Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

TAŞLICALI YAHYA HAYATI ve ESERLERİ

(ö. 990/1582) Hamsesiyle ünlü divan şairi.

Arnavut asıllı Dukakin ailesinden olup ke­sin doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. Kaynaklarda ailesine nisbetle Dukakinzâde, geldiği yerin taşlık bir bölge oluşundan dolayı da Taşlıcalı diye anılmıştır. Kuzey Ar­navutluk'tan devşirilip İstanbul'a getirildi. Acemi Oğlanları Ocağı'nda eğitilerek ya-yabaşı ve ardından sipahi oldu. Yeniçeri Ocağı'nda iken öğrenme hevesi ve yetene­ğiyle ocağın kâtibi Şehâbeddin Bey'in dik­katini çekti ve onun çırağı sıfatıyla birta­kım mecburiyetlerden kurtuldu. Âşık Çelebi'nin ifadesiyle "talimhaneyi muallimhâne bilmek suretiyle" Kemalpaşazâde ve Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi gibi âlim ve şairlerin meclislerinde bulundu. Yavuz Sul­tan Selim'in Çaldıran ve Mısır seferlerine katıldı. Zamanla şiirdeki şöhreti arttıysa da hemşehrisi Hayalî Bey'in bazı eleştirile­ri yüzünden hak ettiği mevkiyi elde ede­medi. Kanunî Sultan Süleyman, Hayalî Bey'e gösterdiği iltifatı Yahya Bey'den esirgeyin­ce o da veziri Rüstem Paşa'nın himayesi­ne girip Eyüp Vakfı mütevellisi oldu. An­cak bu ikbal devri uzun sürmedi; Rume­li'de İzvornik sancağına sürülünce Yahya­lı Akıncılar Ocağı'na katıldı ve bir daha İs­tanbul'a dönmedi. Son kasidesini Sigetvar seferi esnasında (1566) Kanûnî'ye su­nan şair burada yaşının seksene ulaştığını belirtti ve padişahtan çocuklarını himaye etmesini istedi. Son yıllarında Gülşenî şey­hi Uryânî Mehmed Dede'ye intisap ederek kendini tamamen tasavvufa verdi. Kay­naklarda Yahya Bey'in ölüm tarihi ve ye­riyle ilgili farklı kayıtlar bulunmakla binlikte 990 (1582) yılında yaşı doksanı aşmış ol­duğu halde vefat ettiği kabul edilmekte­dir. Mezarı Sırbistan sınırları içinde İzvor­nik yakınlarındaki Lozniçe'dedir.

Hayalî Bey ile birlikte Kanunînin Bağdat Seferi'ne katılan, bu sırada Fuzûlî ile gö­rüşen Taşlıcalı Yahya "sâhib-i seyf ü ka­lem" sıfatına lâyık asker şairlerden olup "Şehzade Mustafa Mersiyesi" gibi devrin şartları gereği yazılması cesaret isteyen şiiri kaleme alacak kadar gözü pek ve kor­kusuz bir kişiliğe sahipti. Kendi dönemin­de gazel ve mesnevi sahasının güçlü tem­silcilerinden sayılmıştır. Nitekim hem di­vanında hem hamsesinde özgün olmayı başardığını ve kimseyi taklit etmediğini belirtir. Gerek sağlığında gerekse ölümün­den sonra yazılan tezkirelerde kişiliği, şiir­leri ve hamsesi övülmüştür. Taşlıcalı Yahya'nın bilhassa kasideleri dikkat çekicidir. Bunların teşbîb bölümlerinden itibaren he­men her beyitte bir kahraman şairin, bir Osmanlı gazisinin coşkun heyecanı akıcı bir üslûp ve gür bir sesle yer almaktadır. Geleneksel kaside yapısına göre uzun tu­tulmuş olan teşbihlerde yer alan bazı tasvirlerdeki orijinallik, soyut-somut tezadını pek çok yerde başarılı biçimde kullanma­sı ve konu farklılığında gösterilen titizlik Yahya Bey'i çağdaşlarından ayıran özelliklerindendir.

Şairin gençlik yıllarında yazdığı gazeller âşıkane iken Uryânî Mehmed Dede'ye bağ­landıktan sonra yazdıkları daha ziyade dinî-tasavvufî ve rindâne mahiyettedir. Yahya Bey bu şiirlerinde geleneksel yaklaşımın aksine zahidi meyhaneye değil mescide çağırır ve oranın Hak divanı, gönlün haki­kat sırrının sarayı, şeriatla tarikatın ise onun iki hisarı olduğunu belirtir. Nitekim dindar kişiliği ve içkiye muhalif tutumu pek çok şiirinde hissedilmektedir. Taşlıcalı Yahya, kaside ve gazellerinin yanı sıra musammatları ve şehrengizleriyle de dik­kat çekmiştir. Kıtalarının bir kısmı hiciv tü­ründe yazılmış olup başta Hayalî Bey ol­mak üzere Kandî, Rahmî, Sırrî gibi döne­minin bazı şairlerine yönelttiği eleştirile­rini yansıtmaktadır.

Taşlıcalı Yahya'nın en önemli yanı, İran örneklerine bağlı kalmadan yerli renklerle ve sade bir dille kaleme aldığı mesnevileriyle Türk edebiyatında hamse yazan şa­irlerin öncülerinden olmasıdır. Arnavutluk'un kıraç bir yerinden gelerek divan ve hamse sahibi oluşunu İslâmiyet'in bir mu­cizesi şeklinde açıklayan şair sefer esna­sında, ordugâhlarda ve sınır boylarında her türlü insanla bir arada bulunmasının da etkisiyle eserlerinde nisbeten sade bir dil kullanmıştır. Zikrettiği pek çok atasözü ve deyim yanında halk ağzına yakın söyleyişiyle şiir dilinin sadeleşmesine katkıda bu­lunmuştur. Divanının birçok yerinde söz­lerinin mürşîd-i kâmil sözlerine benzedi­ğini, rabbânî ilham eseri mısralarının can ariflerine hayat suyu bağışladığını ifade eder. Şiirde sözü uzatmanın anlamı boza­cağını, muamma gibi kapalı söylemenin ise bir işe yaramayacağını belirten Yahya Bey kendi şiirlerinde bir hüsn-i edâ bulun­duğunu ve hayallerinin de rengîn olduğu­nu ileri sürmektedir.

 

Eserleri.

1. Divan. Divanın tenkitli neş­rini hazırlayan (İstanbul 1977) Mehmed Çavuşoğlu'nun tesbitine göre Yahya Bey divanını üç defa tertip etmiş ve her defa­sında şiirlerinde bazı değişiklikler yapmış­tın. S$n tertibi Kanunî Sultan Süleyman'a sunulan divanın Çavuşoğlu neşrinde bir dibace, otuz dört kaside, beş terciibend, dört terkibibend, bir ta'şîr, dört muaşşer, üç müseddes, üç muhammes, yirmi beş murabba, üç tarih, bir müstezad, iki şehrehgiz, 515 gazel ve yirmi kıta bulunmak­tadır.: Eserin bazı nüshaları İstanbul Üni­versitesi (ibnülemin, nr. 1302), Millet (Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr 516) ve Edirne Selimiye (Bâdî Efendi, nr. 2172) kütüpha­nelerdedir.

2. Hamse. Yahya Bey ham­seyi oluşturan mesnevilerin tamamını Ka­nunî Sultan Süleyman devrinde yazmış ve bu padişaha sunmuştur, a) Şâh u Gedâ. 1000 beyit civarındaki mesnevi şairin ken­di tecrübesinin ürünü olup beşeri aşktan ilâhî aşka geçişi anlatan bir hikâyeyi konu alır. 1537'de yazıldığı tahmin edilen eser tamamen yerli olması sebebiyle hayli ün kazanmış, konusunun İstanbul'da geçme­si dolayısıyla ayrıca orijinal kabul edilmiştir. Üzerinde Pınar Aydemir'in yüksek lisans tezi hazırladığı mesnevinin (1993, AÜ Sos­yal Bilimler Enstitüsü) Atmeydanı ve Ayasofya tasvirlerine yer verilen bölümleri dik­kat çekicidir,

b) Gencîne-i Râz. 947'de (1540-41) kaleme alınan 3051 beyitlik mes­nevi dinî-ahlâkî ve tasavvufî konuların iş­lendiği, bir kısmı şairin kendi hayatından ve görüp işittiklerinden alınmış hikâyeleri içeren didaktik bir eserdir. Sade ve yer yer halk diline yakın bir üslûpla yazılan mes­nevinin yalnız İstanbul kütüphanelerinde otuz yedi nüshası bulunmaktadır. Eser üzerine Bekir Çınar yüksek lisans tezi ha­zırlamıştır (1995, EÜ Sosyal Bilimler Ens­titüsü),

c) Yûsuf u Zelîha. Mesnevinin Mehmed Çavuşoğlu tarafından hazırlanan tenkitli neşri (İstanbul 1979) 5179 beyit­tir. Şair, eserini genç yaşında aşka düşüp terk-i diyar etmesi dolayısıyla Mısır'a var­dığında yazdığını belirtir. Yahya Bey konu­yu beşerî ölçüler içinde ele almaya çalış­mış, dil ve üslûp bakımından özgün sayı­labilecek bir eser meydana getirmiştir,

d) Kitâb-ı Usûl. Adı bazı kaynaklarda Usulnâme şeklinde geçen mesnevi yaklaşık 3100 beyittir. Yahya Bey, on iki bölüm (ma­kam) ve yedi kısımdan (şube) oluşan ese­rinde adalet, doğruluk, yiğitlik gibi ahlâkî kavramları ele almış, eserini çoğu kendi hayatının ve gözlemlerinin ürünü olan 100'den fazla hikâye, temsil ve latife ile zenginleştirmiştir.

e) Gülşen-i Envâr. Dinî, tasavvufî, ahlâkî ve mahallî hikâyelerle temsillerden meydana gelen eser aynı za­manda dönemin toplum hayatını oldukça sade bir dille yansıtmıştır. 2810 beyitlik mesnevi üzerine İbrahim Doğanyiğit yük­sek lisans tezi hazırlamıştır (1992, EÜ Sos­yal Bilimler Enstitüsü).

3. Şehrengîz-i Edirne. 215 beyitten oluşan, baş tarafında bir münâcâtın bulunduğu bu küçük eser­de şair önce gönlünü kaptırdığı bir güze­lin aşkı yüzünden düştüğü halleri dile ge­tirir. Ardından Edirne şehrinin tasvirini ya­par ve on dört mahbubu beşer beyitle ta­nıtır. Eserin bir nüshası İstanbul Üniversi­tesi Kütüphanesi'ndeki divan nüshası için­dedir (İbnülemin, nr. 1302, vr. 26a).

4. Şeh­rengîz-i İstanbul. Yahya Bey, 345 beyit­ten meydana gelen eserin başlangıç kıs­mında güzellere tutkunluğundan ötürü yüzünün kara olduğunu belirtir ve yara­tıcının affına sığınır. Asıl şehrengiz bölü­münde İstanbul'un tasvirine yer verir; şeh­rin güzellerini, âşıklarını, denizini, sahille­rini, surlarını vb. anlatır. Ardından güzel­lerin tasvirine geçer ve elli sekiz güzeli kı­saca tanıtır. Bir kopyası Şehrengîz-i Edir­ne ile aynı yazma içinde, müstakil nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde olan eser (TY, nr. 2982) Mehmed Çavuşoğlu'nun neşrettiği divanda da yer almıştır.

 

Bayram Ali Kaya, İslam ans. cilt, 40

***                      ***

TAŞLICALI YAHYA BEY HAYATI ve ESERLERİ-2

?-1582

Fuzûlî'den sonra yüzyılın en üstün mesnevi şairi sayılır. Kaside ve gazel yolunda da değerli şiirleri vardır.
Genç yaşında İstanbul'a gelip saray terbiyesi görmüş, askerlik alanında yükselmiş ve Kanûnî'nin şehzadesi Sultan Mustafa emrine girmiştir. Çok geçimsiz, hırçın tabiatlı olduğu, en yakın dostları için yazdığı ağır taşlamalardan bellidir. Fakat samimî bir asker, vefalı bir insan olduğundan şüphe edilemez.
Hurrem Sultan'ın Rüstem Paşa ile birlikte düzenledikleri entrikaları sonunda öldürülen sevgili şehzadesi Sultan Mustafa için söylediği ağıt, ona olan gerçek sevgisini ve Yahya Bey'in medenî cesaretim gösteren bir belge olarak bize kadar gelmiştir.
Bu mersiyede, Kanûnî'yi bile aldatarak oğluna kıydıranların, Osmanoğulları (Âl-i Osman)'nın şerefine leke sürmek istedikleri belirtilmekte, bir zamanlar kendisini korumuş olan Rüstem Paşa bile, bu cinayetinden ötürü yerden yere vurulmaktadır. Taşlıcalı Yahya bu mersiyesi ile adaletsizliğe karşı kükremiş, acıma, yanma, yakınma duygusunun şaheserini vermiştir. Devlet şerefini korumak gibi, bir üstün duygu ile yazılmış olan bu mersiye, Türk tarihinin acı vak'alarına yiğitçe hayıflanan heybetli bir sestir:

Meded meded! Bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlîleri aldı Mustafa, Hânı

Tolındı mihr cemâli, bozıldı erkânı
Vebale koydular âl ile Âl-i Osmânı

Getirdi arkasını yere Zâl-i devr-i zaman
Vücudına sitem-i Rüstem ile irdi zeban

Dökildi gözyaşı yılduzları çoğaldı figân
Dem-i memâtı Kıyamet güninden oldı nişan

O cân-ı âlemiyân, oldı hâk ile yeksan
Diri kala ne revâdur fesâd eden şeytân

Nesîm-i subh gibi yerde koyma âhumuzı
Hakaret eylediler nesl-i pâdişâhumuzı

Düzenli bir Divân'ı olan Taşlıcalı Yahya, asıl kudretini mesnevi tarzında göstermiştir. Bu yolda bir Hamse (beş mesnevi) meydana getirmiştir ki isimleri şunlardır:

  • Yusuf ve Züleyhâ,
  • Şâh u Gedâ,
  • Gülşen-i Envâr,
  • Geneine-i râz
  • Esrâr-nâme.


Bunlardan Yusuf ve Züleyha, Türk edebiyatında bu adla yazılan eserlerin en güzelidir. Şâh u Gedâ ise, kendi aşklarını anlatır; aşkta olgunlaşmayı dile getirir, bazı İstanbul tasvirlerini de içine alır. Zaten Yahya Bey'in mesnevîcilikte en üstün tarafı İran'da yazılmış olan örneklerden aktarmayarak kendi buluş ve ilhamlarına bağlı kalmasıdır. Eserlerinin önsözlerinde bu hususu önemle belirtmektedir. Bundan ötürü devrinin bazı tiplerini, kıyafetlerini, manzaralarını, düşünce tarzlarını Yahya'nın Hamse'sinde görebiliriz,
Gelecek asırlarda bilhassa Lâle devrinde gelişecek yerlileşme akımının ilk belirtilerini Necati ile birlikte Taşlacalı Yahya'da görebilmekteyiz. Sırf mesnevilerde değil, kaside ve gazellerinde de yerli çizgiler bulunmaktadır. Gününden aldığı motif ve intibaları aşırı süse kapılmaksızın oldukça açık üslûpla anlatmıştır.
Dışa dönük, sinirli ve biraz hırçın tabiatta olan Taşlıcalı Yahya Bey, Hayâlî'nin içe dönük mutasavvıf derviş mizacına uymayan ona aykırı denilebilecek bir karakter taşıyor. Ama şiirlerinde değişiklikler, yenilikler arıyor. Şiirde "kapalılık" arayışı onu ancak 17. yüzyılda "Sebk-i Hindi" ile derinleşen Nailî, Neşâtî gibi şairlere yaklaştırryor.
Mesnevilerinin konularında, mecazlarında şaşırtıcı orijinallik, mahallî tasvir, töre yorumu ve az çok sadelik gösterdiğini belirttiğimiz Yahya'nın bazı gazellerinde bu özellik derinleşiyor.
Hele bir gazeli var; Orada "şiir"i ve kendi şiirlerini vasıflandırırken "sembolizm" denilebilecek yoğunlukta kapalı şiirin Özelliklerini tarif ve tasvir ediyor.

GAZEL
Yüzüne dutmuş nikâhı, hall-ı Yûsuf-var şi'r
Şivesindendir hicâb ile eder güftâr şi'r

Çektiğim derdi bilirdi nâlemi gûş eylese
Hâlime vâkıf olurdu okusa dildâr şi'r

Pare pare etti endamın yakasın çâk edip
Tûr-ı Mûsâ gibi görmüştür meğer didâr şi'r

Âsil(?)-i dîvâneye Dîvân'ım oldu hasbıhâl
Ehl-i derdin derdini eyler müdâm iş'âr şi'r

Bir lisân-ı gaybdır güya onun her mısraı
Âlem-i ma'nâdaa eyler kendüyi izhâr şi'r

Şevk ile Yahya gibi güller yakasın çâk eder
Söylesem ol kâmet-i mevzun için her bâr şi'r

Görülüyor ki burada "şiir", Yûsuf’un tüylerle kaplı çehresi gibi, yüzüne perde tutmuş, şivesinden ötürü örtülü (hicab ile) konuşan bir varlıktır. Hz. Musa'nın "Tûr"u gibi sevgilinin (Allah'ın) yüzünü gören şiir, endamını, yakasını paralamıştır. Tıpkı, 20. yüzyılda gelip, batı kaynaklarından sembolizmi öğrenecek olan A. Haşim gibi Yahya da (gazelin 5. beytinde) şiirin her mısraı bir "lisân-ı gaybdır " (gaybdan gelen gizli bir dil) diyor. Bu şiir, kendisini ancak "mânâ âleminde" göstermektedir

AHMET KABAKLI, TÜRK ED. TARİHİ, 2.CİLT

İLGİLİ İÇERİK

ŞEHZADE MUSTAFA'YA MERSİYE - TAŞLICALI YAHYA

TAŞLICALI YAHYA - GELİR MİHMAN-I GAM CANA ...

SON EKLENENLER

Üye Girişi