Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

CENAP ŞAHABEDDİN KİMDİR?

(1871-1934) Servet-i Fünûn dönemi şair ve nesir yazarı.

2 Nisan 1871'de Manastır'da doğdu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasın­da şehid düşen Binbaşı Osman Şahabeddin Bey'in oğludur. Babasının ölümü üzerine altı yaşlarında iken ailesiyle bir­likte İstanbul'a gitti. Bir süre Tophane'­de Mekteb-i Feyziyye'ye devam etti; da­ha sonra girdiği Eyüp Askerî Rüşdiyesi'nin yıkılması üzerine Gülhane Askerî Rüşdiyesi'ne geçti ve 1880 yılında buradan mezun oldu. Okulun benimsediği usul gereğince kura ile Tıbbiye İdâdîsi'ne gir­di, iki yıl okuduktan sonra Askerî Tıbbiye'nin beşinci sınıfına kabul edildi. 1889'da doktor yüzbaşı olarak okulu bitirdi. İyi bir derece ile mezun olduğu için 1890 yılı başlarında cilt hastalıkları sahasın­da ihtisas yapmak üzere devlet tarafın­dan Paris'e gönderildi. Burada dört yıl kadar kaldı. Avrupa dönüşü bir müddet Haydarpaşa Hastahanesi'nde hekimlik yaptı;

takip edildiği korkusuyla İstan­bul'dan uzak bir yerde görev almak için Karantina Dairesi'ne geçmeyi tercih et­ti. Mersin ve Rodos'ta karantina dok­toru olarak çalıştı. 1896'da sıhhiye mü­fettişliği göreviyle Cidde'ye gönderildi. 1898'de Cidde'den merkez müfettişliği vazifesiyle İstanbul'a döndü. Bir ara Suriye vilâyeti sıhhiye reisliğinde bulundu. II. Meşrutiyetin ilânından sonra Meclis-i Kebîr-i Sıhhî üyeliği ve Dâire-i Umûr-ı Sıhhiyye müfettişliğiyle tekrar İstanbul'a döndü. I. Dünya Savaşı başladığı sırada kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.

Aynı yıl Darülfünun Edebiyat Fakülte­si Lisan Şubesi Fransızca tercüme mü­derrisliğine tayin edildi, iki ay sonra da Garp edebiyatı müderris vekili oldu. 30 Mayıs 1919'da Darülfünun Osmanlı ede­biyat tarihi müderrisliğine getirildi. Bir gün derste Yunanlılar'ı övüp Millî Mücadele'yi küçümseyen sözler sarf ettiği ile­ri sürülerek Darülfünun öğrencileri tara­fından diğer bazı hocalarla birlikte aley­hinde nümayişler düzenlendi. Cenab'ın o sözleri söyleyip söylemediği tesbit edilemediyse de önceki bazı siyasî yazıları onu suçlu bulmaya yeterli görüldü. Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Dâniş ve Barsamyan Efendi ile beraber Dârülfünun'daki görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı (Eylül 1922). Bu olaylar üzerine bir çeşit inzivayı tercih eden Cenab Şahabeddin, daha çok edebiyat ve sanat konularında yazı faaliyetine devam etti. Son yıllarında yoğun bir şekilde üzerin­de çalıştığı sözlüğünü tamamlayamadan 13 Şubat 1934'te beyin kanaması so­nucu öldü ve Bakırköy Mezarlığı'na def­nedildi.

Cenab Şahabeddin, 1895 yılından baş­layarak ölümüne kadar devam eden ya­zı faaliyetlerinde, özellikle Cumhuriyet dönemine kadar başta şiir olmak üzere edebiyatın çeşitli alanlarında otorite ka­bul edilmiş başlıca şahsiyetlerden biri­dir. Tanzimat'tan sonra Batı edebiyatı tesirinde gelişen Türk şiirinde Abdülhak Hâmid'in ardından en büyük yenilikleri yapanlar arasındadır. Çocuk denecek yaşta şiire ilgi duyan Cenab'ı bu alana çeken ve ona ilk şiir bilgileriyle şiir yaz­ma zevkini aşılayanlar içinde Mustafa Asım Efendi, Muallim Naci ve mahalle komşuları olan Şeyh Vasfî zikredilir. Her üçü de dönemlerinde divan edebiyatı ge­leneğini sürdüren şairlerdendi. Cenab'ın ilk şiirlerinin de bu tarzda olması tabi­idir. Nitekim on dört yaşlarında iken Sa­adet gazetesinde yayımlanan (1885) ilk şiiri bir gazeldir. İlk iki yıl yazdığı tesbit edilen on dokuz parça şiirin tamamı ga­zel, çoğu da Şeyh Vasfî, Muallim Naci ve Nâmık Kemal'in gazellerine yapılmış nazîre veya tahmistir. Bu yıllardan son­ra Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Mahmud Ekrem tesiri daha belirli hale ge­lir. Yeni şiirleri Saadet gazetesiyle bera­ber Gülsen, Sebat ve İmdâdü'l-midâd dergilerinde çıkar. Henüz tıbbiye öğren­cisi iken daha çok A. Hâmid ve Recâizâ­de Mahmud Ekrem tarzındaki on sekiz parça şiirini Tâmât adıyla küçük bir ki­tap halinde yayımlar (1886).

Tıp ihtisası için Paris'te bulunduğu yıl­larda daha çok edebiyata ilgi gösteren Cenab, kendi ifadesiyle parnasyen ve sembolist şairleri okumuş, özellikle Verlaine'den etkilenmiştir. Orta seviyede, genç ve yaşlı pek çok Fransız şairini ta­nımış, onlarla uzun süre beraber olmuş­tur. Kendisinden edebiyat dersi aldığını söylediği parnas şairlerinden Charles Brevet'nin "manzumenin elfâz ile res­medilen bir levha" olduğu görüşünü be­nimsemiş, yurda döndükten sonra da şi­iri yavaş yavaş bu tesirler etrafında de­ğişmeye başlamıştır. 1895 yılı sonların­da Hazîne-i Fünûn dergisinde yayımla­nan "Benim Kalbim" başlıklı şiirini çev­resindekiler Fransızcadan tercüme san­mışlardı. Bu şiir ona Brevet'nin telkin et­tiği, kelimelerle çizilen tablo karakterindeki şiirlerinin de ilkidir. Servet-i Fünûn şairlerinin çok kullandıkları, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar hemen her şairin az veya çok denediği bir Fransız şiir formu olan sone tarzını da ilk defa Cenab "Şi'r-i Nânüvişte" adıyla yayımla­dığı şiirinde uygulamıştır (1895). Cenab bu yıllarda Mekteb, Hazîne-i Fünûn, Maarii, Malûmat gibi dergilerde şekil, muhteva ve ifade bakımından hem ken­disinin ilk şiirlerinden, hem de çevresin­de benimsenmiş şiir tarzından farklı de­nemelere girişmiştir. Özellikle Mekteb dergisinde arka arkaya çıkan şiirleriyle (Şubat 1896- Şubat 1897 arasında kırk iki şiir) hem eski hem yeni tarzda yazan şa­irler arasında dikkati çekti, yankı uyan­dırdı, hakkında olumlu veya olumsuz ya­zılar yazıldı. İki tarz şiiri savunanların cepheler haline gelmesinin bir sonucu olan Servet-i Fünûn dergisi de bir sü­re sonra onu kendi kadrosuna aldı. Ce­nab'ın bu dergiye girişi, Tevfik Fikret'in derginin edebî yönetimini ele alışından iki ay kadar sonrasına rastlamıştır.

Cenab Şahabeddin'in Türk şiirine ge­tirdiği yenilikler arasında, o zamana ka­dar Türk edebiyatında kullanılmamış ye­ni ve orijinal terkiplere yer vermesi de zikredilmiştir. Üslûpçu bir yazar ve şair olma gayreti içinde bulunduğu şüphe­siz olan Cenab, gerçekten de bu gayre­tini okuyucu zihninde yeni imajlar uyan­dıracak kavramlar, ibareler, isim ve sı­fat tamlamaları aramaya sarf etmiştir.

Bu yeni terkiplerin bazıları şunlardır: Sâât-i semenfâm (yasemen renkli saatler), tûf-ı tesliyet (avunma yankısı), nây-ı zümürrüd (yemyeşil ney), ûd-ı mükevkeb (yıldızlı ut). O zamana kadar bir arada düşünülmeyecek ve çok defa biri mücer­ret, diğeri müşahhas iki kavramın bir­leşmesinden meydana gelen bu yeni ter­kipler yadırgandı, tenkit edildi ve hatta alay konusu oldu. Önce Ahmed Midhat Efendi Cenab'ı ve dili bu yola sokan di­ğer Servet-i Fünûncular'ı, o yıllarda Fran­sa'da benzer edebiyatçılar için kullanı­lan Fransızca bir sıfatla (dekadan - inhi­tat eden, çöken) suçladı. Bununla dil ve edebiyat zevkinde bir çöküntüye işaret etmek istiyordu. Cenab buna, zamanın değişmesiyle sanat anlayışlarında da de­ğişiklik olabileceği, eski kelime ve deyim­lerin yerine yenilerinin konulabileceği ve bu şekilde edebiyatta yenilik yapıla­bileceği şeklinde cevap verdi. Tartışma, konunun lehinde ve aleyhinde olanlarca genişletildi. Ahmed Midhat ve Cenab'dan başka İsmail Safâ, Süleyman Nesib, Ah­med Hikmet, Hüseyin Cahid, Şemseddin Sami, Sâmih Rifat, Ali Ekrem ve Rıza Tev­fik'in de katıldığı, karşılıklı atışmalara kadar varan münakaşa yalnız dil çerçe­vesinde kalmamış, sanat, edebiyat, sem­bolizm gibi meselelere de uzanmıştır.

Servet-i Fünûn şiirinin genel karakte­rinde olduğu gibi Cenab'ın şiirlerinde de tasvir ön plandadır. Varlığı bir fotoğraf gibi idrak etmek, renk ve şekilleri canlı tutmak, gerçeklik duygusu yaratmak Ce­nab'ın o dönem şiiri içinde keşfettiği bir özelliktir. Bu çığır, önce Avrupa basının­da başlayan, o yıllarda da Türk dergile­rinde bollaşan fotoğraf ve desen baskı­larına paralel gelişen parnasizmin do­ğurduğu bir akımdır. Cenab'ın açtığı bu yola Tevfik Fikret ve diğerleri girmekte gecikmez, hatta daha sonraki yıllarda Ahmed Haşim, Yahya Kemal ve Tanpınar'da da Cenab'ın başlattığı bu tarzın izleri görülür. Cenab'ın şiirleri hakkında dikkate değer tahliller yapmış olan Meh­met Kaplan, onun şiirlerinin tabiat ve ev içi tasvirleriyle, alegorik ve sembolik imajlarla yoğunlaştığını belirtmiştir. Yal­nız o da çağdaşları gibi hayatı ve insan­ları, aralarına girmeyerek uzaktan te­maşa lezzetiyle yetinmiştir. Resim ve mûsiki kültürü olan Cenab Şahabeddin şiirini bu sanatlarla beraber yürütmüş­tür. Şiirine mûsiki sanatının girişinde Fransız sembolistlerinden faydalanmak­la beraber bunu pek az şiirinde başarı ile uygulayabilmiştir.

"Elhân-ı Şitâ", "Yakazât-ı Leyliyye", "Temâşâ-yı Leyâl", "Temâşâ-yı Hazân" gibi şiirleri nesiller boyunca okunan Ce­nab Şahabeddin, şiirde âhenge önem verdiği için hece yerine daima aruzu ter­cih etmiş, makalelerinde ve tartışmala­rında hece veznini küçümsemiştir. Bir kı­sım şiirleriyle T. Fikret'teki sathîliği aş­mış, Fikret'in ısrar ettiği "nesre yakla­şan şiir'i tercih etmemiştir. Ancak Türkçeyi aruza uygulamada Fikret kadar ba­şarılı olamamıştır.

Şiirin tek gayesinin güzellik olduğunu savunan ve ona başka bir fonksiyon yük­lemek istemeyen Cenab, tabiat panteist bir duygu ile temaşa etmiş ve bir "rûh-ı kâinat" fikrine inanmıştır. Bu sebeple eşyada zaman zaman diğer sanatkârlar­dan farklı renkler görmüş ve onlara bir­takım ruh halleri izafe etmiştir. Hayat karşısında şüpheci bir tavır takınan şair, fikir ağırlıklı şiirlerinde sosyal konuları değil insanın kaderi ve kâinat içindeki yeri üzerinde durmuştur. Gece, mehtap ve sonbahar gibi daha çok hissî tabiat manzaralarını da saf bir şekilde ele al­mış, şiirlerinde tabiat, kadın ve aşk te­malarını işlemiştir. "Münâcât I-IV", "Der­viş" ve "Tevhid" gibi şiirlerinde panteist dinî duygulara, "Hilâl-i Giryân" başlık­lı şiirinde ise millî duygulara yer ver­miştir.

Cenab Şahabeddin roman ve hikâye yazmadığı, hatta birkaç tiyatro dene­mesinde de pek başarılı olmadığı halde nesir sanatında Servet-i Fünûn edebi­yatının ustaları arasında sayılmıştır. Cenab'a göre nesir hem bir beste hem de güftedir. Bu onun, nesirde de şiirinde olduğu gibi güzelliğe ve âhenge önem verdiğini gösterir. Daha çok II. Meşruti­yetten sonra nesir alanına dönen Ce­nab'ın bu türde kullandığı dil, kelime kadrosu ve üslûp bakımından şiirlerin-deki hemen bütün özellikleri taşır. Ona göre nesir de şiir gibi anlatılan konula­ra uygun biçimde yapısı değişen cümle ve ibarelerle yazılmalıdır. Bir fikir veya duygunun ifadesinde kelimelerin ve ter­kiplerin okuyucu üzerindeki hem doğ­ruluk hem güzellik tesirleri dikkate alın­malıdır. Cenab'ın nesre gösterdiği bu iti­na, çalakalem yazılan bir gazeteci dili yerine daha sanatkârane, fakat buna karşılık daha ağır bir Servet-i Fünûn nes­rinin doğmasına sebep olmuştur. Bu­nunla beraber bu ağır ve anlaşılması güç ifade tarzı, onun ortaya koyduğu pren­siplerle yeni Türk nesrinin doğusundaki rolünü küçümsetmemelidir. Yahya Ke­mal, Cenab'ın bu üslûpçu nesrinin ken­di çağdaşlarına bile bir acem halısı gibi parlak, renkli, fakat komplike göründü­ğünü, yalnız Evrâk-ı Eyyam'ın vuzuhu ve sağlam mantığıyla bir şaheser oldu­ğunu söyler.

Cenab nesir konusundaki fikirlerini, Meşrutiyetten sonra Türkçüler'in orta­ya attığı "Yeni Lisan" hareketinden son­ra da ısrarla devam ettirmiş, Arapça ve Farsça ile zenginleşen Osmanlıcayı so­nuna kadar savunmuştur. Bu konuda başlayan tartışmalara Cenab'la beraber Ali Canip, Ruşen Eşref, Köprülüzâde Fuad ve Süleyman Nazif de katılmış, mese­le yalnız dil çerçevesinde kalmayıp Türk­çülük bahislerine kadar uzanmıştır.

Lehinde ve aleyhindeki kanaatlerden çıkan sonuç, Cenab'ın Türk şiir ve nesir edebiyatı tarihinde seçkin bir yeri ve ro­lü olduğunu göstermektedir. Buna rağ­men özellikle Cumhuriyetten sonra in­zivayı tercihinde veya unutulmaya terk edilişinde hırçın, mücadeleci ve paradoksal bir münakaşacı olmasının payı vardır. Şiirlerinde ve sanat yazılarında sakinliğine rağmen politik yazılarında, hatta başladıktan bir süre sonra politik bir karakter kazanan edebî tartışmala­rında Cenab'ın çok defa asabî, bazan da çelişkili bir tavır takınması, attığı adım­lan zamanla geri almaya çalışması, ona edebiyatta kazandığı otoriteyi kaybetti­recek bir durum hazırlamıştır.

Cenab Şahabeddin'in gazetelerde si­yasî yazılar yazması, II. Meşrutiyetten sonra İstanbul'a gelişiyle başlar. Önce on beş sayı çıkan Hüm'yer'in başmu­harriri oldu. Bu gazetede ve onun yeri­ne çıkan Siper-i Sâika-i Hürriyette, daha sonra Şebab, Hak ve İçtihad'da çoğu siyasî mahiyette yazılar yazdı. Bir ara Dahhâk-i Mazlum takma adıyla Ka­lem dergisinde siyasî mizah yazıları ka­leme aldı. Balkan Harbi'nden sonra ikisi Tasvîr-i Efkâr gazetesi hesabına olmak üzere birkaç defa Avrupa'ya gitti. Seya­hat intibalarını aynı gazetede "Avrupa Mektupları" (11 Eylül 1915-13 Haziran 1916, kitap haline gelişi 19'19) başlığı ile yayımladı. I. Dünya Savaşı yıllarında Dör­düncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın davetiyle bir ara Suriye'de bulundu. Bu gezilerini de "Suriye Mektupları" (8 Ocak -8 Şubat 1918) adıyla yayımladı. Millî Mü­cadele yıllarında, aleyhte yayın yapan Ali Kemal'in Peyâm ve Peyâm-Sabah ga­zetelerinde çıkan bazı yazılarında, ordu­nun I. Dünya Savaşı'nda basiretsiz ku­mandanlar yüzünden yenilgiye uğradı­ğını hatırlatarak Anadolu'da savaşan as­kerin gücünü kırması talihsizliğinin baş­langıcı oldu. Bundan sonra siyasette ile­ri veya geri her attığı adımda ona ma­zisi hatırlatıldı: Dilde muhafazakârlığı, lisanî Türkçüler'le giriştiği tartışmalar, İttihatçılar'ı ve Enver Paşa'yı tutması, sonra yermesi, Cemal Paşa ile olan ya­kınlıklarının menfaate dayandığı, kadın hakları aleyhindeki yazılan vb. Bunların hemen hepsi Cumhuriyet sonrası yöne­timine ters düşmüştü. Aleyhindeki yazı­lar savaştan ve Cumhuriyetin ilânından sonra da durmadı. Falih Rıfkı ve Yakup Kadri sert tenkitlerine devam ettiler. Ce­nab bütün bunlar karşısında, ölümüne yakın yıllara kadar zaman zaman Cum­huriyet inkılâplarını benimseyen yazılar kaleme aldıysa da daima önceki yazılan hatırlatılarak suçlamalara devam edil­miştir.

Cenab Şahabeddin sosyal muhtevalı bir kısım yazılarında dinî konulara da temas etmiş, fakat İslâmî meseleler hak­kında ileri sürdüğü görüşler devrin dinî dergilerinde tenkide uğramıştır. Özellik­le taaddüd-i zevcât ve tesettür konu­sundaki "Yarınki Efkâr-ı İslâmiyye" adlı yazısı (Peyâm-Sabah, 13 Kânunusâni 1337) infial uyandırmış, Mustafa Sabri ve İs­kilipli Mehmed Atıf efendilerin tenkitleriyle konu Alemdar gazetesi, Mahfel mecmuası ve Peyâm-Sabah arasında uzun tartışmalara sebep olmuştur. Ce­nab Şahabeddin adı geçen makalesinde İslâmiyet'in heykeltıraşlık gibi güzel sa­natları takdir etmemiş olmasını da ten­kit etmiştir. Mustafa Sabri "Bugünkü ve Yarınki Efkâr-ı İslâmiyye" adlı makale­sinde (Alemdar, 15 Kânunusâni 1337) Ce­nab Şahabeddin'e karşılık vermiş, o da cevap olarak kaleme aldığı "Hâtime-i Münazara" adlı yazısında (Peyâm-Sabah, 17 Kânunusâni 1337), ne olursa olsun İs­lâmî konularda günün icaplarına göre birtakım ictihadlar yapılmasının şart ol­duğunu ileri sürmüştür. Mustafa Sabri ise cevabında (Alemdar, 19 Kânunusâni 1337), büyük sorumluluk isteyen böyle bir işte ne kendisinin ne de Cenab Şaha­beddin'in söz sahibi olabileceğini söyle­miştir. Aynı günlerde İskilipli Mehmed Atıf da Cenab Şahabeddin'in İslâmî ko­nulardaki görüşlerini ayrı ayrı ele alıp tenkit etmiştir ("Taaddüd-i Zevcât: Ce­nab Şahabeddin Bey'e Birinci Cevap", Mahfel, nr. 8, Cemâziyelâhir 1339, s. 130-133; "İkinci Cevap: Tesâvîr ve Temâsîl", Mahfel, nr. 9, Receb 1339, s. 146-149; "Üçüncü Cevap", Mahfel, nr. 10, Şaban 1339, s. 161-164; "Diyânet-i İslâmiyye Ef'âl-i Beşeriyye ile Ölçülemez", Mahfel, nr. 17, Rebîülevvel 1340, s. 78-79; "Muh­terem Muarızlara", Peyâm-Sabah, 24 Kâ­nunusâni 1337; "Mahfel'e Cevap" , Pe­yâm-Sabah, 24 Şubat 1337; "Memleketi­mizde Yalan", Peyâm-ı Sabah, 26 Eylül 1337). Cenab'ın çeşitli yazılarından, bir kısım şiirlerinden ve özellikle Paris'ten gönderdiği 1912 tarihli iki mektubun­dan (Hisar, sy. 126, 129, Ankara 1974), din konusunda çok genel anlamı ile mistik ve panteist bir inanca sahip olduğu an­laşılmaktadır.

 

Eserleri.

Şiirler. 1. Tâmâf(İstanbul 1303). Yetmiş bir sayfalık bu küçük kitapta yer alan on sekiz manzume Cenab'ın ilk de­nemelerinden olmakla beraber araların­da o yıllarda dergilerde yayımladığı ga­zel tarzı şiirlerinden hiçbiri bulunma­maktadır. Buradakilerin hemen hepsin­de Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Mahmud Ekrem'in tesirleri açık olarak gö­rülmektedir. 2. Cenab Şahabeddin'in Bütün Şiirleri (İstanbul 1984). M. Kap­lan, İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci ve A. Uçman tarafından yapılan bu çalışma, Cenab'a ait evrak ve müsveddelerin ince­lenmesi, yayımlanmış olan şiirlerin müsveddelerdeki ilk şekilleri, yayımlandığı yer ve tarihlerin gösterilmesi suretiyle meydana getirilmiştir. 1934'te Sadeddin Nüzhet'in topladığı şiirlerinin sayısı yetmiş üçten ibaretken bu kitapta 429 şiir yer almıştır. Bunlardan 203'ü yayım­lanmış, yetmiş altısı yayımlanmamış, 150'si de yarım kalmış şiirlerdir.

Seyahat Yazıları. 1. Hac Yolunda (İstanbul 1325, 1341). Cenab'ın 1896'da sıhhiye müfet­tişi olarak İstanbul'dan Cidde'ye kadar gidişini anlattığı bu eserde sanatkârane bir üslûpla yazılmış on yedi mektup bulunmaktadır. Onun hemen bütün ne­sir yazılarında görülen zengin kültürü bu mektuplarından itibaren dikkatleri çekmiştir. Eser Servet-i Fünûn'da tef­rika edildikten sonra (nr. 312-388) basıl­mıştır. 2. Avrupa Mektupları (İstanbul 1335). Cenab'ın Tasvîr-i Efkâr gazetesi hesabına Avrupa'ya yaptığı iki seyahatin intibalarını anlatan bu eserde Bulgaris­tan, Romanya, Macaristan, Çekoslovak­ya, Almanya ve Avusturya hakkında, için­de bulundukları 1. Dünya Savaşı çerçe­vesinde ve Cenab'a mahsus müşahede­lerle verilmiş bilgiler vardır. Yine sanatkârane bir üslûp kullanılmış olan eser­de yirmi iki parça yazı yer almaktadır.

Tiyatrolar. 1. Kör Ebe (İstanbul 1333). Ev­lilik konusunda değişmeye başlayan örf ve âdetleri konu alan tek perdelik küçük bir piyestir. 1917'de Tepebaşı Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Müellifin Yalan ve Küçük Beyler adlı oynanmış, fakat ba­sılmamış iki piyesi daha vardır.

Diğer Ki­tapları. 1. Evrâk-ı Eyyam (İstanbul 1331). Cenab'ın diğer yazılarına oranla daha sade ve mantıkî bir üslûpla yazdığı ma­kalelerini ihtiva etmektedir. 2. Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (İstanbul 1334). Bu kitapta da bazı ma­kaleleri ve seyahat yazıları yer alır. Son bölüm, Servet-i Fünûn'da ve Tasvîr-i Efkârda yayımladığı Fransız "maxime"-lerine benzer kısa, özlü, vecize karakte­rinde sözlerden meydana gelmiştir. Eser Cenap Sahabeddin ve Vecizeleri (haz. Mehmet Saka — Vasfi Şensözen, Ankara 1959) ile Tiryaki Sözleri (haz. Orhan Köp­rülü — Reyan Erben, İstanbul 1975) adıy­la yeniden yayımlanmıştır. Cenab'ın Vilyam Şekspiyer (İstanbul 1931) adlı bir incelemesi de bulunmaktadır.

 

BİBLİYOGRAFYA:

Hüseyin Cahit [Yalçın], Kavgalarım, İstanbul 1326, s. 119-130; a.mlf., Edebî Hatıralar, İstanbul 1935, s. 58-61; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 230-233; Sadeddin Nüzhet Ergun, Cenab Şehabettin: Hayatı ve Seçme Şiirleri, İstanbul 1934; a.mlf., Türk Şairleri, s. 996-1015; Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, İstanbul 1936, tür.yer.; a.mlf. Sanala Dâir, İstanbul 1955, III, 234, 250; Ahmet Reşit Rey, Gördüklerim - Yaptıklarım, İstanbul 1945, s. 323-329; Kenan Akyüz. Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara 1958, s. 265-296; Hikmet Dizdaroğlu. Cenap Şehabettin: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul 1964; Veli Behçet Kurdoğlu, Şair Tabibler, İstanbul 1967, s. 321-327; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, İstanbul 1969, s. 187-212; Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyata Dair, İstanbul 1971, s. 180-185; Celal Tarakçı, Cenâb Şehabeddin'de Tenkid, Samsun 1986; İnci Enginün, Cenap Sahabettin, Ankara 1989; Hasan Akay, Cenap Şahabettin'in Şiirleri Üzerinde Bir Araştırma (doktora tezi, 1989), İÜ Ed.Fak. Ktp., nr. THT 64; İskilipli Atıf Hoca Hasıl İdam Edildi?, İstanbul 1991, s. 311- 325; Filorinalı Nâzım, "Edebiyât-ı Cedide Nesl-i Şâiriyyetinin En Mümtaz Sîmâsı: Cenab Sahabeddin Bey Efendi", Süs, sy. 23, İstanbul 30 Teşrinievvel 1923; Hüseyin Suat. "Cenab Sahabeddin", Akşam, İstanbul 21 Mart, 23 Nisan 1934; Mehmet Kaplan, "Cenap Şehabeddin'in Şiirlerinde Pitoresk", TDED, V (1953), s. 15-31; a.mlf., "Cenab Şehabeddin'in Şiirlerinde Ses ve Musiki", a.e., VII/1-2 (1956), s. 45-60; a.mlf., "Cenab Sahabeddin ve Nesir Sanatı", a.e., VIII (1958), s. 16-17; Ali Canip Yöntem, "Cenâb Sahabeddin", AA, 1, 298-299; Mustafa Kutlu, "Cenab Sahabeddin", TDEA, II, 44-48.

Celal Tarakçı, TDV, 7.cilt

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi