldığı hâtıraların birinci bölümünü ihtiva etmektedir. Zaferden sonraki devreyi kaleme almaya başladığı ikinci bölümü tamamlayamamıştır.

17. Galatasaray ve Futbol-Hatıralar (İstanbul 1957). Eserde, yazarın Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ndeki öğrencilik ve aynı okuldaki ilk öğretmenlik yıllarına ait spor hâtıraları ile Galatasaray Futbol Kulübü’nün kuruluş yılları anlatılmaktadır.

18. Atatürk’ün Hastalığı-Prof. Dr. Nihad Reşad Belger’le Mülâkat (İstanbul 1959). Atatürk’ün yakalandığı siroz hastalığının ortaya çıkışı, geçirdiği safhalar ve uygulanan tedavi yöntemleri hakkındadır.

19. Ruşen Eşref Ünaydın’dan Hasan Âli Yücel’e “Diyorlar ki” İçin Bir Mektup (İstanbul 2001). Diyorlar ki adlı kitabının ortaya çıkış sürecini ve dönemin edebî ortamını ayrıntılı biçimde kaleme aldığı bu eser yazarın terekesinden çıkmış ve Nuri Sağlam tarafından yayıma hazırlanmıştır.

Yazarın bunların dışında Andersen’den Çocuk Hikâyeleri-Andersen’in Masalları (İstanbul 1920), Vergilius’tan Çoban Şiirleri-Bükolikler (İstanbul 1929), Emile Ludwig’den Âdemoğlu: Bir Peygamberin Tarihi (İstanbul 1929) ve Napoleon (İstanbul 1931), Leon Cahun’dan Fransa’da Ârî Dillere Tekaddüm Etmiş Olan Lehçenin Turanî Menşei (İstanbul 1930), Dostoyevski’den Beyaz Geceler (İstanbul 1934) adlı tercümeleri vardır. Ünaydın, mekteplerde okutulmak üzere derlenen Yeni Kıraat Kitabı (İstanbul 1917), Cumhuriyet Kıraati (İstanbul 1926) ve Seçme Yazılar (İstanbul 1928) adlı eserleri hazırlayan komisyonda da görev yapmıştır. Ruşen Eşref Ünaydın’ın Dergâh, İctihad, İleri, Tasvîr-i Efkâr, Hâkimiyet-i Milliye, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua gibi dergi ve gazete sayfalarında kalan tercüme ve telif hikâyeleri, denemeleri, terekesinden çıkan çocuk şiirleri, daha önce basılmış eserleriyle birlikte Necat Birinci ve Nuri Sağlam tarafından Ruşen Eşref Ünaydın-Bütün Eserleri adıyla” otuz üç kitaptan oluşan on dört ciltlik bir külliyat halinde yayımlanmıştır (Ankara 2002).

BİBLİYOGRAFYA:

İsmail Habip [Sevük], Edebî Yeniliğimiz, İstanbul 1932, II, 480-483; Mustafa Nihat Özön, Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1945, s. 434-435; Gövsa, Türk Meşhurları, s. 393; Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Tarihi, İstanbul 1976, II, 1241; Necat Birinci, Ruşen Eşref Ünaydın’dan Seçmeler, Ankara 1982, s. 5-19; a.mlf., Ruşen Eşref Ünaydın, Ankara 1988; a.mlf., “Ünaydın, Ruşen Eşref”, TDEA, VIII, 489-490; Ruşen Eşref Ünaydın’dan Hasan Âli Yücel’e “Diyorlar ki” İçin Bir Mektup (haz. Nuri Sağlam), İstanbul 2001; Nuri Sağlam, “Diyorlar ki” Muharriri Çeşmeler Kâşifi İstanbul Seyyahı Ruşen Eşref Ünaydın, İstanbul 2004.

Nuri Sağlam, TDV, ilt: 42; sayfa: 337 

 


 

RUŞEN EŞREF

Uzun, endamlı bir boy, geniş omuzlar, kuvvetli bir boyun, kalkan gibi yuvarlak şişkin bir göğüs. Tabiî bir alın, gür, siyah saçlar, dolgun, kırpık bir bıyık altında etli dudaklar. İçinde şen bir ışık yanan gözler. Sıhhatli yüzü, yuvarlak çizgili gülüşü, tok, dolgun sesiyle ansızın hususileşen bir adam. İşte Ruşen Eşref.

Onu ilk defa eski Darülmuallimin’de görmüştüm. Hançere-sindeki ses varyasyonu, taklit kabiliyeti dikkatime çarptı. 0, sadâyı hançeresinin potasında eritip istediği kıvama koyuyor, dilediği diyapazona vurup akort ediyordu.

O vakitler daha neşriyata başlamamıştı. Yalnız Tevfik Fikret hakkında bazı fikirlerini öğrenmiş, Hamdullah Suphi ile bu mevzua dair yazdıklarını okumuştuk. Fikret’i müdafaa ederken, ondaki bilgi ve mukayese genişliği de belirmiş oldu. Bu satırlarda belki sevgi adesesinden geçmiş mübalağalı taraflar vardı. Fakat bu sevgi, hiçbir zaman onda şuursuz bir his taraftarlığı haline girmiyordu.

Sonra, İstiklâl gazetesinde görüştük. Ara sıra Flober gibi ağzından mağrur sözler, indî hükümler kaçırır ve yine herkesten önce bunların farkına vararak bıraktıkları ham meyve tesirini gidermeye çalışırdı. Denilebilir ki acemilik çağı geçirmeden olgunlaştı. Ben, Ruşen Eşrefin bu mazhariyetini, okumasına veriyorum. Onu bocalamaktan kurtaran, zengin tetebbularıdır.

Hâdiselere bir Ralanti dikkatiyle bakar. Vakanın akışını bütün teferruatıyla zapt eden müthiş bir dikkati, canlandırıcı bir görüşü ve istifli bir hafızası var.

Bu değerli yaradılışının ilk izini, ben, Sultan Reşad’ın cenazesine ait tasvirlerde gördüm. Ruşen Eşref, bu yazılarında, tam Gonkur kardeşler gibi, kılı kırka yaran bir dikkat içindedir.

Sıcak su damlalarının ölü bir deri üstünden akışı, vücudun en mahrem yerlerine kadar her tarafı bu kalemin objektifinden kaçamamıştır. Yalçın, amansız bir realizm, bu tasvirlerin satırlarında adetâ nabızlanır.

Mütareke yıllarında Ruşen Eşref bizim için yepyeni bir şey yaptı. Tanınmış edipleri, birer birer dolaşarak Diyorlar &/’sini meydana getirdi.

Bu, sonradan yüzlerce taklidini gördüğümüz anketlere benzemez. Onda bir sanatkâr görüşüyle, fikrin sınırlarını kucaklamış olgun bir insan düşünüşünü sezersiniz. Girdiği yerde kalemi, bir aydınlık gibi dolaşıyor. Size falan şairin, filân edibin, şu romancının, bu ilim adamının bütün hususi rengini gösteriyor. Yani şunu demek istiyorum ki bu anketlerin, anketçiye ait, sanat dolu, zengin tarafı asıl mevzudan ziyade hoşa gider.

Mütareke içinde Anadolu’ya geçti. Orada hem kalemi hem bilgisiyle hizmet etti. Bu değişiklik, onun meslek hayatında da başka ufuklar açtı. Bir muallim diye girdiği mücadele meydanından bir mebus ve nihayet bir diplomat olarak çıktı.

Bazı varlıklar, çetin kabuklu meyvelere benzerler. Hâdiselerin çekici, üzerlerine değmeden, üzerlerindeki cevheri ortaya koymaz. Ruşen Eşrefi de bunlardan biri sayabiliriz.

İnkılâpsız, ihtilâlsiz, millî mücadelesiz bir Ruşen Eşref, belki de yalnız bir sahanın kıymeti olarak kalıp gidecekti.

Rus edebiyatından yapılan ilk kuvvetli tercümeleri de, yine onun kalemine borçluyuz. Türk Yurdu'nda, öteki mecmualarda çıkan bu tercümeler, hem asıllarına kıymet verdirecek derecede sağlam çevrilmeler, hem de güzel bir seçişin mahsulleri idi.

Uzunca bir susuştan sonra, bir gün o, bize Damla Damlası m verdi. Damla, burada küçüklüğün, miniminiliğin remzi değildir. Onu, bilâkis bir gururun ifadesi saymalıyız.

Ruşen Eşref, Damla Damla'sıyla bize kendini dirhem dirhem satıyor. Çünkü bu damlalara, gönül imbiğinden süzülmüş duygu inciler gözüyle bakmaktadır.

Bunları, ben, ilk okuduğum zaman mensur birer rubaiye benzetmiştim. Yalnız küçük, kısa oldukları için değil. Hayır, bunlarda da, tıpkı rubailer gibi, küçük mahfazalara büyük düşünceler, derin duygular sığdırmak istenen bir hal sezdiğim için, kafamda bu teşbih doğmuştu.

Evet, Damla Damla'da modern bir Hayyam tadı duyulur. Epiküryen bir felsefenin gölgesi onun da sayfaları üstüne düşmüş gibidir.

Hayat, kendisine güler yüz gösterdi. Bir sanatkâra lâzım olan her şeyi verdi. Bol vakit, geniş yaşayış, zengin müşahede muhitleri, tetebbu vasatları birer birer önüne serildi.

Ne gariptir ki o, Atina’dan, Boğaziçi’ni yazdı. Hem de yakından kaydıyla. Kim bilir, belki de buraya döndüğü vakit, Akro-pol’u yazacak, Rumeli’ndeki Türk izleriyle konuşarak büyük bir eser yaratacak.

Bizde üslûpları parça parça ve cephe cephe incelemek âdeti yoktur. Bir adamın yazı tarzı hakkında toptan hükümler veririz. Hâlbuki Ruşen Eşref’in nesri, üstünde durulacak bir itinanın mahsulüdür.

Cümlelerini okurken, hissedersiniz ki o, bu duyguyu, şu düşünceyi böyle bir söz kalıbına sığdırmak için çok zahmet çekmiş. Yazısına mürekkepten ziyade alın teri harcamış.

Yalnız, nasıl diyeyim, bu titiz itina, bu sürekli dikkat, esere çok renk, bol ışıkla beraber fazla maddîlik de getirmiş oluyor. Şekil düzgünleşip güzelleştikçe, iç zayıflıyormuş gibi bir vehme düşüyorsunuz. Titizliğinden, esere hendesî çizgilerin düşünüşü durduran bir katılık sinmiş sanırsınız.

Hani içinden sıçraya sıçraya sıcak kan dalgaları geçen damar gibi canlı satırlar vardır. Okurken, kitapla kafanız kaynar, yaprakla deriniz birleşir. Ruşen Eşrefte böyle bir cana yakınlık yoktur. 0, şekildeki güzellik ve granit sağlamlığı ile sizi çekmek ister.

Yalnız unutmayalım ki o, henüz son sözünü söylememiştir. Hattâ belki de şimdiye kadar söyledikleri, kuracağı büyük eser âbidesinin kaidesinden başka bir şey değildir.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER