Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 Hüseyin Cahit YALÇIN KİMDİR?

(1875-1957)

Gazeteci, hikâye ve roman yazarı, edebiyat eleştirmeni.

Balıkesir’de doğdu. Babası Maliye memuru Ali Rızâ Efendi, annesi Fatma Neyyire Hanım’dır. İlk ve orta öğrenimini Serez’de ve İstanbul’da yaptı. 1893’te girdiği Mülkiye Mektebi’ni 1896’da bitirdikten sonra 1901 yılına kadar Maarif Nezâreti’nin çeşitli kalemlerinde çalıştı. 1901-1908 arasında Vefa ve Mercan idâdîlerinde öğretmenlik ve müdürlük yaptı. II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte İttihatçılar’ın safında hareketli bir siyasî hayata atıldı; 1 Ağustos 1908’de Hüseyin Kâzım Kadri ve Tevfik Fikret’le birlikte Tanin gazetesini çıkarmaya başladı. Bu sırada yapılan seçimlerde İstanbul mebusu olarak meclise girdi. Aynı dönemde birçok gazeteciyle girdiği polemikleriyle geniş yankı uyandırdı ve basında büyük şöhret kazandı. I. Dünya Savaşı’nın sonunda İstanbul’un işgali üzerine 1919 Haziranında Malta’ya sürüldü. Buradan 1921 Nisanında kurtulunca İstanbul’da Tanin’i yeniden yayımladı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından Atatürk’ün ölümüne kadar geçen dönemde Atatürk’e ve İnönü hükümetlerine yönelttiği sert eleştiriler ve İttihatçı kadroyu ısrarla savunması yüzünden üç defa tutuklanıp İstiklâl Mahkemesi’ne sevkedildi. İkinci mahkemesi sırasında vatana ihanet suçundan 1925 Mayısında Çorum’da müebbet sürgün cezasına çarptırıldı. Ancak ceza kanununda yapılan bir değişiklikle bir yıl sonra cezasını tamamlamış sayıldı ve İstanbul’a döndü. Atatürk’ün ölümüne kadar siyasetin dışında kaldı, kendisine hiçbir memuriyet verilmedi; Türkçe’ye çevirip yayımladığı eserlerin geliriyle geçinmeye çalıştı. Bu arada dönemin önemli fikir dergilerinden Fikir Hareketleri’ni çıkardı (1933-1940). 1938’de cumhurbaşkanı seçilen İnönü’nün teklifi üzerine yeniden siyasete döndü; 1939-1954 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi’n-den Çankırı, İstanbul ve Kars milletvekili olarak görev yaptı. Tanin ve Ulus gazetelerinde özellikle 1948’den sonra Demokrat Parti’ye karşı çok sert bir mücadeleye girişti ve Aralık 1954’te yetmiş dokuz yaşında iken yirmi altı ay hapse mahkûm edildi. Basında çıkan büyük gürültüler üzerine üç buçuk ay sonra serbest bırakıldı. Bu olayın ardından Demokrat Parti’ye karşı muhalefete devam etti. Adaylığını koyduğu 1957 seçimlerine çok az bir süre kala 18 Ekim 1957’de zatürreden öldü.

Şahsiyeti ve sanatı Ahmed Midhat Efendi, Nâmık Kemal ve Beşir Fuad’ın yanı sıra Fransız realistlerinin etkisiyle şekillenen Hüseyin Cahit’in edebî hayatı 1891’de yazdığı Nâdîde romanıyla başlamış, Servet-i Fünûn’da 1897’den itibaren yayımladığı hikâye, roman ve edebî tenkitlerle genişleyerek devam etmiştir. Fransızca’dan çevirdiği bir yazısı yüzünden derginin 1901’de kapatılmasından sonra edebiyattan ayrılmış ve 1922’de neşrettiği Niçin Aldatırlarmış? adlı hikâye kitabıyla edebiyat dünyasına tekrar dönmüşse de bu dönüş devamlı olmamıştır. Hüseyin Cahit, Servet-i Fünûn edebiyatının (Edebiyât-ı Cedîde) önemli isimlerindendir. Bu devrede yazdığı hikâyelerin çoğunda kendini ve Servet-i Fünûn neslini temsil eden gençlerin karamsarlığını, hayattan ve toplumdan uzaklaşarak tabiata ve hayalî aşklara sığınmasını anlatmaktadır. Bazı hikâyelerinde ferdîlikten sıyrılıp bir çeşit sosyal tasvire, özellikle kadınların toplum hayatındaki yerini ve uğradıkları haksızlıkları göstermeye yönelmiştir. Nâdîde, Ahmed Midhat Efendi’nin tesiriyle yazılmış acemilik devrine ait bir cinayet romanıdır. Servet-i Fünûn’da tefrika edilen Hayal İçinde adlı romanı onun edebî eserleri arasında en değerlisi kabul edilir. Yazarın hayatından izler taşıyan eserde Nezih adlı temiz ve yüksek ideallere sahip bir gencin İstanbul’da bir Rum kızına âşık oluşu ve bu sebeple hayatın acı gerçekleriyle yüz yüze gelişi hareketli bir şekilde anlatılmaktadır. Bu dönemin birçok eseri gibi hayal-hakikat çatışmasına dayanan roman, şüpheci ve inkârcı bir genç haline gelen Nezih’in koyu bir determinizme sürüklenmesiyle sona erer.

Asıl şöhretini bu dönemde edebî tenkit ve polemikleriyle kazanan Hüseyin Cahit, Servet-i Fünûn edebiyatına yöneltilen eleştirilere etkili ve susturucu cevaplar vermiştir. Bu eleştirilerde estetik, edebiyat tarihi, roman sanatı ve roman tenkidine dair birçok husus söz konusu edilir. Batı edebiyatı akımları ve büyük romancılar tanıtılır. Servet-i Fünûn, Tercümân-ı Hakîkat, Sabah, Şûrâ-yı Ümmet, Saâdet, Âşiyan, İkdam, Tarîk ve Türk Yurdu gibi yayın organlarında neşredilen bu yazılar 1933-1940 yılları arasında Fikir Hareketleri’nde çıkan çok sayıda edebî tenkitle büyük bir sayıya ulaşmıştır. Bütün bunlara rağmen Hüseyin Cahit’in siyasî şöhreti edebî faaliyetlerini gölgelemiştir. II. Meşrutiyet’ten hayatının son günlerine kadar Tanin, Ulus, İstanbul ve Halkçı dergi ve gazetelerinde yayımladığı siyasî makaleler büyük yankılara ve tepkilere yol açmış, İttihatçı-İtilâfçı veya Cumhuriyet Halk Partisi-Demokrat Parti kamplaşmasında önemli rol oynamıştır. Bu yazılarda millî hâkimiyet, hürriyetçi parlamentarizm, liberalizm, evrimcilik ve ferdiyetçilik yolundaki fikirler de sık sık vurgulanır. Siyasî yazılarının dışında onun özellikle Cumhuriyet’ten sonra çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan hâtıra, sohbet, gezi ve deneme türlerinde dikkate değer birçok yazısı vardır; bunlar son devir fikir ve kültür tarihinin önemli kaynakları arasında yer alır.

Hüseyin Cahit’in aynı derecede önemli bir başka yönü de 1896-1948 yılları arasında devam eden tercüme faaliyetleridir. Kültür tarihinde kendisine büyük bir yer kazandıran bu yayınlarına bir bütün halinde bakıldığında bunun olağan üstü bir çalışma olduğu görülür. Fransızca, İtalyanca ve İngilizce’den yapılan ve tamamı 26.000 sayfaya ulaşan bu çeviriler siyaset, edebiyat, tarih, sosyoloji, eğitim, psikoloji, felsefe ve estetiğe dairdir. Batı kültürünün temel eserlerinden yapılan bu tercümelerin yanı sıra yazarın bir o kadar da gazete ve dergi sayfalarında kalmış çevirileri bulunmaktadır. Bütün bu yönleriyle Hüseyin Cahit çok tepki uyandıran siyasal aşırılıklarına rağmen II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin edebiyat, siyaset ve fikir tarihinde dikkate alınması gereken önemli bir şahsiyettir.

Eserleri:

Nâdîde (1891), Hayal İçinde (1901); Hayât-ı Muhayyel (1898), Hayât-ı Hakîkiyye Sahneleri (1909), Niçin Aldatırlarmış? (1922); Türkçe Sarf ve Nahiv (üçüncü sene 1908, birinci sene 1910, ikinci sene 1910), Türkçe Sarf ve Nahiv (yeni başlayanlar için, 1910); Kavgalarım (1910); Edebî Hâtıralar (1935, Rauf Mutluay tarafından sadeleştirilerek Edebiyat Anıları adıyla yayımlanmıştır [1975]), Siyasal Anılar (aynı adla Rauf Mutluay tarafından sadeleştirilip bazı kısımları çıkarılarak neşredilmiştir [1976]). Bazı tercümeleri: Pierre Loti’den İzlanda Balıkçıları (1903), Leon Marillie’den Hürriyyet-i Vicdân (İstanbul 1906), Anatole France’tan Allahlar Susamışlardı (1936), Tollio Murri’den Kürek Cehennemi (1936), Joseph de Guignes’den Hunlar’ın, Türkler’in, Moğollar’ın ve Daha Sair Tatarlar’ın Târîh-i Umûmîsi (I-VIII, İstanbul 1923-1925), Leone Caetani’den İslâm Tarihi (I-X, İstanbul 1924-1927; ayrıca bk. DİA, VI, 544), Vilfredo Pareto’dan Sosyalist Meslekleri (1924), Emile Durkheim’den Din Hayatının İbtidaî Şekilleri (I-II, İstanbul 1924), Yrjö Hirn’den Sanâyi-i Nefîsenin Menşeleri (1925), Stuart Mill’den Hürriyet (1927), A. Lawrence Lowel’dan İngiltere’nin Hükûmeti (I-V, İstanbul 1927), Alfred Binet’den Ruh ve Beden (1927), Etienne Vacherot’dan Demokrasi (1931), Busbeke’ten Türk Mektupları (1939), Adolf Hitler’den Kavgam (1940), Arthur Koestler’den Sovyet Efsanesi ve Hakikat: Kızıl Rusya’nın İç Yüzü (1947).

BİBLİYOGRAFYA:

Hilmi Ziya Ülken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul 1935, s. 379; a.mlf., Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1979, s. 136-144, ayrıca bk. İndeks; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasî Partiler: 1859-1952, İstanbul 1952, s. 188, 199, 377; Ahmet Bedevi Kuran, Hüseyin Cahit Yalçın Bey’e Açık Mektup, İstanbul 1955; Hilmi Yücebaş, Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, İstanbul 1960; Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Ankara 1979, s. 108-111, 218, ayrıca bk. İndeks; Ömer Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı ve Edebi Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir 1984; Hilmi Bengi, Gazeteci, Siyasetçi ve Fikir Adamı Olarak Hüseyin Cahit Yalçın, Ankara 2000; Fatih Mehmet Sancaktar, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türk Aydınında Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi (1908-1924): Hüseyin Cahit (Yalçın) Örneği (doktora tezi, 2005), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Ömer Faruk Huyugüzel (İSLAM ANSİKLOPEDİSİ-cilt: 43,  sayfa: 300-301)

 


HÜSEYİN CAHİT YALÇIN-2

Elemlerimize ve ıstıraplarımıza bazan, adına saadet dediğimiz, geçici memnunluklar da karışır. İşte hayat bundan ibarettir

Hüseyin Cahit Yalçın

HAYATI: 1875’de Balıkesir’de doğdu. İlköğrenimini Rumeli’de Siroz şehrinde, orta öğrenimini İstanbul’da yaptı. Mülkiye (Siyasal Bilgiler) Mektebi’ni bitirdikten sonra Maliye Nezareti Mektubî Kalemi’nde kısa bir süre çalıştı. Sonra öğretmenlik mesleğine geçti. Vefa ve Mercan idadilerinde Türkçe ve Fransızca dersleri okuttu. Mercan İdadisi (lisesi) müdürlüğünde uzunca bir süre çalıştı. Bu arada Servetifünun topluluğuna katılmış; hikâyeler, eleştirmeler, tartışmalar yazmaya başlamıştı.

1901’de Servetifünun dergisinde yayınladığı «Edebiyat ve Hukuk» başlıklı yazısı yüzünden dergi kapatılıp topluluk dağılınca o da, öteki arkadaşları gibi, 1908’e kadar basın ve edebiyat hayatından uzak kaldı.

1908’de memurluktan istifa edip siyasete atıldı. Tevfik Fikret’le birlikte «Tanin» gazetesini kurdu. Fikret kısa bir süre sonra ayrılınca Hüseyin Cahit gazeteyi tek başına çıkarmaya devam etti. (Bu gazete kuruluş tarihinden elli yıl sonraya kadar, zaman zaman kapanıp yeniden yayınlanmak suretiyle, Hüseyin Cahit’in ölümüne yakın zamana kadar sürmüştür.)

İkinci Meşrutiyet döneminin ilk İstanbul milletvekillerinden olan Hüseyin Cahit, Otuz Bir Mart Olayı’nda büyük tehlikeler atlattı. Ayaklanmacılar, onu sanarak, benzeri bulunan Emir Arslan Bey adlı bir milletvekilini öldürdüler. Bu arada gazetesi ve matbaası da yağma ve tahribe uğradı.

Otuz Bir Mart Olayı’nın bastırılmasından sonra yeniden siyaset ve gazetecilik hayatına dönen Hüseyin Cahit bir ara Meclis Başkanlığı yaptı. İttihat ve Terakki Partisi’nin en hararetli mensubu ve savunucusu idi. Birinci Dünya Savaşı içinde Düyunu Umumiye idaresinde Türk delegeliği yaptı. Savaşın yenilgimizle sonuçlanmasından sonra, İstanbul’u işgal eden İngilizler tarafından, birçok başka siyaset adamlarıyla birlikte, Malta adasına sürgün edildi. İki yıl kadar burada kaldı. 1921’de serbest bırakıldı.

Cumhuriyet’in ilânı yıllarında «Tanin» gazetesini yeniden kurdu. Yeni hükümete ve rejime karşı muhalif bir tutum takındığı için İstiklâl Mahkemesi’ne verildi ve bu yüzden bir süre Çorum’da sürgün kalmaya mahkûm edildi. Affedilip İstanbul’a döndükten sonra siyasi basından çekilip kendisini İlmî ve edebî çalışmalara ve çeviri işlerine verdi. «Oğlumun Kütüphanesi» genel başlığı altında tarih, coğrafya, din, ahlâk, sosyoloji konularında batının birçok önemli eserlerini dizi halinde Türkçeye aktardı.

Bu arada «Fikir Hareketleri» adı altında kurup uzunca bir süre yaşattığı bilim, sanat ve düşünce dergisi de, zamanında, büyük faydalar sağladı. Hüseyin Cahit bu derginin hemen bütün yazılarını —telif ya da tercüme suretiyle— bizzat kendisi hazırlıyordu. Bu süre içinde ayrıca çeşitli gazete ve magazinlere zengin sohbetler, gezi notları, incelemeler de yazmaktaydı.

İkinci Cihan Savaşı’nın başlamasıyla, 1939’dan itibaren, yeniden siyasete döndü. «Tanin» gazetesini yeniden çıkarmaya başladı. Beşinci dönemden başlayarak Büyük Millet Meclisi’ne İstanbul milletvekili olarak girdi. 1950’ den sonraki çok partili siyasî hayatta, ömrünün sonuna kadar, muhalefetin en belirgin temsilcilerinden biri olarak göründü. Bu yüzden ömrünün son yıllarında hapishaneye de girdi. İlerlemiş yaşından dolayı serbest bırakılışından kısa bir süre sonra, 1957’de, İstanbul’da öldü. Zincirlikuyu mezarlığında gömülüdür.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ: Hüseyin Cahit Yalçın, Servetifünun yazarları arasında kendi kişiliği içinde en çok evrime uğrayan edebiyatçıdır. Sanat hayatına hikâye, roman, hattâ mensur şiir yazarak girmiş, daha sonra genellikle tenkid ve tartışmada karar kılmıştı. Servetifünun’a yapılan çeşitli saldırılara aynı şiddette cevaplar vermekle ün yapan Hüseyin Cahit, sonraları bu tür yazılarından bir kısmını kitap haline getirirken o eserine «Kavgalarım» adını vermeyi uygun görmüştü. Meşrutiyetten sonra edebiyat ve sanatı hemen tümüyle terk edip yoğun bir siyasî yazar olarak ortaya çıktı. Onun gazetecilik ve siyaset hayatı da çetin kavgalarla geçti. Her dönemde çeşitli kişiler ve zihniyetlerle —bazan haklı bazan haksız— büyük çatışmalara girişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında susmaya mecbur kalınca bilimsel ve fikirsel çeviri ve çalışmalara yöneldi ve ömrünün son döneminde yeniden bu alanı terk edip tekrar siyasî yazarlığa döndü. Artık ölünceye kadar da bu yolda devam etti.

Hüseyin Cahit hiçbir zaman Servetifünun’daki öteki arkadaşları kadar «salt sanatçı» olmadı. Belki de onun ruh yapısında böyle bir eğilim yoktu. Bundan dolayıdır ki onun tek bir romanı ile birkaç hikâye kitabı, sıradan birer ürün olmaktan ileri gidememiştir. Kendisi dilde üslûpçuluktan, sanatta duygusallıktan fazla katı bir gerçekçiliğe, akla, mantığa ve bilgiye yöneliktir. Özellikle «Hayat-ı Hakîkiye Sahneleri» adını taşıyan kitabındaki hikâyeleri, kendisinin bu yönünü çok iyi belgeler. Bu hikâyeler, bir sanat ürününden çok, günlük bir gazete havadisi, eğer böyle değilse bile bir röportaj havası taşır. Gerçi onun «Hayat-ı Muhayyel» adlı kitabında Halit Ziya’yı hatırlatan ve muhakkak ki Mehmet Rauf’tan daha başarılı bazı hikâyeleri bulunmaktadır; ancak bunların sayısı da birkaç taneyi geçmez. «Hayâl İçinde» adlı romanı ise Türk edebiyatında çoktan bir hayal haline gelmiş bulunmaktadır.

Hüseyin Cahit, dil ve anlatım hususundaki tutumu bakımından da Tevfik Fikret ve Halit Ziya’dan belirli ayrılıklar gösterir. Fazla külfetli ve süslü anlatıma pek önem vermez. Tüm yazıları genellikle daha duru ve daha külfetsizdir. O, bu konuda Mehmet Rauf’la benzerlik havası içindedir.

Sonuç olarak şunu söylemek yerinde olur ki Hüseyin Cahit Servetifünun’un duyan ve duyuran, ürperen ve ürperten değil, düşünen ve düşündüren, edebiyatın «sanatkârânelik» yönünden fazla, akılcılık ve gerçekçilik yönüne dönük bir kalemidir. Servetifünun’dan sonraki yazı hayatı ise —yukarıda da belirtildiği üzere— sadece bilime, fikre ve siyasete dayalıdır. Bu edebiyatçımız, ileride, edebî eserleri ve onların etkileriyle değil; çeviri ve siyaset atılmaları ve bunların temsilcisi olan yazıları ile anılacaktır.

BAŞLICA ESERLERİ; Nâdide (ilk roman denemesi); Hayâl İçinde (roman); Hayat-ı Muhayyel (hikâyeler); Hayat-ı Hakîkiye Sahneleri (hikâyeler); Niçin Aldatırlarmış? (hikâyeler, gezi notları, anılar); Edebî Hâtıralar(edebiyat anıları); Kavgalarım (tenkidler, tartışmalar); Oğlumun Kütüphanesi (50 cilde yakın çeşitli konularda çeviriler); On Yılın Romanı (İkinci Meşrutiyet tarihi); Malta Hâtıraları (sürgün anıları); Talât Paşa (monografi). Çeşitli dergi ve gazetelerde tefrika edilmiş birçok eserler, roman çevirileri ve on bine yakın sohbet ve makaleler.

 


HÜSEYİN CAHİT YALÇIN-3

Uzun, geniş yapılı, hâlâ eski bir atlet endamının izlerini taşır. Bu güzel vücudun üstünde güzel, mânâlı ve cana yakın bir baş da vardır. Yüksek alnı, düz, hassas kanatlı burnu, kaş ve kirpik gölgeli gözleri, düzgün yüz çizgileri, ilk bakışta onu pek sevimli gösterir. Fakat kibar ve zarif duruşunda araya daima bir ayrılık koyan bir hal sezilir. Kendiyle başkaları arasına böyle mesafeler koyuşunu sakın bir kibir eseri sanmayınız. 0, gururu zekâsının ateşinde yakıp kül etmesini bilmiş bir bahtiyardır.

Yaklaştığınız zaman, aranızda hâlâ bir açıklık kaldığını duyuyorsanız, bunun sebebini, onun gururunda değil kendi vehminizde aramalısınız.

Hususiyetinin pek tatlı olduğunu söylerler. Yüksek ruhludur. Münevverlik ahlâkının en büyük örneklerini vermiştir. Sözünden asla şüphe edemeyeceğim bir arkadaştan dinlemiştim:

Tanin'in sahibi ve biricik âmiri bulunduğu günlerde, gazetenin derbeder bir muharriri, iki yüz lirayı alıp Beyoğlu’na kapağı atmıştı. Ses şada gelmeyince iş anlaşılmış. İdare müdürü, hâdiseyi halka bildiren birkaç satır yazmış; fakat kendi kendine bunu bastıramayacağı için sahibine götürmüş.

Hüseyin Cahit, ilânı alıp saklayarak, müdüre:

- Vazifesine nihayet verebilirsiniz. Amma bir adamı bir hata yüzünden mahvetmeye hakkımız yok. Basılamaz bu ilân! demiş ve iki yüz altın ceremeyi sessizce sineye çekmiş.

Münevverlik ahlâkının ise birçok örneklerini gördük. İttihat ve Terakki’ye mensup bir fırka adamı olduğu halde kanaatlerini açıkça müdafaadan çekinmemişti. Tanin'den ayrılışı da bunun parlak misallerinden biridir. İstiklâl Mahkemelerimdeki müdafaaları, fikir hürriyetinin, münevver ahlâkının şaheseri sayılabilir. Belki yanılıyordu; fakat inandığını candan, yürekten koruyor, fedakârlık etmiyordu. Dil Kurultayı’nda özle sözü birleştirdi. Bize zararlı siyasî rejimlerin karşısına yalnız çelik bir kalkan gibi değil, bir kahraman mızrağı gibi atılmaktan çekinmedi.

Malta’da sürgünü mektep haline koyarak çalıştı. İtalyanca öğrendi. İngilizceye de kayıtsız kalmadı. Bekirağa Bölüğü ona ümit ve cesaretini değil, neşesini bile kaybettirmemişti.

Hüseyin Cahit, Servet-i Fünun’culardandır. Küçük hikâye ile işe başladı. Devrin estetiğini işledi. Yeni bediî telakkilerin hem kurucusu hem koruyucusu oldu. Atılgan ve cesurdu. Karşısına çıkan kalem düşmanlarının hepsini birer birer yere serdi. Ali Kemal ve Mustafa Sabri’ye milletten evvel ilk darbeleri indiren odur.

Küçük bir roman tecrübesi yaparken büyükçe bir hikâye yarattı. Rahmetli Nazif’e, “Edebiyat-ı Cedide’nin Fikret, Halit Ziya eğer kumandanları ise, Cahit de erkân-ı harbiye reisidir,” hükmünü verdirtmişti.

Cahit i acaba kaç şahsiyet içinde muhakeme edebiliriz?

Onu:

1.    Hikâyeci Cahit,

2.    Bediiyatçı Cahit,

3.    Münekkit Cahit,

4.    Siyasî muharrir Cahit,

5.    Mütercim Cahit, gibi parçalara ayırmak kabildir.

Hikayeci Cahit’i, Hayat-ı Hakikiye Sahneleri, Hayat-ı Muhayyel, Hayal İçinde, Niçin Aldatırlarmış? eserleri içinde görüyoruz. Çağının en nüfuzlu ve en çok takdir edilen, en ziyade alkışlanan hikayecisi, üstâd naşiri Halit Ziya’ya hiç benzemez. 0 kendine inanmış olanların ruhlarında yanan sihirli ışıkla yolunu bulmuştu. Realizmin ilk sağlam örneklerini bize o verdi. Yaldızsız, düzgünsüz nesrin de güzel olabileceğini ispat etti. Hikâyeciliği, teknik bakımından, belki bizi bugün doyuramaz. Fakat yazıldığı günlerin üstünden kırk yıllık zaman geçtiğini unutmayalım.

Bediiyatçı Cahit, asrın yeni estetiğini Öjen Veron, Remi dö Gurmon, Şarl Lalo gibi yüksek mümessillerden toplayarak terkip yapıp veriyordu. Daha sonraları bu işin dil tarafından eksiğini tamamlamak için meşhur Gramer'ini de yazdı. Bu da yepyeni bir eserdi. Ne Ahmed Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmaniye'sinde, ne de Şeyh Vasfi’nin Sörf ında böyle bir örnek bulamazsınız.

Münekkit Cahit ise, muharrir, hikayeci, sanatkâr Cahit’ten daha çok tanınır. Servet-i Fünun’un kuruluş günlerinde hasımlarla çarpışan o, hak ve zafer kazanan o idi. Meşrutiyet’ten sonra da bu vasfının siyasi ve günlük hayata geçişini gördük.

Babanzâde’ye hücumları, “Molla Bey Selâm Ediyor”u hâlâ dillerde söylenir. Kendince fikre uzatılan zinciri de “Kolonya Şişelerinin Seyahati” başlığı ile ilân etmişti. Hem baş makale sütunlarında... Onun siyasî muharrir hüviyetini biraz da münekkit varlığı içinde muhakeme etmek kabildir sanıyorum.

Mütercim Cahit, belki istikbalin en çok öveceği bir varlıktır. Tek başına vücuda getirdiği Oğlumun Kütüphanesi hem güzel seçilişin hem güzel çevrilişin bir başarısı olarak kalacak.

Fikir Hareketleri dört yıldan beri çıkıyor. Onu okuyanlar, bu ciltleri bir tek kişinin doldurduğuna zor inanır. Her hafta, dünyadaki büyük fikir akışlarını inceliyor ve bize ayıklanmış, pürüzleri giderilmiş bir olgunluk içinde sunuyor.

Cahit, sınır sınır, cephe cephe dağıttığı kuvvetlerinden her biriyle yalnız kalsaydı da yine onu bu satırlarda şükranla anacaktık. Ona ne mutlu ki, uğurlu bir toprak gibi bir yerine birçok veriyor.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER